bugün

uuserların metal dinlemeye nasıl başladıklarıdır.*
ben küçüktüm ama 12,5 falan değildim bildiğin ortaokuldaydım. bi kitap ve müzik cd leri satan tükana işim düştü kırtasiye malzemesi alıcam diye gittim gitmişken müzik cdlerine de bakıyordum. böyle cicili bicili özene bezene donatılmış cdlerin kapakları albenisileriyle ağzımın salyasını akıtıyordu. öyle bakınırken diğerlerinden çok sade bi kapak gördüm. elemanlar bildiğin beyaz kağıdın üstüne tahta kalemiyle "fuck the system" yazıp bırakmışlar. bi dikkatimi çekti böyle elime aldım bir anda içim ısınıverdi çok samimi geldi bana bu şekil. sonra 14 lira verip aldım cd yi eve gidip bir iki ay içinde hatmettim. sonra diğer albümlerini aldım. adamların faşist ermeni olduklarını eve taa net bağlatıldıktan sonra araştırırken öğrendim. soad ın hardcore tarzı müziği sayesinde yavaş yavaş nefret kalbimi ele geçirdi ve daha yüksek mertebelere gelmemi istedi. biz de yavaş yavaş ucundan kenarından tutup bu günlere geldik efenim.
radyoları dolaşırken, the unforgiven çalmıştı, hoşuma gitmişti, daha sonra ise bir arkadaş, iron maiden'ın bir şarkısını dinletmişti. phantom of the opera isimli şarkı. o gün bugündür metalleyim.
ilk başlara garip gelir ancak daha sonra kendine sıkı sıkı bağlıyabilir. bu devirde dikkatli olunması ve incelenmesi gerekir. ergen gençlerin vaz geçilmezidir. tabiki düzgün dinleyenlere lafımız yok ancak abartanlara var.
sad but true adlı insanı zilyonlarca seviyede gaza getirecek bir şarkı dinledikten sonra metal müziğe ısınmak ve giderek açılmak.
arkadaşın dikkatimi çeken mp3 çalarını test etmek amacıyla dinlemeye başladım . ama dikkatim yavaş yavaş mp3 çalardandan çok dinlediğim şarkıya kaydı .

(bkz: iron maiden)
(bkz: run to the hills)

daha sonra metale merakım başladı. favori şarkıları dinlemeye başladım. en çok hoşuma giden tarz judas priest grubunundu. fazla uzun sürmedi bende metal merakı .şimdilerde hiç dinlemiyorum .
slipknot ile başladım. lisede arkadaş elektrosuyla çalıyordu. ben de denedim. sonra heveslendim ve dinlemeye başladım.
linkin park sayesinde tanıştım.
dinledim hoşuma gitti, ardından bir çok grupla tanıştım iyi de oldu.
linkin park'ın hakkını yemiyorum.
bundan 12 yıl evvel, satanistlerin takıldığı bir internet kafenin müzik arşivini kurcalarken başladı herşey. korn, metallica, nirvana, slayer kaynıyordu.
metallica'nın 1999'da türkiye'ye konser için gelmesiyle. o sıralar numberone tv metallica özel hafta sonu yayını yapmıştı ve bütün gün klipleri dönüyordu. o şekilde başladık olaya. konsere gitmedim, o ayrı. yalnız 1999'dan 2008'e kadar olayım yalnızca metallica'dan ibaretti. esas dönüş, 2008 metallica konseriyle oldu. resmen hayatımın yüzde yüz değiştiği gün olmuştur o gün. o günden sonra hayatımı bu müziğe adamaya karar verdim ve belki de hayatımda verdiğim en isabetli karar olmuştur.
efenim rak müziğe anti bir duruş sergileyen ve bunu turuncu giyinerek abartan ben, kuzenimin inatla good charlotte dinlemelerine karşı koyamamış ve rock alemine bodoslama dalmıştır. rancid, emre aydın, hayko cepkin, evanescence, linkin park, avril lavigne ile karma bir arşiv oluşturma adımı ile bu dünyaya ilk adımı atmıştım.

