bugün

entry'ler (270)

evrime inanan mal

dünya bilim dünyasının büyük çoğunluğu bu gruba girer, eğer bu cümleyi ciddiye alırsak tabii.

cemalnur sargut

"dinle" isimli kitabını okuyarak kendisiyle ilk teması kurdum. o zaman çok gönülden, çok zarif gelmişti. "kim ola?" diye araştırırken sohbetlerini izleme, sülukunu öğrenme, semazen.net'teki (ki anlattıkları mevleviye'den ummanlarca uzaktır) yazılarını okuma, cemaatini araştırma fırsatı buldum. şimdi zerrece hazzetmiyorum.
herhangi bir din, hangisi olursa olsun, bu kadar esnetilip eğilip bükülmemeli. herhangi bir felsefe de tabii. bu insanın ilkeli olmasına aykırıdır. bu insanın rehberli olmadığını gösterir. emri kabul edip, yapmamak veya yapmak ve bunun huzurunu yahut pişmanlığını duymak ayrıdır; emri eğip büküp istediği ölçüde kıvırarak nefsine hoş geleni yapmak ayrıdır. cemalnur sargut nefsine kenetlenmiş bir insan artık gözümde. tesettür ile ilgili konuşurken "canım beş şartta yok ki! her şey insanın gönlünde gönlünde." tavrı en başta falsodur. o esaslar imanı düzenler. namaz da kur'an'da anlatılmaz, adam öldürmek de beş şartta yasak değildir. o zaman namaz boş bir emir, cinayet de serbest midir. her şey insanın gönlünde tavrı kadar yüzeysel, işime öyle geldi havasında, altı boş bir tavır var mıdır bilmiyorum. evet her şey gönle bakar, dileğimiz ehli gönül kimseler olmaktır ama açık olan da bir şey vardır, gönle ne koyarsanız kokusu illa ki duyulacaktır. açık bir hükmü yanlış yorumlarsan gönül karanlığa gark olur. nefse uymadan, ben bilirim doğru budur! kibrine düşmeden, açık emirleri eğip bükmeden, yapabildiğimiz kadarını yapıp yapamadığımıza pişman olmaktır bir davayı, dini, felsefeyi; yani yoluna düşülecek ne varsa benimsemek. kendisinin tesettürüyle yahut kimsenin tesettürüyle elbette ki işim yok, elbette kul ile allah'ın arasına kimse giremez ama kendisinin dediği gibi de tesettür meselesi her devirde değişmez. tesettür sadece bir konu, ama kendisinin bu ben böyle yorumladım, bu böyledir tavrı, dinler arası hoşgörü ve saygı yolunu tutmayıp dinler arası diyalog üzerine hareketi, nur cemaati ve akp ile münasebetleri, cemaatinin elit ve tüccar tayfası, nefes yayınlarının harıl harıl para getirmesi, tamamen elit kesime parayla verdiği hizmetler, çile çekmeyenin tam pişmediği gerçeğinden hareketle geldiği konum (evladını kaybetmesi elbette ki acıdır fakat bu acıyı sadece o yaşamamıştır, bir etrafa göz gezdirmek lazım), yaşadığı, dolaştığı kaymak tabaka semtleri ve girmediği, giremediği fakir semtleri dolayısıyla sevmiyorum, hazzetmiyorum. sürekli ağlamaklı konuşması, inceleştirilmek için ihtisas yapılmış ses tonu, yumuşak tavrı da bana çok samimiyetsiz ve gayriciddi gelmekte.
son olarak şunu mutlaka söylemek isterim: islam cemalnur hanımın dediği gibi her belaya yumuşak davranıp alttan almak, her sosyal baskıya ve zulme, kıtallere sessiz kalmak değildir. islam isyandır. nefse, zulme, adaletsizliğe, karaktersizliğe, hoşgörüsüzlüğe, sevgisizliğe, öfke ve gazaba, kötü huylara, basitliğe, cehalete, dogmalara, zenginliğe, fakirliğe, ahlaksızlığa, karanlığa, nefrete, yüzeyselliğe, muktedire isyandır. kendisi bundan son derece uzak bir insandır. hiçbir sosyal çalkantıya veya kıtale karşı tek bir açıklama yahut duasını görmedim. gezi parkını, filistini, doğu türkistanı, burmayı, es geçmiştir. ha pardon, gezi parkıyla ilgili bir yorumu vardır: "tepkilerimizi sevgiyle verelim, gençlik heyecanına kapılmayalım, seksenler gibi olmayalım, ülkemize memlekete zarar vermeyelim (!), ümitsiz olmayalım, celallenmeyelim, ayrılmayalım bölünmeyelim, tepkilerimizi daha edepli (!!!) gösterelim, çabucak yayılan negatif enerjiye ve bölünmeye (!) kapılmayalım." vallahi akp basın açıklamasından farksız. ülke, halk, insan, cemalnur sargut'un pembe pencereli lüks evinden görüldüğü gibi değil. ne de mevlevilik islamsız (mevleviliği öyle bir pazarlıyorlar ki şimdi, sanki sadece bir felsefe, islamdan bağımsız, ne olursan ol islamın içindesin...), ne de islam su balonu değil. mecusi de, yahudi de, müslüman da allahın yarattığı kullardır. hoşgörü, dostluk, kardeşlik ve yardımlaşma hakim olmalı, fakat islamın özünü tahrife yoğunlaşan hareketler olmalalıdır. beyaz tv gibi zengin, yalaka, zalim bir akp kanalında, ebru şallı ile, arkadan ney fonu verilerek, miraç kandilinde, özünden uzak bir islam yorumunu konuşan kafası bir hayli acayip insandır kendisi.
kubbealtına "sevgilerle".

