bugün

entry'ler (564)

masumlar apartmanı

dedeyi insan sabrı sınayıcılığı konusundaki gayretinden dolayı kutluyor, kendisine hediye olarak da çişli çarşafların kokusunu bastırmak için çöp daireye asılmış çam ağacı modellemesi oto kokularından bir kucak dolusu yolluyorum. ayrıca ege ve inci'nin babasını dede, dedeyi baba yapsınlar herkes çok daha rahat eder, tespit gibi tespit. pardon bir karışıklık oldu deseler zerrece rahatsızlık duymam şahsen.

evlilik teklifleri, düğün seremonileri sahnelerinde candy crush oynamak keyfimi daha çok yerine getiriyor açıkçası. o yüzden 4 bölümde şu aşklı kısımları çabucak geçip şappadanak evlenmeleri ve konunun esas meseleye gelecek olması beni ziyadesiyle memnun etti. yalnız, yeni bölüm fragmanından pek tatmin olmadım. dördüncü bölümde aşkından monçiçi gibi gezen han, beşinci bölümde “nerden sardım bu pis pasaklıyı başıma” der gibi bakıyor kadına, yallah çöplüğe han bey.

ratched

belki de ikinci sezonu olmayacak olsa daha güzel olabilecek dizi. sarah paulson çok yerinde bir tercih olmuş, bayılıyoruz.

ilk 4-5 bölüm ilerisi için üst düzey merak oluşturup sezon sonunda pek de karşılığını verememiş olsa da sonunun you'ya benzememesini umuyorum. uzadıkça sıkıntıya girebilecek potansiyele sahip. ama dönem, mekan, dekorlar, çekimler izle beni diyor.

kırmızı oda

binnur kaya'nın bir anda şahika koçaraslanlı olup "aaayyy içim şişti ne ağlıyosun beeaaa" diye böğürmeyeceğinin garantisini veremez bana hiç kimse.
evrim alasya'ya da 5 kilo fondöten sürünce kendisini gençleştirememişsiniz üzgünüm. yok muydu gençliğini oynayacak bir oyuncu? ayrıca evrim hanıma çok teessüf ederim kimseye etmem şikayeti ne hale getirmiş... üzdü.

terapideki sıkıntılara falan değinmeyeceğim, aklı başında olan herkes terapinin komşuyla dertleşir gibi, ağla ağla açılırsın kıvamında olmayacağını bilir zaten.

melisa sözen bebişime çok kalp, ama karakteri hemen iyileştir ve kaç ordan.

masumlar apartmanı

sayesinde yıllar sonra televizyon dizisi (hem de trt) izlemeye başladım.

zavallı farah zeynep, muhtemelen hep aynı etekle koca bir sezonu tamamlayacak. memduh dede casting hiç olmamış. gencecik adam, en fazla baba olacak yaşta. 30 yaşında torunu olması hayal gücünü fazla zorluyor. tabi ki 3. bölümde inci&han ilişkisinin suyu çıkacaktı, şaşırmadım. birkaç bölüm daha ha barıştı, ha ayrıldı, ha yakalandı, ha kaçtı derken sürer gider ben de fenalıklar geçiririm. safiye'nin olayı hemen gün yüzüne çıkmasın, merak edilsin, gıdım gıdım verelim diye güzelim diziyi maria mercedes'e bağlamazlar inş.

birkan sokullu bey maşallah michelangelo'nun elinden çıkma heykel gibisiniz. saçlar da pek güzel. kıps.

öğretmenlerin devamlı ağlaması

haklı bir eylemdir.

benim de söyleyeceklerim var:

ülkede herkes eğitimci, herkes eğitim uzmanı. sadece öğretmenlerin bir şeyleri söylemeye hakkı yok. öğretmenler hiçbir işten anlamıyor, öğretmenler sadece "yatıyor."

meslek kanununun değişimi gündeme gelir, öğretmenlere fikir sorulmaz.
müfredat değişir, öğretmene soran olmaz. sorulsa da öğretmenlerin söyledikleri dikkate alınmaz.
sistem değişir, öğretmenler hayır der, yapmayın der; yapılır, yine dinleyen olmaz.
sonra herhangi bir olumsuzlukta sorumlu kim? tabi ki öğretmen (!)
bu düşüncelerin asıl sorumlusunun kim(ler) olduğunu tartışmayacağım. ama topluma enjekte edilmeye çalışılan öğretmen düşmanlığını kabul edip her şeyin sorumlusunu öğretmenler olarak gören, en ufak dertlerini paylaşmaya çalıştıklarında da "sen de dur artık çok yattın bıdı bıdı" diyenlere de dur demek lazım artık.