sonrasında emocore-screamo gruplarına merak sarmış ve birbirinden kaliteli gruplar tanımıştım. tabii bunların arasında emocore diye yuttuğum bullet for my valentine ve tabii ki hayatımın grubu avenged sevenfold da vardı. aralarda kaliteli grupları da yakalıyordum ama seviyem artmıyordu. (hatta uzun süre, lisedeki emo görünümlü metalciler yüzünden iron maiden ı punk grubu sandım, iron maiden vans ı giyen tiplerdi.)

bir gece, (takriben 2008 sonbahar-kışı) headbangers ball izledim. o zamanlar tanımadığım bir çok (biri amon amarth dı unutmam.) gürültülü gruptan tiksinmiştim zira brutal e karşıydım. fakat ill nino sahne alınca...

this is war klibi dönmeye başlayınca,
bir çok şeyin değişeceğini anlamıştım.

tabii sonra her şeyi düzeltecek şansım oldu, bunu da headbang dergisi ne ve 1-2 sıkı müzik dinleyicisi, işin imajında olmayan arkadaşa borçluydum.

yaa sözlük...
liseye başlamışım, daha yeni yeni kamışa su yürüyor. kolej mezunu piliçleri her gördüğümde, aynı anda birkaç tane zıt hissi bir arada yaşıyorum. hazırlık sınıfında vcd ve televizyon olduğu için öğle arasında cd'den popüler insanların getirdiği müzikleri dinliyoruz. acayip gürültülü birşeyler çalıyor. şarkıda birileri g.tünü yırtıyor. ama herkes kafayı hafif sallayıp ritme ayak uyduruyor. bense o zamana kadar kıraç, soner arıca, çelik'ten başka adam dinlememişim. millet bu kadar sevince öğreniyorum kim olduklarını. linkin park'mış. her şarkılarını sevmiyorum ama numb derken, a place for my head derken, faint derken bir bakıyorum, linkinpark dinlemeye başlamışım. telefonunda hafıza kartı olan tipler var, telefondan şarkı falan açıyorlar, acayip imreniyorum. samsung sgh d500, sony ericsson k700i almış bazıları. ağzımın suyu akıyor. düşünsene, telefonda müzik dinleyebiliyorsun. harika.

sonraları millet başka neler dinliyor diye bakıyorum. system of a down diye bir grupla tanışıyorum. hayran oluyorum onlara. her şarkısını ezberliyorum. bu iki gruptan başka bir şey dinlemiyorum ama sorsalar hemen atlarım metal dinliyorum diye. bir gün bu ermeni arkadaşların türkiye'ye olan tavrını öğrenip, o zamana kadar olan en milliyetçi tavrımı sergiliyorum onlara karşı. adlarını duyduğum zaman konuyu değiştiriyorum. nefret ediyorum onlardan. bütün şarkılarını siliyorum. hayatımdan çıkarıyorum resmen, eski sevgili gibi.

böyle radikal bir karardan sonra boşluğa düşüyorum tabii. internete son defa system of a down yazıp benzer grupları arıyorum. en yakın durakta iniyorum: slipknot. birkaç şarkılarını dinliyorum, gayet sert müzik yapıyorlar. o zamanlar ne kadar sert, o kadar iyi düşüncesiyle hareket ettiğimiz için hoşuma gidiyor. hemen arkadaşlarıma da bulaştırıyorum slipknot hastalığını. dört kafadar yatıp kalkıp slipknot dinliyoruz. lise iki onların maskelerini, kıyafetlerini, sahneye sıçmalarını konuşmamızla geçiyor.

