bugün

entry'ler (907)

türkiyenin ciddi ciddi savaşa girecek olması

tezkereye onay verenler asker, savaşacak olanlar olsaydı kararları ne olurdu? sorusu sorulmalıdır. ayrıca Oturdukları yerden ''girelim, savaşalım'' demek en kolayıdır.

26 temmuz 2014 başbakan ın futbol maçına çıkması

"ben sporcunun zeki çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim." sözünü hatırlatan maçtır.

13 mayıs 2014 soma maden ocağı kazası

Birileri şuan ölüyor, diğerleri de ölmeyi bekliyor. Rahatça nefes alabilmek mümkün değil... Başka illerden giden cenaze araçları, ailelerin gözyaşları insanların babasız, abisiz, amcasız, eşsiz kalması, akıl kârı değil.
Lütfen bu dünyada ölüm bu kadar kolay olmasın.

iz bırakan kitap cümleleri

Saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir biliyor musun? Herkes seni gördüğünü sanır, sen de rahat edersin. Kasada oturan kız gibi! Herkes kasadaki kızı görür, ama kimse tanımaz.

cemil meriç

''Kaçta kaçın benim? Kanımda kafamda sen varsın. Sesin yetmiyor bana. Seni bütün olarak seviyorum; etinle, iskeletinle, rüyalarınla… ve yalnız benim olarak.

Mazini bile kıskanıyorum…''

istatistik

hiç alakası olmayan bölümlere ders olarak koyulan, sözel derslerin arasında beyni inanılmaz yoran, hele ki turkıyenın bırcok yerınde aynı bolumden aynı dersı alan arkadaslarının hocaları ''sızı pek ılgılendırmıyor'' deyıp kolayca gecıyorsa bu dersın ustunden fakat bızım hocamız ilim aşkıyla yanıp tutustugundan mıdır bılmem, cok zorluyor cok!

ben bu yazıyı sana yazdım

henüz 24 saat bile geçmedi senin hakkında yazdıklarımın üzerinden. gece 01.24te yazmışım onları. yaklaşık bir saat sonrasında da bana haber verdin bir seyleri...
yanıma geliyormuşsun!
sen nasıl güzel bi şeysin, ben nasıl bi şeyin içindeyim... bunca insanın başı dertteyken ben bu aşka nasıl güvenebildim bu kadar? cevabı: ''senin sayende.''
sürpriz olsun diye soylememişsin ve şehrime gelmene son 4 saat kalmış... saat olmuş 4 ve benim 6da uyanmam gerek. bu gercekten de imkansız bir seydi sanırım, aşktan önce. uyandım ve kavuştuk. sadece 14 saatimiz vardı beraber geçirebileceğimiz. nasıl geçti ne ara geçti anlamıyorum ki. sanırım 20.00'dan itibaren bir külkedisine dönüştüm. Masal gibi 14 saatin sonunda...
sahiden masal gibiydi ya hani insan kendini cennette hisseder dünya hızlı hızlı döner her şey mükemmeldir tüm kahramanlar mutludur. olabilir mi böyle bir şey? olabilirmiş ki oldu, sen yaşattın bunu bana.
bir seyler almaya giderken baktım böyle arkandan dedim kendime ''sen nasıl bi duygulardasın...'' yaşadığım şeyler çok güzel şeyler. bunu herkesin yaptığı gibi acıya çevirmeyeceğim. tadını çıkarmayacağım.

Dünyanın en yakışıklı insanı, seni unutmayacağım. bugünümüzü unutmayacagım. 14 saat hiç sıkılmadan geçirdiğimiz o anımızı unutmayacagım. sacma sapan şeylere kahkaha atışımızı, yaşımızı doyasıya yaşamamızı unutmayacağım. bana bilerek yenilmelerini, şakacıktan da olsa ''ne kadar güçlüsün sen öyle'' demeni, gülüümseyerek dizime yatmanı, senle uğraşırken bilekliğimin kopmasını ve buna bile içtenlikle gülebilmemizi hiç unutmayacağım.