pandemi önlemleri kapsamında mart ayında okulların kapandığı tarihten bu yana öğrencilerimle etkileşimde olmadığım tek bir gün olmadı. eba'dan ders anlattım, whatsapp üzerinden soru çözdüm, anlamadıkları konularla ilgili videolar çektim yolladım, denemeler hazırladım, yeri geldi telefonda sınava girecek öğrencilerimle sohbet edip stres yönetimlerini sağlamaya çalıştım. sınava girdiler, tercih aşamasında yardımcı olmaya çalıştım, onlarla birlikte okul araştırdım. bunlardan fazlasını da yapan arkadaşlarım oldu. ee bunlar zaten benim görevim, bizim görevimiz. okullar açık olsaydı da aynı şeyleri yapacaktım. demek ki tek sıkıntı öğretmenlerin evde olması. kusura bakmasın kimse, bunun sorumlusu ben değilim. bu süre zarfında ek ders ücretimi aldım. çalışmalarımın karşılığını alıyorum diye sağlık emekçisi arkadaşım twitter'da yazıyor, "öğretmenler yatıyor, ek ders ücretlerini veriyorsunuz ama bize ek ödeme yapmıyorsunuz " diyor. herhangi bir iş kolunun ücret alamamasının sebebi öğretmenler değildir. bu konuda eleştirilecek kişiler başka tarafta.

okulların açılış tarihi ertelendiğinde öğretmenlerin aklına gelen ilk şey seminerler olur, haklı olarak. mantıklı olan herkesin kalabalıktan kaçmasını gerektiren şu dönemde uzaktan seminer istemek ne kadar abes olabilir? ben online olarak çalışabilecek her meslekten arkadaşımın evinde, sağlık güvencesi altında çalışmasını talep ederim. ama karşılaştığımız cümle: "doktorlar, polisler, hemşireler, memurlar iş yerlerine gidiyor, öğretmenler de gitsin!"
doktorun, polisin, hemşirenin evden çalışması mümkün mü acaba çok parlak fikirli arkadaşım?
özel sektörde insanların it gibi çalıştırılmasının da sorumlusu ben değilim. memura da evden çalışma imkanı varken bu fırsat verilmiyorsa bunu da eleştir. "öğretmen niye evde?" diyeceğine, "o memur niye evde değil?" demen gerekmez mi? insanlara bu güvencenin ve fırsatların verilmesi değil midir insani olan? bu öğretmen düşmanlığı neden? üniversite sınavı orda, üniversite orda, kpss orda. tutan yok.

46 yok olan

final yapacağını öğrendiğimden beri kalan bölümlerini izlemeye korktuğum dizi. bir kenarda "izleyeceğim ben bunu" diye kalsın istiyorum. varlığıyla mutlu olayım falan..
(bkz: seviyorum çok)

muavin boşalmasa erkek arkadaşı boşalacaktı

eeeh diye başlayıp hepsine sövesim var! yettiniz. gerçekten yettiniz! baydı artık şu "ev sahibinin hiç mi suçu yok"çular, hümanizm fedaileri..

öğrenci öğretmeni öldürür "kim bilir öğretmen de ne kadar despottu",
hasta doktoru döver, "ay ama hastası var kim bilir ne kadar kötü durumdaaa:(("
kadın tacize uğrar "mini etek giymeseymiş ehi ehi"
kocası karısını döver "ayh hak etmiştir kim bilir ne yaptı"

saçma sapan durumları bir mantığa bürümeye çalışmak ne ara bu kadar moda oldu? hasta mısınız kuzum? bu ve bunun gibi beyin yapılanmasını tamamlayamamış aklı evveller yüzünden ben neden başıma bir iş gelir mi, tacize uğrar mıyım, dayak yer miyim korkusu taşıyayım? sonra toplaşıp bütün sapıkları topluma kazandıralım, aman da onun psikolojik sorunları var, yok efendim onun açısından bakalım bilmem ne.. başlarım böyle işe. herkesi bağrımıza basmak zorunda değiliz. kohlberg dayının ahlaki gelişim evrelerini çok yanlış anlıyoruz. evrensel ahlak kurallarına uyacağız diye bütün sapıkları iyi niyet elçisi ilan edin bari. çok afedersiniz ama sıçayım böyle işe.

uyuyan yolcunun suratına boşalan metro muavini

insanların iyice zıvanadan çıktığını bir kez daha gözler önüne seren amip kafalı.
benzer bir durum için:
http://yeryuzukadinlari.o...kocu-teshir-ediyoruz.html

ben anlamıyorum bu insanlar bu cesareti nereden alıyor? nasıl bir sapıklık, sapkınlık, manyaklıktır ki bu? hayatımda metro turizmi yalnızca 1 kere ankara-istanbul arası kullandım, onda da neden bu firmayı devamlı tercih etmediğimi defalarca kez, tekrar tekrar kendime hatırlattım. muavinler iş bilmez, şoförler neredeyse öldürme garantili, yolcu profili leş, otobüslerde konfor denen bir şey yok.. daha ne kadar rezil olaylar duyacağız bilemiyorum. hukuk desen zavallı durumda. erkeklerin kendine hak gördüğü, kadınların kimliğine karşı edindiği her tavır gün geçtikçe daha sinir bozucu hale geliyor. sıkıntı zihniyette.

