bugün

Saat 2.43

Üç sene önce, izmirde, dünyayı ayaklarımızın altına almışız gibi bir manzaraya karşı onu izliyordum. Bir şeyler anlatıyordu. Hep bir şeyler anlatmazlar mıydı zaten...

Tepeden bakıldığında parıltısı gözleri kamaştıran ama arka sokaklarına girince o pis ruhu içinize işleyen izmir gibiydi. Gözlerimin gördüğüyle ruhumun gördüğü arasında uçurumlar vardı. Onu her hissedişimde çürüyordum sanki.

Belki de saatlerce Onun o güzel kesilmiş saçlarını izledim.
Benimkilerse sanki özellikle çirkinleştirilmiş gibiydiler.

Gözleri sürekli parlak yeryüzündeydi, belki de bir kere de olsa o karanlık göğe baksa...

Saat 2.57

Sıcaktan bunaltan bal sarısı saçlarını omzunun gerisine attı ve yavaşça bir nefes verdi gökyüzüne. Gece bu iç çekişi sakince içinde boğdu.

Tırnaklarıyla oturduğumuz tahta banka vuruyordu. Tüm vücudu yeni avına hazırlanmış bir yırtıcı gibi gerilmişti. Acaba neden her zaman tetikteymiş gibi duruyordu?

Acaba onunla film izlemek nasıl olurdu diye düşündüm. Kollarımın arasına alıp saçlarını okşarken vücudunun gevşeyişini hissettim parmak uçlarımda. Belki de kollarımda uyuyakalırdı.

Belki filmi çok severdi. Belki de nefret ederdi. Belki de gevşemezdi kollarımda ve rahatsız olup defolur giderdi...

Gözlerini bana döndü.

Saat 2.59

Gözlerinin içine bakıyordum. Bal rengi gözleri karanlıkta zifiriye dönmüş, pembe dudakları yarım açıktı. Konuşmuyordu, gözlerini bile kırpmıyordu, öylece karşımda donmuştu.

Bir elimde rüzgarın yavaş yavaş erittiği sigaramın dumanı, saçlarının kokusuna karışarak burnuma ulaşıyordu.

Ölsün istiyorum. Şimdi şuanda onu aşağıya itebileceğim bir uçurum olsun önümüzde ya da kaldırımdan söktüğüm bir taşla kafasını ezeyim...

Can çekişsin istiyorum. Acı çekmesin... Benden uzak dursun istiyorum. Ama bu tenime dokunmuyor oluşuna öfkelenmeme engel olamıyor..

içimdeki bu öfkenin nedenini bilmiyorum. Tek bir mimiğim oynamadan oturmaya devam ediyorum.

Bir saç teli bile kıpırdamıyor. Fotoğraftaki bir anın içerisinde gibiyiz.
Zaman farklı akıyor.

Saat 3'te eve dönmek zorundayım. Tanrıların bir cezası olmalı bu donuk an. Yoksa eve gitmeme izin verirlerdi.

Hayran olduğum gözlerinin içine bakarken, onun hayatını mahfeden adamın hikayesini dinliyordum.

Kalçasına değen bal sarısı upuzun saçlarının yanında ensemin göründüğü rastgele kesilmiş çirkin saçlarım kafa derime ağır geliyordu.

Saçlarım onunkiler kadar uzun ve güzel olsaydı sever miydi acaba beni?
...

"Sana bir içecek sunacağım." dedi "Bunu içtiğin zaman derin bir uykuya dalacaksın ve her zaman arzuladığın gibi normal bir insan olarak uyanacaksın."

"Ama? Mutlaka bir 'ama' olmalı değil mi? Hiçbir şey karşılıksız olmaz."

"Ben olmayacağım.
Tek fark bu.
Benim hiç varolmadığım bir dünyada uyanacaksın. insan olarak doğduğun için bana ihtiyaç duymadıgın ve hiç yaratılmadığım bir dünya..."

"Peki ya ben seni istiyorsam?"

"Böyle bir şansın yok."

"Neden? Seçim hakkım olmalı. Bu haksızlık değil mi?"

Durdu ve gözlerimin içine baktı. Eliyle aşağıda kopan kıyameti gösterdi. "Yaşamak istediğin dünya bu mu? Şuraya bak. Gerçekten yaşamak istediğin dünya burası mı? Her gün defalarca intihar ettiğin bu paradoksun içinde mi kalmak istiyorsun!
Haksızlık nedir biliyor musun? Bu tek ve harika seçeneği geri çevirmek."

"Sen geldiğinden beri hiç ölmedim." gözlerim doluyordu. "Benden sensiz kalmamı bekleyemezsin."