Güzeldin çocuk, çok güzeldin. Sanırım sahiden hediye gibi geldin, hoşgeldin...
Bir de klonlamak mı neydi ondan yapsak bazı insanlardan sadece iki tanecik olsa sen benle kalsan digeri'n de 10 saat uzaktaki yere gitse... olmuyor mu?

ben bu yazıyı sana yazdım

bazen diyorum ki seven insan kıskanır. tamam ben de kıskanıyorum çokça. senin kadar. ama bazen sıkılıyorum sanırım canım ben bu durumdan. beni koruyup kollamanı tabii ki istiyorum ama kısıtlanmak istemiyorum. beraber her şeyi yapabiliriz bence ne bileyim bir konsere beraber gitmeliyiz, gidebilmeliyiz. biz de sokakta sarılarak yürüyebiliriz ama yapamıyoruz çünkü sen yoksun uzaktasın. bu benim için çok zor bir şey. snein için nasıl bilmiyorum çünkü duygularını açıklamıyorsun. ya dabenim kadar duygulu degilsin. ikisi de eşit ihtimal. şuan buraya neler yazıyorum bilmiyorum ama varken yok olman cok canımı sıkıyor. yıllar gecti farkındayım ama gencliğimizi beraber yasayamadıktan sonra... ne bileyim işte. oyle uzaktan karışma gel yanıma beraber gidelim o zaman canlı müziğe. of sözlük. yazmıyorum işte sıkılıyorum boyle yazarken.

yüzyüzeyken konuşuruz

yaptıkları şarkıların sözleri, hayatınız olabilecek gruptur. çok da güzeldir!

20 mart 2014 twitter e girişin engellenmesi

AB: "Türkiye'deki Twitter yasağı yersiz, anlamsız ve ödlekçedir. Türk halkı ve uluslararası topluluk bunu sansür olarak görecektir" dedi.

Özgürlüğümüzün, fikir hürriyetimizin, birlik beraberliğimizin engellendiği, karanlığımıza bir adım daha yaklaştığımız zamandır.

18 mart çanakkale şehitlerini anma günü

çanakkale bugün toz ile duman
düşmanda imkan var mehmedde iman...

Bu şehirde olmanın haklı bir gururu vardır, Allah herkese nasip etsin burada bulunmayı, yaşamayı. her bayram bir güzel kutlanır burada, fakat 18 mart... söylenecek hiçbir şey yok, dönmeyi düşünmediler, iyi ki de düşünmemişler!

Ruhunuz şad olsun Çanakkale şehitleri...

ingiliz subayı: “Ölü askerleri vardi. 14,15,16 yaslarinda ve Allah sizi inandırsın ki gülüyorlardi. ilk kez kaybedecegimizi o gun hissettik.”

ikinci öğretimlerin sanki biraz şey olması

ben de ikinci öğretimim ve birinci öğretimlerin kendini beğenmişliği yüzünden biraz ''sey''iz evet. neysek artık. bi yiyecek gibi bakmalar falan. hayır sizden iki üc puanla düşük geldik diye mi bunlar? iyi oldu cok da güzel oldu istediğimiz bölümü okuyabiliyoruz çok şükür. siz istediğiniz bölüm için ikinci öğretim yazmadınız mı allah için gelse napacaktınız ya boynu bükük mü yasayacaktınız? ha oyle zengin falan da degiliz ailemiz yarım milyarı cıkartırken ne zorluklar cekiyor fakat naparsınız işte okumak deyince duruyor sular seller.

zaten yıllardır aşamadım bu mantıksız olayı siz de gelmiş başlık açmışsınız cık cık cık.

sözlük yazarlarının itirafları

babamı gerçekten çok özledim.

sözlük yazarlarının şu an eşlik ettiği şarkı

oyunbozan mı haklıııı biri söylesiiin?

silifke

benim canım memleketim, içinde yaşarken sıkıldığınız sevmediğiniz silifke, ondan ayrılınca burnunuzda tüter. ırmak kenarındaki kafeleri, gençlerin birçoğunun birbirini tanıması, her yere yürüyerek varılması, uzun ince bir sokaktaki çarşısı, denizi... Yapraklı'sı Susanoğlu'su, yaz gelse de gitmek istemesi...