behzat ç

gece gece üzendir.
çok sevdiğim birinden ayrılmış ve bir daha onu hiç göremeyecekmişim gibi hissediyorum
emeklerine, yüreklerine sağlık.

herbalife

ürünlerinin sağlıklı olduğu iddia edilen firma.
hahahahahah.

ben şimdiye kadar hiçbir doktorun, diyetisyenin, beslenme uzmanının kilo vermek isteyen insanlara "amaan ne uğraşçan sporla diyetle, paran varsa al işte herbalife, sağlıklı kilo verirsin" dediğini duymadım. yemene içmene dikkat edeceksin, düzenli olarak sporunu yapacaksın. dükkan kara geçmeyecek. bu işin mantığı budur. fabrika mahsulu işlenmiş ürünlerin tamamen doğal diyerek millete kakalandığı para tuzaklarına kanmamak lazım. kilo verdiriyor verdirmesine de, sağlığından ne götürüyor onu da hesap etmek lazım.
ayrıca sporsuz verilen kiloların ürünler bırakıldıktan sonra çok daha fazla bir şekilde geri geleceği riskini de unutmamak lazım.

intikam

11. bölüme "zorladık zorladık ancak bu kadar oldu" ismini vermeleri gereken dizi.

selen'in, otel odasına girdiğinde yağmur'un dibine kadar gelip hakan'ın gönderdiği kızın tam vaktinde kapıyı çalması suretiyle geri dönmesi, yağmur'un aynadaki kabbaakk gibi yansımasını görmemesi (hatta akıllı senaristler bunun için selen'in çantasını alıp sağından dönüp gitmesini bile ayarlamış asdfghj) falan çok dahiyaneydi gerçekten.

selen'in partiyi basmasından önce rüzgar'ın kakasının gelmesi de (adam bir gitti gelmek bilmedi o kadar saat çişini yapıyor olamaz) nasıl bir kader bilemedim. derin'in yaptığı yemeklerden mi, yağmur ve emre öpüşünce kusası mı geldi, orası muamma. ama yağmur'daki bal kimsede yok, orası kesin. tam selen silahı doğrultmuş hadi baay diyor, o da ne, rüzgar geliyor, emre "hadi bize müsade" kalkışıyla yerinden kalkıyor ve selen yerde, yağmur kurtuldu.. aman pırt. orijinal kıyaslaması yapmak istemiyorum ama revenge'in paralel bölümünün yanında bu bölüm kocca bir sıfır.

ayrıca aslı, ömrün şahika arsoy'un peşinde "şayikanım, ben sizin için her şeyi yaparım" demekle geçecek cınıms. yağmur'u gördüğünde ağzını yüzünü buruşturmaya, "bende niye yok:((" triplerine devam et ezik.

bakanın öğretmen adayına verdiği inanılmaz ayar

bayılıyorum ben bunlara. sistemden kıl kadar haberi yok, bir kpss uygulanıyor ama ne oluyor, neler dönüyor, nasıl bir işleyiş var ruhu duymamış, karşısına çıkıp derdini anlatan insana ahkam kesiyor.

"alınan öğretmen sayısı 80 yılda alınanın 80 katıdır"

al sana bir tane daha "cumhuriyet tarihinin en yüksek alımını yaptık"çısı. 300 bin bilmem kaç küsür öğretmen almışlar. canım, sen onu benim külahıma anlat. birkaç yıl önce sözleşmeli öğretmen adı altında alım yaptınız, ondan sonra onları her yıl belli miktarlarda kadroya geçirdiniz. sözleşmeli olarak atadığınızı, hali hazırda atanmış olarak görev yapan öğretmeni, tekrar atadınız. sayı kabardı. ayrıca bu süre zarfında emekli olanlar da 200 bin küsür. yani ihtiyaç doğuyor. ihtiyaç varsa tabi ki paşa paşa yapacaksınız atamayı. senin bakanlığındaki memur eksikliğini vatandaşın ruhu duymaz, o eksiklik vatandaşın umru da olmaz. ama bir okulu tamamen öğretmensiz bırak, bak bakalım neler oluyor. kendi bakanlığına alım yapmıyormuş hep öğretmen, hep polis alınıyormuş da bilmem ne. ühühühü.