tokat

bu aralar burnumda tüten, liseyi okuduğum ve toplamda altı sene kaldığım, her yerinde bir anım olan, çok sevdiğim, çok güzel anadolu şehri.

abdullah gül üniversitesi

türkiye'de vakıf destekli devlet üniversitesi örneği zaten mevcutken (abant izzet baysal üniversitesi) kendini bu modelle türkiye'de kurulan ilk üniversiteymiş gibi pazarlayan üniversitecik.

aleksandr petrov

the old man and the sea ile gönlümü fetetmiş büyük animatör. izlediğim en iyi animasyonlardan biriydi. the old man and the sea en sevdiğim iki romandan biri olduğu içindi bu etkilenme belki de. diğer başucu romanım ise dostoyevski'den, zapiski iz podpolya.

siyaset konuşmanın bayanlara yakışmaması

kadına bayan demek de insana yakışmıyor. (ara sıra demek zorunda kalıyorum ne yazık ki.)

brezilya üzerinde oynanan oyun

bunu biz oynuyoruz. biz ki karanlık şer odaklarıyız. masonuz, tapınak şövalyesiyiz. diren uçan spagetti canavarı.
brezilya çok büyüyünce, Brezilya milleti toplanıp ayağa kalkınca hemen yüzyıllardır var olan karanlık eller olarak planı devreye soktuk: https://pbs.twimg.com/media/BNXCn5PCIAAokca.png

populous the beginning

abartmıyorum, şu zamana kadar oynadığım en iyi birkaç bilgisayar oyunundan biri. hatta gördüğüm en "oyun" gibi oyun. mükemmel ötesi. o pagan atmosfer, menünün rahatlığı, oyun sisteminin basitliği her şey on numara. başyapıt. aynı stüdyodan dungeon keeper iiyi de öneririm, benzer hisleri o oyuna da besliyorum.

mehmet ali alabora

asıl adı memmedeus allinous aloevera olan farmason. (hürmason da olabilir ama mason olduğu kesin.) türkiye'ye sızmış bir mossad ajanı. ismini değiştirmiştir. gezi parkı olaylarında parmağı olan masonların ifşasına sebep olmuştur. temaslı kredi kartı kullanır. atiktir.
gezi parkı olayı aynen şöyle: Faiz Lobisi ve Masonlar gizli bir örgüt kurup başına memmedeus allinous aloevera'yı geçiriyor. Amaç ülkeyi anarşiklilikle yıkmak eylem falan. Sonra Memmedali (aleovera) mal gibi tüm planı attığı bir tivitle (tiviti şu: olay sede gezi parkı mı lan annamadın mı oolum kafana zıçam aq) inşa pardon ifşa ediyor. Yani "Gezi Parkı değil amaç Ergenekon'la da bağlantımız var yıkacaz bu ülkeyi kan alacaz" diyor mealen. Sonra Masonikler Memmedali'yi (aleovera) işten çıkarıyor SSK'sını yatırmıyor ardından ölümle tehdit ediyorlar. Sonra Memmedali (aleovera) yaptıklarından Allah'a sığınıp tövbe ediyor yine devletin şefkatli kollarına sığınıyor. Olay budur. Hak korusun..