çanakkale

kıpır kıpır neşeli mi neşeli bir şehir ki, bugün kendini bir kez daha sevdirmiştir! *

tumblr

renklerin güzelliği...
http://renkleraskina.tumblr.com/

berkin elvan

''kendi kendime sürekli tekrarlıyorum; üzülme, öfkelen, kin tut, unutma, unutturma, hesap sor!'

o gün ölmediğim için bugün yazıyorum

http://fulsyaziyor.com/20...gim-icin-bugun-yaziyorum/

"merhaba, ben fulsen. 32 yaşında bir kadınım. 14 yıldır tam zamanlı çalışan, emekçi bir kadınım. sağ olsun “pizzacı” bile bugüne özel 5 tl’lik kalp şeklinde pizza promosyonu ile dünya kadınlar günümü kutladı. bilenler bilir, ben kadın kimliğimi 21 yaşıma kadar reddettim. sıfatlarımın arasında cinsiyetimin yer almasını gereksiz bulup, eş dost sohbetlerinde östrojenime su katıldığını iddia ettim. kadın olmayı sevmem ise 30+ yaşlarımı buldu.

1998 yazı. çok sıcak bir yazdı. ben her yaz olduğu gibi, ıstanbul’un sayfiyesi sayılan bir beldede tatil günlerimi geçiriyordum. 16 yaşında sorunlu bir ergendim. büyük isyanlarım vardı, her ergen gibi. şimdi hayranı olduğum pek çok yazarı henüz okumamış, kendimi bulduğum o filmleri henüz izlememiştim. yine de hayata dair sorulacak pek çok soruyu sorduğuma ve kati yanıtlarını bulduğuma emindim. bir ay sonra lise son olacaktım, sonra üniversite sınavına girip ıstanbul’u kazanacaktım.

bir de erkek arkadaşım vardı, o yaz. yaz aşkı dediklerinden. aşık mıydım, değil miydim, bilemiyorum; o zamanlar aşkın ne olduğundan habersizdim. ama adı yaz aşkıydı işte, dinlediğimiz şarkılardan öyle öğrenmiştik. ben, benim yaşlarımdaki kuzenim ve ikimizin ‘bir yazlık’ erkek arkadaşları ile aslında pek de fena sayılmayacak bir yaz geçiriyorduk. denize giriyorduk, saatlerce sahil boyunca yürüyorduk, bir yandan hayallerimizi konuşuyor bir yandan kimsenin bizi anlamamasına isyan ediyorduk ve gizli saklı yerlerde öpüşüyorduk. ikisinden biri babasının arabasının anahtarını çaldı mı, çok uzaklaşmadan hava kararana kadar arabayla geziyorduk. arabayla gezmek çok fiyakalıydı o zamanlar ama bizim hava kararmadan eve girmemiz gerekirdi ve kimseler görmesin diye aşağı mahallede veda ederdik birbirimize.

çok sıcak bir yazdı. yine bir öğleden sonra, beldenin yaslandığı dağın üzerindeki piknik alanına gitmiştik araba ile. doğan görünümlü şahin’in motoru eve dönerken su kaynattı. kuzenimle erkek arkadaşı motoru soğutmak için su bulmaya gittiler. biz de arabanın arka koltuğunda oturmuş onları bekliyorduk ve tabii ki öpüşüyorduk. cinsellikten anladığımız tek şeyin öpüşmek olduğu yıllardı. pazar gecesi sinema kuşağında ailecek film izlerken, bir öpüşme sahnesi gördüğümüzde utanan, yanakları kızaran, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen bir nesildik biz. bir erkek arkadaşımız olunca, sevgili değildi o zamanlar adı, merakla, heyecanla, tutkuyla saatlerce öpüşürdük. hani şimdilerde ‘liseli aşıklar gibi saatlerce öpüştük’ deriz ya, o öpüşmelerden işte. yanımızdan geçen iki arabanın sesiyle irkilip birbirimizden ayrıldık, koltuğun iki ucuna kaçtık. sonra anlam veremediğimiz bir şekilde arabaların geri geri gelişini izledik. o birkaç saniyede arabadan tanıdık biri inerse, bizi görmüşse, ne derim diye telaşlanmaya başladım. tam önümüzde durdular.