"bu sorun geçmişte bu yüksek okul branşlarının iyi planlanmamasından kontenjan sıkıntısından kaynaklanıyor. bunun sıkıntısını şimdi yaşıyoruz"

hacıt ben en yakın tarih olarak 2007-2008 yıllarında üniversite kontenjanlarının tavan yapmasını hatırlıyorum. siz iktidar değil miydiniz o zaman? ben başka bir ülkede mi yaşadım? bütün eğitim fakültelerinin kontenjanları arttırıldı. maksat işsizlik az görünsün. keriz miyiz? eski dönemlerde yapılmışmış da bunların sıkıntısını onlar çekiyormuş. ah canım. utanmasam ağlayacağım. planla o zaman? işiniz ne? madem yanlışlığın farkındasınız neden devam ettiriyorsunuz? kapatın eğitim fakültelerini, 3-5 tane kalsın. ağzı olan konuşuyor, icraat var mı ondan haber ver binali bey?

"en yüksek puanı almandan başka çözüm yok."

işte en sevdiğim kısım.
çok değil, birkaç yıl önce, kpss birincisi bir fizik öğretmeni. 99.6 puan almış. adam birinci olmuş. birinci. en yüksek puanı almış yani. ondan daha yüksek puan alan yok. en üstte. birinci. anladın?
ama atanamadı. (caps lock)
neden? çünkü o sene fizik öğretmenliğine kadro ayrılmadı. 1 kişi bile almadılar. koskoca ülkede 1 tane bile fizik öğretmenine ihtiyaç yoktu (?)(!)
o arkadaş eylül atamasında atanamadı. daha sonraki alımda (ya şubatta ya da puanların 2 sene geçerli olmasından dolayı bir sonraki eylül atamasında) atandı.
merak edenler için: http://www.memurlar.net/haber/147933/

yani neymiş? birinci olmak bile yetmiyormuş binali bey.

ayrıca mesele yüksek puan almaksa, bazı 40-50 puanlarla alım yapan bölümlere de bir baraj sınırlaması getirin o zaman. 80 üstü puan alan insana "daha yüksek al" demeyi biliyorsan, düşük puan alıp atanmış olanlara da "yeterli" demeyeceksiniz. sonra da yok kalitesiz öğretmen bilmem ne.

intikam

nihal ziyagil'den bu yana, hiçbir dizi karakterinden bu denli nefret etmemiştim: sahte derin, fak yu.

bu nasıl bir içten içe kin, hırs, ezilmişlik, liseli zengin kızın yanında gezen kezbanlar gibi "şunun popülaritesinden faydalanayım"cılık? para karşılığı adımı değiştiririm, ilerde de rüzgar'la sevişirim oyhhşş umarım yakışıklıdır :((( gerçek derin'in geçmişini öğrenirken "arsoy marsoy üff çok sıkıcı rüzgar'ı anlat rüzgar'ı" diye ağzının sularının akması? nihal ziyagil azgınlığı işte. aynı.

bu dizideki bir diğer aptal ve ne işe yaradığını hala anlayamadığım karakter ise aslı.
bu kadar ezik ve fakir edebiyatı bu diziye fazla. multi milyarder bir kadının ayak işlerini yapıyorsun, hayatın bir saray yavrusunda geçiyor, yağmur'u görünce mi zenginlik isteğin kabardı? hahah. bir etrafına baksaydın be güzelim? elin fakiri, gelmiş bir de hakan ve selen'i basınca, "ne söyleyeceğime ben karar veririm" diye atar yapıyor. hahahahaha aslı. komik seni. kiminle dans ettiğini bilmiyorsun bebişim.

o selen karısının da hakan'ın beş metre yakınına bile yaklaşmaması gerekirken, tutmuş senarist.. hakan bir de aşık olsun isterseniz? normal şartlar altında bu hakan'ın o selen'le muhattap olması bile saçma. götü boklu selen'e bak hele..

rüzgar da karısızlıktan kudurmuş gibi bir imaj çizmeye başladı gözümde. kardeşi desen ayrı dert. abisinin yanında dişi sinek görse, "ee sevgili oldunuz mu ;)))" diyecek. ööf.

bu dizide engin hepileri olmasa, izlenmez. ben bu akşam bunu anladım.

ev arkadaşının sevgilisi

nerde durması gerektiğini bilmiyorsa kendisinden de ev arkadaşınızdan da nefret ettirendir.

malesef, based on a true story:

şimdiye kadar üç tane ev arkadaşım oldu. ortak sorun: sevgili.

ilk evimde 3 kişiydik. başlarda gayet güzel gidiyordu. aramızda 5 yaş vardı, ben gariban bir üniversite öğrencisiyken, onlar çalışıyordu. her akşam beraber yemek yapardık, yerdik. sonrasında çayımızı demler, perşembe geceleri aşk-ı memnu izlerdik :( benim mahallenin dedikoducu teyzesi modundaki dizi izlemelerimle gülerlerdi. geyik yapardık, hafta sonları beraber dışarı çıkardık, evde film izlerdik. mutluyduk. ben mutluydum en azından. sonra...

