bugün

(bkz: vefa anadolu lisesi)
(bkz: vefa bozacısı)
istanbulda Bozacısıyla ünlü bir semttir.Eminönünde bulunur.Tarihi Vefa bozacısı da bu semttedir.Ayrıca Ugur dündar'ın,Müjdat Gezen'in ve de Kemal Sunalı'ın okudugu vefa lisesi de burdadır.
boza,okul ve semtten başka,insanların birbirini unutmaması üzerine kurulu güzel bir kavram.
(bkz: içi boşaltılmış kavramlar)
Vefa yok dil-rübâda bezm-i işrette muhabbet yok
Gönülde sabr sakide mürüvvet meyde lezzet yok
(abdi)
Ger derse Fuzûlî ki "güzellerde vefâ var"
Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır.
Yaşlılar bu sözü gençleri iğnelemek için "vefa dediğin istanbul'da bir semt" şeklinde söylerler.
(bkz: vefasız)
istanbul'da bir semt adıdır.
üzerinde hakkı olan insanları; sevgiden, saygıdan, hatırdan, vicdandan, (çıkarcı olmayan bir düşünce ile)emeklerinden dolayı unutmamak, saygı sevgiyi ve ilgiyi (gönülden, içten) eksik etmemek.
insan ilişkilerinde sürdürülebilirliğin olmazsa olmazlarından biridir. acı verir dostun vefasını esirgemesi insan olana. vefasızlık, kırılganlık hamalı yapar kişiyi ki hiçbir hamal, harcadığı emeğin karşılığını alacağını bilmeden hele hele gücünün yeteceğinden fazlasına katlanmaz.
Gerçek hadis imiş bu ki hubun vefası yoh
Kim sevdi hubı didi ki hubun cefası yoh
Nesimi
(bkz: vefa spor)
(bkz: vefa borcu)
(bkz: vefa lisesi)
içilesi tek bozası olan yer. vefada vefa lisesinin vefa yurdunun karşısı.
Sevgiyi sürdürme, sevgi bağlılığı.

(bkz: http://www.tdk.gov.tr/TR/...BED947CDE&Kelime=vefa)
kütahya'da bir mahalle adı.
eskilerde 3 büyüklere kafa tutan nadir takımlardan.ayrıca vefasızlık görüldüğünde vefa sadece semt adıymış şeklindeki cümle içinde kullanılabilir.
sadece bir semt adı olarak bilinse de çok manalar ifade eden kelimedir.
--spoiler--
üzerinde hakkı olan insanları; sevgiden, saygıdan, hatırdan, vicdandan, (çıkarcı olmayan bir düşünce ile)emeklerinden dolayı unutmamak
--spoiler--

çok güzel özetlenmiş...
son on yıldır yapmanın alışkanlığı ile elindeki torbayı, idrar torbasını boşaltıyordu tuvalete, sonra da çöpe ve ellerini temizliyordu tıpkı yemek yemeyi, su içmeyi neden yaptığını düşünmeden yapışı gibi... torbanın sahibi kırk dört yıllık eşi, hayat yolundaki arkadaşı, kocasıydı.

seni yolda koydum, seni koruyamayacağım üstüne bir de günlük bakımlarımla seni çok ama çok yoracağım, benim yüzümden şanssız kadın oldun.. sözleriyle talihine kahrederdi kocası. o da elbette bu talihten hoşnut değildi ama sözü "başa gelen çekilir." di.
üstelik başına bu geleni yeni verilmiş bir görev gibi kabullenmişti. hayatının ona sunusuydu, alıp kabul etmişti.

insandı ve elbette yorgunluktan tahammülünün zayıf düştüğü anlar oluyordu. insandı ve yıllarca yaparken nasıl yaptığını düşünmeden yaptığı onca kişisel işini bir başkasının yapıyor olmasına karşı tahammülünün zayıf düştüğü anlar oluyordu. ve hiç sebepsiz kavga ederken buluyorlardı kendilerini... neden sonra yaptıklarının farkına varınca sebep neydi düşüncesinde göz göze geldiklerinde incir çekirdeğini bulamamanın şaşkınlığı ve keyfiyle gülüşüyorlardı.
bu hep böyle olmuyordu elbette saatler süren küslükleri de oluyordu ama barışma anının heyecanlı tadıyla hoşlaşacakları vakit geliverince tazelenip sevgileri büyümeye coşmuş fidan oluveriyordu yeniden.