beldenin yerlilerinden iki arabaya tıka basa doluşmuş insanlar arabalarından inip bizim arabayı çevirdi. dağ yolunun ortasındaydık. bağırsam sesimi duyacak kimse yoktu, korkuyordum. o iki araba dolusu insan açık camlardan içeri girip bizi dövmeye başladılar. bir yumruk daha fazla atmak için neredeyse birbirlerini eziyorlardı. bağırsam sesimi duyacak kimse yoktu, ben dudaklarımı ısırıp sesimi çıkaramadan içime ağlıyordum. çok sıcak bir yazdı, üzerimize çullanmış insanların ter kokusu midemi bulandırıyordu. cenin gibi arka koltuğun ortasında kıvılmıştım, beni korumaya çalışan erkek arkadaşım üzerime kapanmıştı. onun kapatamadığı yerlerimden yakalayanlar etlerimi buruyordu. neden bize bunu yapıyorlardı? neyin hıncını bizden alıyorlardı? onlar hiç öpüşmemiş miydi? ne zaman bitecekti bu işkence? ne kadar sürdüğünü hatırlamıyorum ama sonunda hırslarını alıp yanımızdan ayrılırken üstümüzün başımızın paramparça olduğunu çok iyi hatırlıyorum. biz sadece öpüşüyorduk ama o iki araba dolusu insan bize o öğleden sonra tecavüz etti.

kuzenim ne zaman döndü, o halde nasıl dağdan indik, paramparça üstümüz başımız eve nasıl yürüdük, kime ne dedik içeri girerken, hafızamda hala kocaman bir boşluk. kendimi arkadaki küçük odaya kilitledikten sonra kapıyı zorlayan kuzenimin sesini ve sonrasını hatırlıyorum. birkaç dakika sonra, kendimi beşinci kattaki evin camından aşağı attım. o gün ölmediğim için bugün yaşıyorum. o gün ölmediğim için bugün yazıyorum.

çok yakınınızdan birini kaybettiyseniz eğer bilirsiniz, ‘yetti artık’ dediğiniz anda gidecek bir yeriniz vardır: onların yanı. gidip de dönen, dönüp de anlatan yoktu, benimse ne cennete ne de cehenneme inancım vardı ama camdan atlarsam, halı silkelerken balkondan düşüp ölen annem ve iki aylık hamile olduğu cinsiyeti bile belli olmayan kardeşimin yanına gideceğime inandım. iki saniye sürmüyor beşinci kattan aşağıya düşmek ve hayatın film şeridi gibi gözlerinin önünden de geçmiyor. artık üniversite sınavına girip ıstanbul’u kazanmak anlamsız oluyor. 18 yaşını doldurup, kimliğini göstere göstere bara gitme hayallerin şaçmalık oluyor. yatağını istediğin zaman toplayacağın, duvarları kırmızıya boyayacağın, yıllarca izin verilmeyen kedini besleyeceğin kendi evini tutma planların manasız oluyor. bugün bunları yazan fulsen, on altı yaşındaki fulsen’in karşısına çıksa ‘bak ne güzel bir kadın oldum’ dese, yine de ‘istemem kalsın’ dediğin andır o iki saniye. nereye gittiğinin bilgisine haiz olmasan da her yer buradan daha iyidir dediğin andır o iki saniye.

ölemedim. beni hastaneye yetiştiren ambulanstaki görevliler geleceğim için ölüm ya da kısmi felç öngörmüş olsalar da ben vücudumda bir kırık bile olmadan iki gün sonra taburcu edildim. herkese ‘ben yaramaz bir çocuktum’ diye yalan söylediğim tüm dikiş izlerim o günden hatıradır, oysa ben hiçbir zaman yaramaz bir çocuk olmadım. yalan söyledim hepinizden özür dilerim. ama oyun oynarken kayalardan düştüğüm yalanına o kadar inanmıştım ki, on altı yaşımda intihar ettiğimi ben bile hatırlamıyordum.

hastane yatağında ateş nöbetlerinde hezeyanlar geçirirken, saçlarımı okşayan kimse yoktu yanımda. utanç nesnesiydim. taburcu olup, on altı yaşında bir genç kız olarak camından atladığım eve, on altı yaşında bir ‘kadın’ olarak döndüm. türkçede yaygın kullanım haliyle, ilk sevişme sonrasındaki kızlıktan kadınlığa geçiş değildi bu. o yıllarda evlenmemiş bir kadına, yanlışlıkla ‘kadın’ denilse, hemen utanılıp ‘kız’ diye düzeltilirdi. babamın bakire olup olmadığım sorusuna iki gün boyunca cevap vermeyi reddettiğimde suratımda patlayan tokatla kadın oldum ben. babaannemin bana itimadı tamdı. ben hastaneden çıkmadan tüm beldeye yayılan dedikoduların önünü kesmek, namusumuzu kurtarmak ve kendi inancının ispatı için mahallenin ebesini çağırıp kızlık kontrolü yaptırmaya teşebbüs ettiğinde ben kadın oldum. daha bir erkeğin mahrem yerlerine dokunmamışken, yeni yetme memelerimi daha kimse ellememişken kadın oldum. babamın, dedemi arayıp ‘gelip alın bunu’ dediği gün kadın oldum. dedem gelip beni alana kadar evden değil, arkadaki küçük odadan bile çıkmam yasaklandığında kadın oldum ben.