topuklu ayakkabı

erkek olduğumu belirteyim de kan çıkmasın, heh he.
bu ayakkabı türünü hiç ama hiç sevmiyorum. seksi desen seksi değil, iktidarsızlık sebebi (ayrıca kadınsılığı ön plana çıkarıp çekicilik ve 'dişiliğini' (kıs kıs) açığa çıkaran ve kendi kendini seks objesi haline getirip 'biz seks objesi değileaazz' diyen kadınları anlamıyorum); güzel desen değil, çirkin; rahat desen rahat değil, başa bir şey gelse kadını savunmasız bırakıyor çünkü kadın rahat hareket edemiyor, hızlı olamıyor; sağlıklı desen sağlıklı hiç değil, zararlı; hele sesi hiç çekilmez, çok rahatsız edici...
nefret ediyorum bu ayakkabı türünden sonuç olarak.

sözlük yazarlarının itirafları

araftayım.
sanki dünyanın iki ucu var ve bir ona bir ona çekiliyorum. üç yıldır bu böyle. kendime bir türlü gelemedim. herşey aslında 2010 yılının ortalarında başladı. yakın arkadaşlarından biriyle aldatılma sonucu gelişen bir aşk kırıklığı, sonra karşı cinsten bir dost edinme, üniversite için istanbul'a gelme, yurt hayatında başıma gelenler, sonra o edindiğin dosta aşık hissetme ve anlatma, yeni bir arkadaşla tanışma, başka kızların dirsek temasına maruz kalma, o dostun hayattan çıkış sürecine girmesi, okuldan bir sevgili edinme ve kısa sürede ayrılma, sınıfta kalma, o edindiğin arkadaşla çok mutlu ve tek bir beraberliğe başlama, sevgili ile dostun dayakın arkadaş olması sonucu gelişen zorlu süreç, gelecek kaygısı odaklı depresyon, antidepresana başlama, "bu okuldan bir nane olmayacak" deyip yeni iş kolları aramak, tekrar sınava hazırlanmayı denemeye karar vermek, istanbul'a gidiş ve aksaray'ın göbeğinde bir yurda yerleşme, o yurtta başıma gelen boktan olaylar, sınav stresi, okulu yetiştirme çabası, sonra sınavı başarıyla atlatma, yurt odamdan bilgisayarımın çalınması, mafyaya karşı yaşadığımız çaresizlik, ardından dini inancımı kaybettiğim noktaya doğru ilerlemem, sınavın açıklanması ve benim sevgilimin olduğu şehre gelmem, yaz tatilinde antidepresanı bırakmam, yeni dönem başında bir yurda yerleşmem, herşey gayet iyi giderken sömestr tatilinde psikolojimin birden çökmesi, dini olarak da inanmakla inanmamak arasında kalmam, ikinci dönem psikoterapiye başlamam, psikolojimin daha da yamulması, sürekli istediğim özgür ve kendime ait alan için hızlı bir kararla eve çıkmam, akabinde gelişen yalnızlık korkusu...
yalnızlıktan korkuyorum. bazı geceler yurt odamda herkes uyurken ruhumun cenderesinde sıkışıp acıdan kıvrandığım, hatta "biri duysa, şu odadan biri uyanıp 'neyin var, iyi misin?' diye sorsa" diye düşünüp sesimi onlara duyurmak, uyandırıp dikkat çekmek için öksürdüğüm, inlediğim oldu. tabii kimse uyanmadı. yine de böyle uykusuz kaldığım zamanlarda oda arkadaşlarımdan biri derdimi dinledi, içselleştirmedi ama yine de dinledi. bir miktar rahatladım, ardından suçluluk duydum. e peki bu da yalnızlık değil midir? günü dolduruyoruz odada ama başka bir halt yediğimiz yok. en yakın arkadaşım istanbul'da. diğer yakınlarım ankara, kayseri, konya, giresun, tokat'a dağılmış durumda. yar bu şehirde ama uykuda. dostlar da kendi şehirlerinde kim bilir kaçıncı uykularında uyuyorlar. "yar uykuda ben yine penceremde, doğacak güneşi göresim gelir" diye sayıklayarak kaç kere ölüm düşüncesinin aklımı zorlayışını yaşadım. tavan beni izledi, ben tavanı izledim. konuşmuyor ki kerata. "hasta köpekler kadar yalnızım" diyecek hiçbir durumum olmadı. seviliyorum, oda arkadaşlarım ben gidiyorum diye üzülüyor çokça mesela, "çok kötüyüm" mesajını attığım anda telefonumu deli gibi çaldıracak dostlarım farklı şehirlerde olsa da var. çok sevdiğim biricik sevgilim var. ama yine de içimde dönen bir kurt var. "ya yalnız kalırsam? ya son senem yalnızlıkla zor geçerse? evde dört duvar arasında insansızlıktan çaresiz kalırsam? allah'tan ev arkadaşım iyi çocuk. peki o da uykuda olursa? gecenin bir körü, ben ölüm düşüncesiyle savaşıyorum ve kimse yanımda değil. o mesajı atsam, uykularındayken görecek değiller ya. gerçi, yurttakiler yanımdalar da ne oluyor? kim dinleyebiliyor? burada hiç arkadaşım olacak mı? herkes de benden küçük. inemiyorum onlara. kendi egoma sıkışmış, bilgi ve zekadan tuğlalardan örülü fildişi kuleme hapsolmuş hissediyorum kendimi ve bu çok komik. normal olmayı kabullenemiyorum. başarısız olmayı kabullenemiyorum. takdir görmemeyi kabullenemiyorum. gelecekten ölesiye korkuyorum. "keşke ölsem, şu araba bana çarpsa, deprem olsa, biri başıma silah dayayıp tetiği çekse, uykumda ölsem e hayatın ağırlığında ezilmesem" dediğim çok oluyor. ölmek kaçış değil. intiharımı kimse kaldıramaz, orası da açık. hele annem babam, sevdiğim, en yakın arkadaşım hayatları boyuna beni düşünür dururlar. ne yapacağım? bulunduğum şehirde sevgilimden başka kimsem yok diye de böylesine parçalar mı insan kendini? parçalamaz, ki nedenim çok. hayatta anlam bulamıyorum. ölümden sonra ne olacak bilemiyorum. bu da beni büyük bir boşluğa itiyor. ne olacağım ben? bilmiyorum. sığınacak neyim, kimim var? kendime ait bir alana korkunç ihtiyaç duyuyordum ve eve çıktım, şimdi de yalnızlıktan korkup avare avare dolanıyorum. ama işin aslı, son üç dört aydır iyi olduğum söylenemez. özetle, kötüyüm. çok hem de.