"Doğduğun yeni dünyada hiçbir şeyi hatırlamayacaksın. Bende dahil. Her zaman istedigin hayatı yaşacaksın işte daha ne istiyorsun?"

"Ama sen olmayacaksın."

"Evet ama sen benim olup olmadığımı bilmeyeceksin. Hiç varolmazsam beni nasıl özleyebilirsin?" haklıydı. Nasıl özleyebilirdim ki? "Benim yaratılış amacım senin yalnızlığını dindirmek. Bırak da varlığım amacını tamamlasın."

"Sen benim yalnızlığımı paylaşmak için benimleydin. Dindirmek için değil..." gözlerimin içine baktığında yaşadığım hayal kırıklığını gördü. Elindeki şişeyi ağzına dikip sertçe dudaklarıma yapıştı.

Ağzımdan içeri kayan sıvı kalbimin hızlanmasına neden oluyordu. itmeye çalıştığımda kollarını bir türlü çözemedim. Boşluktan önceki tek gerçekliğim dudaklarından dudaklarıma akan karanlık sıvıydı.
Herkesin sahip olduğu, sonu ancak hayallerimizde olan hikayelerdir.
Kimisi orada bile tamamlayamaz sonunu. Daha sonradan Pişman olmamak için hiçbir hikayeyi yarım bırakmamak gerekiyordur belki de.

*****

Senin saçların niçin kumral,
Niçin siyah, niçin beyaz?
Ellerin niçin konuşur,
Niçin konuşmaz?

Niçin güler gözlerin,
Baktıkça?
Niçin gülmez,
Yakınlaştıkça, uzaklaştıkça?

Niçin bir şey beklemiyorsun,
Yarınlardan?
Niçin ağlıyorsun, niçin ağlamıyorsun,
Yaşanmışlardan?

Bilme, niçin biliyorsun?
Seni saran aşkların farkındasın, şiirlerle.
Unutmak istiyorsun, unutamıyorsun,
Aynı kelimelerle..

Senin saçların niçin öyle?
Siyah, beyaz, kısa uzun..
Öldürmekten daha ağır bir şey,
Niçin anlamıyorsun?

(bkz: özdemir asaf)
benim de var öyle bir yarım kalmış hikayem.
Yavaşça yanağını avucumun içine yasladı. Gülümseyen gözlerle gözlerime bakıyordu.

Bir anı...

Bir anı daha ne kadar can yakabilir?

Rüyamda, gözlerinden yanağını yasladığı avucuma doğru göz yaşları süzülmüştü.

Onu son öptüğümden bu yana hiç ağlamış mıydı acaba?

Onu son öptüğümden bu yana...
Acaba o cinayeti kim işlemişti diye düşündü yavaşça arkasına baktı ama kimsecikler yoktu ortada. Tek başına bir kış gününde yapayalnızdı işte. Birden ayağa kalktı ve başıma kalmasın cinayet diye iç geçirdi. Bir de ne görsün ileriden polis siren sesleri geliyordu...

Edit:okumadan yazarsam olacağı bu işte. Rezil olduk evet.
bir dudağın
bir çileğe yakışmasını gördüm
bir kokunun bir kokuya dokunmasını
bir uzun tırnağın bir tene seslenişini
gördüm.

bir parmak ucu ile bir kasığın
ne güzel anlaşabileceğini
bir terin bir boyundaki yolculuğunu
gördüm.
sıvıların karışımını
ve buharlaşan her bir damlanın kıskançlığını gördüm
geldim. gördüm.
gördüm. geldim.
yazdım.

korkma.
ruhların çığlıkları bunlar.

***nickless cage nickli yazardan alıntıdır.
franz kafka - şato.
sıradandır, dünya tamamlanmış değil, yarım kalmış hikayelerden oluşuyor.
tamamlanan hikayeler efsane oluyor saten.
Yarım kalmış yaralardır.

Paylaşılacak bir hikayem var ama nasılsa okunmayacak anasını satayım diyip susuyorum.

Uzun hikayeleri okuyan kim kaldı ki?
Saat 3

Genç bir kadın duvara yaslanmış, açık camdan süzülen sokaktaki sesleri dinliyordu. Gözleri buğulu, bakışları sabitlikten uzaktı. Dudaklarındaki sigaranın çıtırtısıyla hipnozda bir insan gibiydi. Ne yapacağını bilmiyordu, neyi düşünmesi gerektiğini bile bilmiyordu, yarını planlamayı bırak bugününü bile yaşayamıyordu. Olduğu yerde dumanlı havada sessizliği dinlerken sokaktaki hayaletin yansımasıyla irkildi.