dedem geldi, beni evimize götürdü. yolda açıklama yapacak oldum, susturdu. ‘hiçbir şey sormayacağım sana. yarın sabah bu otobüsten indiğimizde yeni bir sayfa açacağız ve baştan başlayacağız’ dedi. biz de öyle yaptık. konuşmazsak herkes unutacaktı çünkü, hiç yaşanmamış olacaktı. yavaş yavaş silindi hafızalardan. bugüne kadar aile içi sohbetlerde çok az da olsa intiharım anıldı da iki araba insanın beni linç ettiği neden hiç konuşulmadı? herkes gerçekten unuttu mu? hafızam böyle bir anı, on yıl boyunca benden bile nasıl sakladı? bana bile nasıl unutturdu? neden kimse o insanların karşısına çıkıp hesap sormadı da benim intiharım utanılacak, unutulacak bir hikaye oldu?

ben mi? o günden sonra artık yaşamıyor olabilirdim. yaşadım. bir daha hiçbir adamı öpemeyebilirdim. öptüm. gecenin bir vakti boş bir sokaktan yalnız, hatta sevgilimle bile geçemeyebilirdim. geçtim. torun oldum, yeğen oldum, abla oldum, iyi arkadaş, sağlam dost oldum, çok güzel bir şey oldum da bir türlü kadın olamadım. kadın olduğum gün canım o kadar yandı ki kadın olmayı reddettim. ben mi? iki üniversite mezunu eğitimli(!), kültürlü(!), çalışkan bir kadın(!) olarak, on altı yaşında sadece öpüştüğüm için darp edildiğimi, on altı yaşında intihar ettiğimi utanarak unutmuş bir kadın olarak aranızda dolaştım.

bu akşam unuttuklarımı hatırlayarak, kadınlığımla barışıyorum. bu satırları yazan parmaklarımın ucuna sürülü 321 numaralı ojenin kırmızısında kadınlığımı seviyorum. sevgili pizzacı, lütfen bana ücreti mukabilinde kalp şeklinde bir pizza getir. hatta bir kadın tanıyorum, adı bende kalsın, her gece cinsel istismara uğrarken şu bu ne der diye yıllarca evliliğini sürdürmüş bir kadın; birazdan yönetim kurulu toplantısından çıkacaktır, onun için de bir tane getir. bir genç kadın bilirim, ayrılmak istediği için sevgilisi tarafından hanesine tecavüz edilmiş, sokak ortasında şiddet uygulanmış, yatakta neler yaşadıklarını annesine anlatma tehdidinin altında ezilmiş, aylarca sesi çıkamamış; vizeleri var bu hafta, onun için de alayım. ayrılmak istediği için kocası tarafından bunun bir hastalık olduğuna kanaat getirilmiş, tedavi adı altında yine kocası tarafından günlerce rehin alınmış bir kadın var, onun için de bir tane ekle. on yıldır tanıdığı ve kırk gündür kocası olan adamın falanca belediyenin vermiş olduğu yetkiye dayanarak boğazına yapıştığı bir kadın var, onun için de yap bir tane. şimdi hepsini saydırma bana, benim bilmediklerimi de ekle. sonuçta bizim günümüz değil mi, tüm gün çalıştık yorulduk, parası neyse verelim. yeter ki kadınlığımız bizde kalsın."

henüz okumuş olduğum ve etkisinden çıkmadığım bir yazı. iyi ki yaşamış. Bu yazının dikkatinizi çekmesi için ne yazılabilir buraya bilmiyorum fakat tek isteğim okunması. Lütfen sözlük, kadınlarımız için.

can alıcı şiir dizeleri

gemiler gibi dünya, gemiler gibi hayat
gemiler gibi yıllar, geçip gidiyor, geçip gidiyor