son on yılda alıştıkları yeni yaşam şekilleri dilekleri değildi elbette, kimin dileği olur ki; evlatları dört göz ile evlendirebildikten sonra başbaşa dünyayı gezebilecek ekonomik güce sahipken en az iki kişinin yardımıyla tekerlekli iskemleye taşınabilmek...

evlatlar... evlatlar işlerinden, ev gailelerinden fırsat bulduklarında alıp bir yerlere götürüverdiler mi ya... işte o yaşanabilecek en mutlu an, içlerindeki yavruları yorduk sıkıntısıyla beraber. diğer taraftan hissedilen kıvanç, evlatlara verebilmişiz ana-babaya vefa duygusunu...

allah'ın hediyesi idi, o'ndan gelen hiç bir şeye hiç bir güç engel koyamazdı...kula düşen aldığı hediyeleri ile yapması gerekenleri gücü mertebesinde başarabilmek felsefesiyle hayata alışmalar geliştikçe, ibadet düşüncesi almıştı adamı; hali için rabbine şükrünü sunacağı, beterin beteri olduğu inancıyla kendini ve yarenini daha büyük sınavlardan koruması için beş vakitlik buluşmalara vefasızlık etmemeliydi.
abdest olayı söz konusu değildi elbette mesane mayisi için bağlanan hortum nedeniyle... araştırdı, sordu soruşturdu ve bir gün küçük bir kavun büyüklüğündeki taş yatağının yanındaki yerini aldı, teyemmüm taşı... artık buluşmalara engel kalmamıştı... ellerinin, başının ve gözlerinin hareketi buluşmasına en güzel vasıta idi... ondan mutlusu yoktu artık...
kadın da bir yapabilmenin, bir başarmanın keyfini yaşıyordu...nasıl yaşamazdı, onun keyfi ona keyfdi daralan dünyalarında...
sıkıntıları göğüsleyişte birliğin devamını başarabilmeyi dahi kendinden görmeyip allah'ın nasiplendirmesi olarak ifade ederken de bahşedilenle taçlandırılışın ifadesi vardır yüzlerinde... hayatlarına engeller koyan bu hediye ile başetmek mükafatı için seçilmiş ruh olma duygusuyla kattıkları, asla dillendirilmeyecek olan imanlarına vefadır...

zamanın hengamesinde görülen/duyulan havadisler ise insanlığın sadece menfaat peşinde koştuğundan bahsediyor ve bırakın sağlığını kaybeden eşi yarı yolda bırakmayı, işini kaybetti; ihtiyaçlarımı (yiyim/giyim/filim) karşılayamaz artık, hadi herkes kendi yoluna deyiveriyordu insan(cık)lar.

bir simiti paylaşıp, çayı aynı bardaktan içebilerek sıkıntıyı, birbirlerine daha bir yaklaşma sebebi sayışla kutsayan anlık keyiflerle morallenebilme...
nerelerde kaybedildi bu değerler...
neydi bunu yaptıran... neydi...

notumsu: birbirini kabulleniş, bir oluş ve çıkılan yola baş, yürek, gönül koyuştu... akde/ahde vefaydi bu...
vefa...
vefayı gördüm! başı öne eğik kendi adını taşıyan vefa semt'indeydi. vefa'nın eski kokan sokaklarında gözden kayboldu. sanırım artık sadece bir semt ismi olarak anılmaktan usanmış, insanların kendisini unuttuğunu ve aramızda bir bağ kalmadığını düşünüyordu. istifa dilekçesini sunmuş, dönmemecesine gider gibiydi ...
borcunu bilip, hesabını vermektir.