sonra birinin askerde olan sevgilisi askerden döndü. döner dönmez de annesinin elini öpüp soluğu bizim evde aldı. bir gün öncesinde her şey kendini belli etmişti aslında: anne günü hazırlığı gibi bir hazırlık var evde. patates salatası, börek, tatlı, kek... bir hazırlık bir hazırlık... hadi dedik, kızın sevgilisi geliyor, olur öyle. inan olsun aklımdan kötü tek bir şey bile geçmedi. sevgilisidir, gelecek tabi dedim. ama nerden bileyim ben işin bokunu çıkaracağını...

neyse, gel zaman git zaman çocuk iyice bizim evi lokanta olarak kullanmaya başladı. bizim kızda da ona özel yemek yapmalar, "ay canım bak şundan da ye" demeler, çocuk kırk yılın başı olur da gelmezse yemeğin hazırlanması, masanın kurulması ve kaldırılması namına hiiiçbir işe o pambık ellerini değdirmemeler falan... işte orda biz diğer ev arkadaşımla kıllandık. lan dedik, çocuk geleceği zaman yemek yapıyor, e onu da bize mi yapıyor? ben acı yiyemiyorum, çocuk seviyor diye basıyor yemeğe acıyı. ben yemeyince de "aa, ben sen seviyorsun sanıyorduum?" diye salağa yatıyor. nutella alıyoruz, izbandut sevgilisine kaşık kaşık yediriyor. içten içe "yi tosunum, yi goçum, yi bak bunu biz ortak aldık ama bu enayiler yiyemeden sen yi" diyormuş gibi hissetmeye başladık. temizliğe bulaşmamalar, sadece kendi odasını temizleyip kenara çekilmeler... sonunda bir yerde patladı tabi. ben söyleyemem böyle şeyleri. daha doğrusu, ben bu konuda biraz fazla düşünürüm (enayiyim ya); bırak sevgiliyi, kız arkadaşım bile gelecek olsa acaba bir şey derler mi, rahatsız olurlar mı, ayıp olur mu diye gerim gerim gerilirim. herif orda nutellayı kaşıklıyor, ben hala bişey derler mi ik bik... neyse, diğer ev arkadaşım dişlidir biraz, o pat pat söyledi şöyleydi böyleydi falan diye, bizimki de topladı pılısını pırtısını, taşındı evden.

geride 2 kişi kaldık. son derece mutluyduk. ev lokanta olmaktan çıkmış, sıcacık bir yuva oluvermişti (fırk..). birkaç ay böyle gül gibi yaşadık. sonra o da sevgili buldu. sevinmedim mi, çok sevindim. çocuk ara sıra geliyor, geldi mi mutlaka bir şeyler getiriyor, getirmemişse eve bir şeyler söylüyor. işin maddiyatında değilim. kimsenin bir şey ısmarlamasına muhtaç da değilim çok şükür. ama düşünmesi yetiyor işte. neyse.

sonra bu çocuk baktım yavaş yavaş eve yerleşmeye başladı. bir geldi, 1 buçuk ay falan bizde kaldı. gitmek bilmiyor. sinirden kendimi yiyorum. evi yok mu bunun, gitsin evinde kalsın falan diyorum. ama kendi kendime diyorum anca. bereket sonra iş için başka şehre gönderdiler de kurtulduk. ne yalan söyleyeyim bir zararını görmedim çocuğun ama bu iş başka bir şey ya. öğrenci evi diye oluyor hep bunlar...

sonra o ev arkadaşım evlendi barklandı. gelin gitti. ben kaldım ortada. ev arkadaşı bulamıyorum, okul tatile girecek. öğrenci milleti dağılacak, olasılıklar daha da azalacak. evi boşaltmam ya da acilen bir ev arkadaşı bulmam lazım. derken bir arkadaş vasıtasıyla birini buldum. başka eve taşındık beraber. her şey iyi hoş yine. yalnız bu sefer bir fark var: bu kız başta erkek arkadaşım da gelebilir mi diye beynimi şeedercesine defalarca kez sordu. ben de önceki deneyimlerinden hiiiiç ders almamış bir saftirik olarak, "tabi ki gelebilir" dedim. o "tabi ki"nin orda ne işi var, hala anlamış değilim. dilim tutulsaydı.

bu önceleri akşam yemeğini yiyip gidiyordu hemen. sonra biraz daha geç saate kalmaya başladı. sonra baktım bizim uyanık, "geç oldu, bu akşam kalsın mı burda?" demeye başladı. sonra baktım hafta sonları bizde kalıyor. daha sonra hafta içi de kalmaya başladı. her şey adım adım, eşik yöntemiyle, çok göze batırmamaya çalışarak adım adım yapılıyor. oh ne güzel dünya. önceleri çok fazla üzerinde durmadım. kız ilk defa eve çıkıyor, hevesini alsın dedim ama ne hevesmiş arkadaş iki yıldır al al bitmedi. ben de baştan tavrımı koymadığım için sonradan önüne geçemedim bu durumun.