Orada kafasındaki geniş şapkasıyla ve güzel kıvrımlarını çiçek yaprakları gibi saran ince bir elbiseyle gecenin içinde beliren hayaleti tanıyordu. Asil hareketlerle kan kırmızısı dudaklarına sigarasını götürmüştü.

Mum ışığında birbirlerine verdikleri sıcak sözlerin şu an bu kadar uzak olduğunu bilmek ona acı veriyordu. En sert kış gecelerinden birinde rüyasında yanağına dokunmuştu. Yaşayan hiçbir varlığın eli bu denli ılık ve insanın midesini kasan bir hisle dolduramamıştı içini.

Unutulmaktan hoşlanmazdı.

insanların onu görmezden gelmesine alışmıştı, biliyordu. Her gece kendine ve ona yeminler edip asla bırakmayacağını söylemişti. Onu unutmayacağını, yitip gitmesine izin vermeyeceğini söylemişti.

Şimdi sıcak odasında camından gelen ılık rüzgar eşliğinde onu izlerken geçmişte emin olduğu bunca şeyin ne kadar saydam olduğunu hissetti. Sokakta hüzünlü bir zarafetle onu izleyen kırmızılı kadını çok uzun zaman önce yine böyle ılık bir gecede terketmişti. Yanağına dokunan elleri buğulu sisin arkasında kaybolmuştu.

Ona duyduğu özlemi içinde bastırarak sigarasını söndürdü ve perdeyi çekti. Hayallerin içinde yaşamayı çok uzun zaman önce bırakmıştı. içinde boğduğu hislerle birlikte onu unutmalıydı.
Fırtınalı bir gecenin derinlerinden göğü yaran bir çığlık düştü toprağa. Gözlerini zar zor aralıyordu. Kanla yıkanmış zemin arkadaşlarının umutlarına mezar olmuştu.

Surların içerisinde katledilen çocukları düşündü istemeden. Hayatını ortaya koyarak korumaya çalıştığı, onuruyla savaştığı toprakları kaybetmişlerdi. Bütün savunmaları yarılmış, kralının ve kraliçesinin başsız vücutları sokağa atılmıştı. Maria elbette kaçmamıştı, önce çocuklara son sütlerini içirmiş sonra da alınlarından öperek üzerlerini örtmüştü. Çocuklar hiçbir şeyden habersiz huzurlu bir şekilde son uykularına yatarken ne hissetmişlerdi tanrı bilir. Kendisi de yarısı bitmiş zehir şişesinden yudumlayıp evi ateşe vermişti çoktan. Bu barbarların vicdanına kalmaktansa huzurlu bir ölümü tercih etmişti elbette.

Acaba kendisinin bu savaş alanında son nefeslerini verirken hayal ettiği gibi o da kendisini hayal etmiş miydi? Birbirlerini ilk gördüklerinde beline uzanan dağınık ve kızıl saçlarının güzelliğini düşündüğü gibi o da onun genç ve heyecanlı çehresini düşünmüş müydü?

Göğsündeki cebinden ezilmiş karanfilini çıkardı. işler gerçekten kötüye giderse ve savaş meydanında ölürse, bir mezarı bile olmasa da, çiçeksiz kalsın istememişti Maria.

Ah onunla yaşlanabileceği uzun ve güzel bir ömür için neler vermezdi. Maria saçlarına aklar indiğinde ve her yeri kırış kırış olduğunda bile ülkenin en güzel kadını olacaktı, emindi. Peki ya iki güzel kızı yaşasalardı gençliklerinde nasıl görüneceklerdi?

Suratına inen her bir yağmur damlası yanında yatan dostunun bedeni kadar soğuktu. Ölümleriyle ona ait tüm anıların da silinmesine sebep olan sevdikleriyle beraber, dünyada kimse tarafından hatırlanmadan, bu toprakta kaybolup gidecekti.

Uzaklardan kopan bir gök gürültüsünü hayal meyal duydu. Acısını hissetmemeye başladığında ölüm rüyaya dalmaya benziyordu belli ki. Tüm sesler ve şekiller buğulanmıştı.

Keşke ölmeden önce son kez güzel yıldızları görebilseydi. Keşke Maria'ya söz verdiği o pikniğe gidebilmiş olsalardı. Keşke kendi yağında kavrulan bir çiftçi olsaydı da çıktığı yıllar süren seferlerinde büyük kızının da küçük kızının da ilk kelimelerini kaçırmış olmasaydı. Keşke hayata daha fazla iz bıraksaydı.