lise üç'e geçtiğim yaz, gruptaki (grup derken arkadaş grubu, müzik grubu değil) en yakın arkadaşım, bana bir şarkı dinletiyor biraz. tarzı ne diyorum, tok; kalın bir sesi var, şarkılar çok uzun diyor. o grubun üç şarkısını alıyorum. şarkıların birinin adı the amen corner, birinin adı the funeral portrait, birinin adı ise yok. track 2 diye geçiyor. dinliyorum müzikçalarımda. (söylemeyi unuttum, kulaklık tamir ederek paramla 256megabayt'lık bir minton mp3 player alıyorum lise 1'de.)

diğerleri de iyi hoş ama, bu track 2'ye bayılıyorum. opeth denen grubun en iyi parçası bu heralde diyorum. ama şarkının adını bilmiyorum. şarkıda brutal vokal esnasında seçebildiğim tek kelime disappear. opeth'in şarkı sözleri arasında disappear kelimesini arıyorum. tek bir şarkıda var: deliverance... opeth, anlamsız sert müzikten kurtuluşum oluyor. artık müziğin benim için çok daha fazla anlamı var. sanatın da öyle. hayatımı bu şarkılarla işliyorum. her parçaya sonsuz anlamlar yüklüyorum. şarkılardan esinlenip karamsar şiirler yazıyorum. acı çekiyorum resmen. tutkuyla bağlanıyorum her bir hüzünlü sese. hayatımı değiştiren grup oluyor opeth.

şimdi ne mi dinliyorum? ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. illa merak ediyorsanız (bkz: özel msj)
hacker cinsi bir arkadaşla gecenin bir yarısı o server (bkz: root)lama, bense keylogger yazma peşindeyken; kan çanağı gözlerle skype üzerinden muhabbet ediyoruz. arkadaş bunaldığı bir ara akustiğini eline alıp, başlıyor nothing'in * solosunu atmaya. çarpılmışçasına parçayı dinledikten sonra öğreniyorum metallica olduğunu. metallica'nın diğer parçaları, diğer metal grupları derken; o gün bugündür metal müzik dinlemek, erekte olurcasına bir haz veriyor bana.
itiraf ediyorum ki ortaokuldayken linkin park dinliyordum* ve o grubu dinlediğimi duyan bir metalci arkadaşım beni metale yönlendirmişti.

-çek bi fırt iron maiden, tamamdır- dedi.
-tamam- dedim.

işte böyle başladı hikayemiz.
ortaokuldaydım. yıl 98-99 falan olsa gerek. o zaman arkadaşım walkman'inde pentagram dinlerdi. birkaç şarkı dinletti, hoşuma gitti. aldım kasetlerini kendime de çektim. sonra system of a down geldi, metallica geldi, blind guardian falan geldi. geldikleri gibi de geçti gitti hepsi. şimdi nostalji olsun diye açıp dinliyorum bazen...
biraz bilinçsizdi. ben henüz ilkokul 1. sınıf öğrencisiyken, abimlerle birlikte aynı odada kalıyorduk. onlar lise çağlarındaydılar. en büyüğü süper lise okumakta olduğu için yabancı müziklere ilgiliydi. hala kendisiyle gurur duyduğumuz iron maiden, metallica, megadeth, deep purple benzerleri orjinal albümlerden oluşan bir arşivi oluşturmuşlardı. velhasıl, benim bu adamlardan her gece daha erken yatmam söz konusuydu. ancak her gece arşivin nadide eserleriyle uykuya dalıyordum. beslenme çantasını direksiyon yaptığımız sıralar dişlerimi sıkıp ağzımı buruşturarak gece aklıma bir bölümü girmiş şarkıların melodilerini çıkarmaya çalışıyordum. çok da hoşuma gidiyordu. ne söylediğimi bilmesem de ritimlerin peşine düşmüştüm bile. hala da öyle. (ahanda kafiyeli oldu lan !!!)
dün metalica unforgiven'i dinlemem sayesinde olmuştur.