türlü türlü oyunlar yaptım derdimi anlatmak için. kendi erkek arkadaşıma, kendisi zaten haftada 1-2 kez geliyor olmasına rağmen, "sen bir süre gelme, belki o da anlar da gelmez" dedim. hahahahahaha. salak kafa. bok anlar. poposunun umru olmadı. bir iki kez düşünür gibi oldu, benim öküz ev arkadaşım, "aşkıııım olur mu öyle şey yaa" diye hemmeen olayı çevirdi. allah da belasını versin.

son durum: ben odamda sinirden stresten kendimi yerken, onlar kızın odasında fosur fosur uyuyor. siz siz olun, eve çıkacaksanız temizlik bulaşıkmış bilmem neymiş bunların hiç acelesi yok, önce sevgili konusuna açıklık getirin. elalem sümdük sevgilisiyle rahat edecek diye, aman ikilik çıkarmayayım, aman kalp kırmayayım falan demeyin. baştan yapın anlaşmanızı. tavrınızı koyun. ve asla o sevgilinin evinize o kadar çok girip çıkmasına izin vermeyin. sonra kendinizi "allahım ayrılsınlar da kurtulayım" diye dua ederken bulursunuz.

sözüm size sümdük, yapışkan, sevgilisinin evine çöreklenen sevgililer: çıkın gidin lan o evden. sizle mi uğraşacak millet? sabah akşam sizin yüzünüzü görmek zorunda mı o ev arkadaşı? yürü git!

ev arkadaşının nefret edilen huyları

ev arkadaşı denen hayati oluşumu her gün gördüğünüz için, bir zaman sonra, normal şartlar altında poponuzun umru olmayacak hal ve hareketler size batmaya başlar. hatta durup mantıklı bir şekilde düşündüğünüzde dünyanın en saçma insanı olarak kendinizi aday görebilirsiniz bile ama öyle olmuyor ne yazık ki. çok ufak tefek şeylere takılırsınız başta, sonra bir bakmışsınız o ev arkadaşının varlığı dert olmuş. ben böyle bir sürecin sonunda, "bundan sonra ev arkadaşı mı? tövbe" noktasına gelmiş bulunuyorum.

ev arkadaşlığı konusunda en sinir bozucu şey sevgilidir. o sevgili sizin evinizde, kendi evinde kaldığından daha fazla kalıyorsa işte orda çok sıkıntı çıkıyor. ne elalemin evine çöreklenin, ne de sizin evinize çöreklenilmesine izin verin. birinci kural bu. benim ev arkadaşım ilk zamanlarda her gün "yemeğe gelebilir mi, akşam burda kalabilir mi?" diye sorardı. ben de ayıp olmasın diye (salak kafam salaaaak) "tabi ki kalabilir ne demeekk:)" diye cevap verirdim. şimdi çocuk kira vermeyen 3. ev arkadaşım oldu. ev arkadaşının "ben rahatsız oluyorum, bu kadar sık kalmasın" demekten çekinebileceğini düşünmeyen, "kalsın tabi" deyince bunun bokunu çıkaran ev arkadaşları, go to hell!

ikinci önemli konu temizlik: ben mecbur değilim hem ev arkadaşımın hem de onun göt biti sevgilisinin ortalığı rezil etmesinin üstüne temizlik yapmaya. ama içimdeki ev kadını ruhu izin vermiyor, kız kapıdan çıkar çıkmaz süpürgeyi elimde buluyorum. kızartma yaptığımız teflon tavayı güya yıkayıp yağ içinde yerine koyduğu için, onun yıkadığı(?) tavayı arkasından tekrar yıkıyorum. "pislik içinde yaşamaktansa, o yapmıyorsa sen yap" düşüncesiyle ev arkadaşı olunmaz. bu, sadece faturaları ödemek için varsın demekle eşdeğerdir. eğer iş yapmaya o nazik ve büyük popon yanaşmıyorsa, yurda çık canım. ben neden enayilik yapıp o her anı kıymetli vaktimin çoğunu senin arkanı toplamakla geçiriyorum da, sen o temizliğin sefasını sürüyorsun? temizlikten anlamayan, banyodan sonra biriken saçlarını toplamayan, bulaşık yıkamayı bilmeyen ev arkadaşları, siz de go to hell!