dungeon keeper ii

ilkinden çok daha iyi olan, gelmiş geçmiş en iyi oyunlardan biri. kötüyü canlandırdığımız bir kapitalizm simülasyonu.
bu oyunu yapan bullfrog stüdyosu populous the beginning gibi bir başyapıt da çıkarmıştır.

fell on black days

ölümüne sevdiğim, soundgarden'ın bence en iyi şarkılarından biri.

hekim

dünyada hiçbir meslekle kıyas kabul etmeyecek olan meslek.

sol frame in sözlükten soğutması

sol frame değil de, sadece sol framede gördüğü başlıklara yazan ve böylece ortam insanı olup çıkan, karma delisi yazarlar beni kendinden soğutuyor.
bu başlığı da sol framede gördüm.

burcunun lider özelliği olmasından övünen insan

her yediği haltı, her fırlamalığını, her hırsını burcunun lider olma özelliğine atfeden insandır. aslan burcudur. %100 ihtimalle kız olabilir. olabilir diyorum bak, kesin değil.
t.t. şeklinde kısaltabileceğim bir arkadaşım bu gruptadır.

yunan mitolojisi

dünya mitolojisinin büyük bir kısmını oluşturduğu sanrısı da vardır. bu sanrının sebebi rönesansla gelişen batı edebiyatının ve güzel sanatının dor öncesi yunan uygarlığına yönelmesi ve bu uygarlığı tekrar keşfederek sürekli işlemesidir. pek çok mit bu sayede birer metafor olarak tüm dünyada bilinir olmuştur. bundan başka bir sebebi yoktur. bir de diğer mitolojiler okunup araştırılmadığından, merak dahi edilmediğinden böyle zannedilir. yani cahilliktir bu düşünce tarzı.

ervah ı ezelden

abdal'ın güzel yorumladığı, sümmani'yi diriltmiş eser. fakat yine de abdal yorumu bağlamasız yavan kalmıştır, lakin çok da güzeldir. hatta türkünün en iyi yorumudur.

kırmızı buğday

"kırmızı buğday ayrılmıyor herginden" diye başlaması lazım gelen türkü. zira ekini savururken düşeni tane, uçanı hergtir. zaten türkyü "herg" olarak okuyan çok yorumcu var.
güzel türkü.

akıl sağlığı

bu aralar bende sağlam olmayan şey. cidden hissediyorum bunu.