Keşke...
Bir zamanlar insanın içini acıtan ama sarhoşken ve izmir'deyken umrumda olmayan hikayelerdir. Hayat bazen gerçekten çok tuhaf.
neye göre yarım kalmış ya da neye göre tamamlanmış diye sorduran hikayelerdir. ne olsa tam olurdu ya da ne olmadı da eksik kaldı? belki biz eksik zannediyoruz ama çoktan tamamlanmıştır. tam zannediyoruz ama eksiktir. bilemiyorum altan.
Gözlerin boşluğa bakıyor.
Eksik bir şey var.
Kaçıp gitmek istiyorsun.
Hiçbir yere gitmeden olduğun yere sığınmak istiyorsun.
Mutlusun.
Ağlamak istiyorsun.
Yürürken aklında binbir çeşit senaryo...
Hiçbir yere ait olamıyorsun.
Tamam oldu dediğinde bir şeyler geri tutuyor.
Nefes alamıyorsun.
Yaşayamıyorsun.
Bir şekilde zaman geçiyor.
Ölmek istemiyorsun.
Hayallerin içinde dalıp gidiyorsun.
Faturaların, hayat mücadelesinin içine atılmışsın.
Bir süt alırken bile düşünüyorsun.
Gençliğini yaşayamadan yitip gitmek istemiyorsun.
Gençliğini yaşayamıyorsun.
Kalabalıklar içinden geçerken korkuyorsun.
Eksik bir şey var.
Ne denizin tuzu, ne göğün mavisi tam geliyor.
Sanki kuşlar tam uçamıyor, balıklar tam yüzemiyor gibi.
Ne tam mutlu olabiliyorsun ne tam yaşayabiliyorsun.
Yazmayalı yıllar olmuş.
Önceden yaşamak için tutunduğun son dalınken bir anda tamamen hayatından çıkmış.
Sıcak meltemlerin estiği yüzlerinde özlem dolu bir hiç olmuş.
Dünya yok olacakmış gibi karlar yağmamış kışlarında,
Küçük bir çocuk kahkahalar atarak parklarda oynamamış.
Koyu kahve gözlerinden simsiyah saçlarına uzanan kirpikleri yaşlarla dolmamış.
Gamzeleri kıvrılmamış mutluluk dolu bir gecede.
Ne kavuşabilmiş ne vazgeçebilmişler...
Kaleminin ucunda yeşeren yaşamları toz tutmuş.

Geride kalan defterlerini okudukça özlem duymuşsun.
Şimdi de on yıl önceki ben ne yapardı diye düşünür durursun.

Yarıda kalan hikayelerin tamamlanmamış aşklarına bir sigara yakmak için ne güzel bir gece.
yarım kalan hikayeler tamamlanmadığı için daha çok akılda kalıyormuş. tamamlansa belki hatırlayamacakmışız bile. o yüzden çok da kafaya takmayın diyor uzmanlar.
Susuşların menbaı onlardır. Konuşmanın katili de... Boğazında düğümlenir anlatacakların. Hayata öflezirsin, ölüme ise yakınsak... Dünya dönüşünü şu an durdursa, gece yarım kalmaz; biz durdursak sesimizi, soluğumuzu, nefesimizi yarımdan da öte eksik kalırız. Boş bir kağıda ressam bir şeyler çizer, ilhamını kaybetmişse kalemi bile değdiremez.
Kuşkusuz yoktur. Hep olayın tam ortasında buluruz kendimizi. ilk anımız yoktur, ilk defa ne zaman kendimizin ya da yaşadığımızın farkında olduğumuzu cevaplayamayız, bir anda böyle buluruz kendimizi. Sadece bunu sorduğumuzda söz konusu olur. Yaşadığımız şeyler, ilişkiler bundan farklı değildir. Biz öyküleştirsek de bunlar başlayan ve biten, olan ve tamamlanan şeyler değildir; bir anda kendimizi içinde bulduğumuz gibi bir anda dışında onu hatırlarken buluruz. Bu Yarım kalmışlık ya da bitmişlik değil. Bugün ayrı olmak, o gün birlikte olmakla aynı derece kendimizi birden böyle bulmaktır, daha trajikomik olanı ise bu bir öyleden böyleye geçiş bile değildir. Bu sebeple dün dediğimiz tarihte gündelik denecek kadar az imkan gerektiren mümkünlerin sadece birazcık bugün sonra nasıl ulaşılamaz bir şey olduğunu anlayamayız. Diye yanlış duydum dışarıda yüksek sesle müzik dinleyen adamların dinlediği şarkının sözlerini.