üçüncü mesele, tabi ki yemek: ağzınızın tadını biliyor, yemeğe ayrı bir anlam yüklüyorsanız, kötü yemek yapan ama dünyanın en eşsiz lezzetini yakalamış gibi davranan ev arkadaşınızı, o çorba gibi yaptığı pırasa yemeğinin içine kafasını sokmak suretiyle işkenceye maruz bırakma isteğine sahip olabilirsiniz. başlarda "olsun ya, zamanla öğrenir" dersiniz, ama bakarsınız yemekler gün geçtikçe daha da berbatlaşıyor. söylediğinizde de suç oluyor, kız çemkirmeye başlıyorsa abaav...

ve son olarak, sizin gözünüz gibi baktığınız tencerelerinizi, tavalarınızı, bardaklarınızı, tabaklarınızı hunharca kullanıyor, kırıldığında, sizin içiniz yanarken maymun oynuyormuş gibi bir ifade takınıyor, odasında yediği şeyi yıkamıyor/veya makineye koymuyor, gece boyu odasında bekletip kirlerin tabakta kaskatı kesilmesine aldırmıyor, çoğu eşyanın bok olmasına sebep oluyorsa, olmaz olsun böyle ev arkadaşı.

sayesinde sinir hastası olacağım. evden taşınırken arkamda bana ait bir adet çöp dahi bırakmama ve kendisini son derece mağdur etme gibi hain planlarım var. taşınacağım günü iple çekiyorum zafer benim olacak dımdızlak ortada kalacak nihahah.

intikam

kendisinden bir aşk-ı memnu heyecanı, entrikalar, nihaller, cemileler, firdevsler bekliyordum ama çıka çıka frijit yaprak dökümü sedef, koca popolu şahika, bağlanma sorunum var ama yağmur bir başka diyen emre çıktı. aliye'deki doktor deniz'in akıbetini hep merak etmiştim, o da cafe açmış ve ismini rüzgar olarak değiştirmiş demek, öğrenmiş olduk.

leyla'yı ilk bölümden sonra bir daha görmemeyi bekliyordum, ama şimdi yine paçayı kurtarmıştır bu diyorum. gerçek hayatta anca baby shower partilerinde boy gösterebilecek tipteki bu kadını şahika arsoy en yakın arkadaşım diye yanına almış. piiu.

ayrıca da o selen'e bacak boyu kadar topuklara sahip ayakkabıyı giydirenleri de alkışlıyorum. televizyona kusacaktım az daha.

elif çakır

kanal 24'te sunucuymuş kendisi. bu akşam ömer dinçer'i konuk etmiş, biraz izleme gafletinde bulundum, aman yarabbi.

sanki kuliste muhabbet ediyor ömer dinçer ile. 4+4+4'ü okuyamadı bir türlü önündeki kağıttan. "dört artı... dört.. ar.. eğitim sistemi.." geveledi durdu, "amaan her neyse işte o" diyecek diye bekledim, demedi bereket. bunu oraya sunucu diye oturtanın aklına şaşarım. konuşma yetisi yok bu kadının resmen. sorduğu soruların kalitesi de ayrı konu:
-en son hangi kitabı okudunuz?
-ne tür filmler seviyorsunuz, en sevdiğiniz film hangisi?
-okul anılarınız?

getirin el falınıza bakayım, eşinizle nasıl tanıştınız bi anlatsanıza çok merak ettim (^_^), allah aşkına oturmaya da gelin falan demedi, şaşırdım.
bu ne be?

intikam

çeşit çeşit hatalar, insanın gözüne gözüne sokulan absürdlükler barındırsa da, izlenebilecek bir dizi olmuştur.
ilk bölümü çarpıcı olup sonradan koca bir nanik yapmasından iyidir. baştan vasat girdi, sonradan düzelirse ne ala. bu haliyle perşembe günlerini iple çektirtmez belki ama, en azından aynı saatte karşısında rakip bir dizi olmayışı kendisini izlenebilir kılıyor.

- ilk olarak nejat işler'i bu dizide görmek bir behzat ç. fanı olarak beni son derece üzdü. ercü :((
ayrıca nejat işler'i aliye'deki doktor deniz halinden sonra bir daha keko aşık rolünde görmeyiz heralde diyordum, vay başıma gelenler. 6-7 yaşındaki sümüklü bir kıza aşık olup ömrünü onun yolunu gözleyerek geçiren bıçkın bir delikanlı rolüne nejat işler oturmuyor. kaldı ki böyle ütopik bir role ray ray kasım bile oturmaz.

- yaş demişken, ben bu yaş olayına çok takılıyorum. işte bu konudaki saçmalık da dizideki en büyük hata olmuş. çocukların yaşları ve büyümüş halleri bir derece kabul edilebilir de, o köpek işi bozuyor hafız. köpek olmayaydı iyiydi.

- beren saat'in köşklü, yalılı, zenginli bir dizide hemen bihter'i hatırlatması bu dizi açısından pek iyi değil. ha, ben bihter'imi çok özledim, orası ayrı. karakterin ismi bihter olsaydı bari, en azından yabancılık çekmezdik.

- şahika rolünde gözler nebahat çehre'yi aradı mı? aradı. en azından kendisinin stilist falan olarak kamera arkası ekibe acilen dahil olması gerektiği kanaatindeyim çünkü kıyafetler facia. bizim şahika ise o kudretli kadın rolünde çok sırıtmış. daha çok haldun'un metresiymiş gibi. haldun da zaten sünepe mi, cingöz mü belli değil. nasıl bir aile lan bu?

- şu dizilerde belki de en eğreti duran şey, bir perukla karakterin gençliğine dönebilmesi. teknoloji ne halde, bunlar ne yapıyor? bir makyöz tutamadınız mı yazıklar olsun :( beren'in sarı peruğuna söyleyecek laf bile bulamıyorum, şahika'nın kaküllü peruğunun da beren'inkinden altta kalır yanı yoktu. beren'in peruklu hali yerine şunu animasyonla ekleyeydiniz daha iyiydi: http://i.milliyet.com.tr/...ter-istenmedi-538247.Jpeg

- evin şımarık kızı rolündeki kızı nerde görsem kusayazıyorum. cemre midir nedir (abisi de emre ahaha iyi ki 3. çocuk olmamış feci isim sorunu olurdu kadın obsesif panpalar:/), işte bu kızın acilen amerika'ya falan okumaya gönderilmesi gerekiyor. acceyip gereksiz. zannımca zaten dizi boyunca barış'ı kafalamaya çalışmaktan, "fakirlerle macera yaşıyorum ama sayko annem ve zenginli arkadaşları falan görürse bütün karizmam gider" demekten ve de dizinin başında gördüğümüz emre'nin ölüm haberini ana saykoya iletmekten başka bir işe yaramayacak. yani umarım.

- ve engin hepileri dizinin esas elemanı olacak. herkes ona bayılacak. nejat işler buna dayanamayıp diziden ayrılacak ve behzat'a geri dönecek. temennim bu yönde. amin.

soğuk bir kış günü sevgilinin gülüşüyle ısınmak

insan üstü beceridir.
(bkz: soğukta romantik olabilmek)

"inanır mısınız, en büyük zevklerimden biri yağmur veya kar yağarken elime çayımı/kahvemi alıp pencerenin önüne oturup kitap okumaktır. hayatı twilight tadında yaşıyorum. hatta bir tane de sırf bu mucizevi hala olayları için sakladığım bir kedim var. annemin hırkasını da hacıladım, bana 3 beden büyük geliyor hırkanın içinde kayboluyorum. tam romantik kız hırkası oldu çok mutluyum.

işte ben bu kadar romantik bir insanken, bu muhteşem kar olayını sevgilimle pekiştirmeden durur muyum?
en büyük zevklerimden biri de, kar yağdığında hemen sevgilimle dışarda buluşmaktır. sümüğümüz donsa da o soğukta, birbirimize gülümseriz ısınmak için. ayyy çok müthiş bir şey bu. popişlerimiz uyuşur soğuktan ama biz yine de gülümseriz. bu gülüş bizi nasıl ısıtıyor hala çözemedik. bir enerji var galiba gerçekten."

valla hacıt, ömrüm olduğu sürece bu ve buna benzer bir romantik gerilim, böyle bir kafayı yemişlik, böyle bir leylalık yaşayabileceğimi sanmıyorum. soğuk bir kış günü mümkün olduğunca evden dışarı adım atmam. işim gücüm varsa da antartika'ya gidiyormuşçasına giyinir öyle çıkarım evden. işten sonra da dosdoğru eve gelir, polar pijamalarımı giyer, ayağıma patik geçirir, kaloriferle sarmaş dolaş olurum. sevgilim dışarda buluşalım derse ona bir güzel, manyak mıyız biz ne işimiz var soğukta dışarda diye hönkürürüm. sevgilinin gülüşünü o soğukta algılayabilen insanlara karşı alien muamelesi yapıyorum ben.

memurlar net

egosu çok yüksek site.

"ösym sadece bize açıkladı, biz uyardık ösym düzeltti, biz dedik bakanlık yaptı" gibi haberler yapıyorlar ya da yapılan bir haberde "daha önceden bu konuda uyarmıştık, düzelttiler" şeklinde not düşüyorlar. biri de bunlara demiyor ki, aga sen kimsin? herhangi bir bakanlığın, kurumun, kuruluşun resmi bir sitesi falan değilsin, kıytırıktan bir forumlu haberli abazanlı kezbanlı bir sitesin. ösym ya da bakanlıklar sana niye açıklama yapsın ya? ahahaha. sende duyduğu gördüğü bir haber olsa bile adamlar gider kendi resmi sitelerinde duyuru yazar. ki ösym öyle yapıyor mesela.

kazımcığım, ben bakanlığın sitesine koymaya üşendim, sen yazıver ulu memurlar.net'e. altına da xoxo kib yaz, anlarlar.

çok garip ve komikler ya. ahaha. akıl fikir...