bugün

zaman gazetesinde yazan yazar..her konuda bilgili olması ve eğlendirirken bilgi aktarması onu okunur yapan en önemli özellikleri..
çok bilmiş yazar, fakat çok bilmiş tavırlarında bile bir tatlılık mevcut, insanı çok eğlendiren zaman gazetesi yazarı.
zaman zaman ferhat barış tır.
Fiks menü!

Bir filmi kaç kere daha önce hiç seyretmemiş gibi izleyebilirsiniz? Ya da şöyle sorayım: Biz Türkler, dejavu* körlüğüne mi sahibiz?

Aynı zehirli yemeğin belirli belirsiz periyotlarla önümüze servis yapıldığında sofraya balıklama atlamamızı nasıl izah edeceğiz? Tamam, tarih tekerrürden ibaret denir; ama bu kadar melun bir tekrariyet nasıl oluyor da kimseyi rahatsız etmiyor ve her seferinde sanki ilk defa düşüyormuş gibi palas pandıras iniyoruz çukurun dibine?

Şu olayları alt alta yazıp manzaraya genel açıyla bir bakmaya ne dersiniz?

- 2005 yılının sonlarına doğru, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili birtakım spekülasyonlar başladı.

- Tam bu esnada, tipik bir; azınlığın temsilcisi iktidar temalı yorumlar ve tartışmalar hızlandı. Hani şu meşhur yüzde bilmem kaç oy almasına rağmen, Mecliste bilmem kaç kişiyle temsil ediliyor muhabbeti.

- Ardından bir süredir uykuda olan PKK terörü kımıldamaya başladı...

- Terör sivil insanlara yöneldi. Sokaklarda bombalar birbirinin peşi sıra patladı...
- Ardından Adalet Bakanı na yönelik bir bombalı saldırı şans eseri atlatıldı...

- Eski Cumhurbaşkanı Demirel de sükunetini bozarak kamuoyunda görünmeye başladı.
-Cumhuriyet Gazetesi bombalandı.
-Demirel ülke gezisine çıktı ve darbe dönemlerine gönderme yaparak, erken seçim yapılsaydı, darbeler olmazdı dedi. Cümleyi tersten okumaya gerek bile duymuyorum...

-Medyada irtica haberlerinin sayısında inanılmaz bir artış grafiği gözlendi.
-Ekonomik sarsıntılar yaşanmaya başladı, döviz bir günde iki yıla eşdeğer artış gösterirken, Borsa tepetaklak indi.
-Peş peşe zam haberleri gelmeye başladı.

-Son olarak yargının en üst düzeyine silahlı saldırı yapıldı...

Demokrasi tarihimizde neredeyse her on yılda bir görülen zincirleme bir kurgu bu! Organize terör, siyasi rant, medyanın çıkar için abartılı tavrı, medyaya, entelektüellere saldırı, ekonomik kaos, politikacıların durumdan ikbal devşirme çabaları... Sonraki iki adım var ki, yazmaya elim varmıyor. Bu kadar da belleksiz bir toplum olduğumuzu düşünmek dahi istemiyorum çünkü.

Artık bu işlerde uzman hale gelmiş Mahir Kaynak ın enfes bir tespiti vardır. Der ki: Bu tür olaylarda sonuca göre değerlendirme yapmak lazım. Yani bu yapılanlar (örneğin son terör saldırısı kimin işine yaradı, kimi mağdur edecek?) ne gibi sonuçlar doğuracak?

Danıştay a yapılan bu son saldırının sonrasında yaşananlara bakacak olursak son derece net bir şekilde şunu söyleyebiliriz: Bu saldırı kesinlikle ülkenin tekrar kaotik bir ortama, toza dumana, bulanıklığa gitmesini isteyen ve istikrar düşmanı çevrelerin işi olsa gerek!

Şucu ya da bucu, organize ya da bireysel ne olursa olsun bu saldırıların bu tür bir mutlak sonuç amacıyla yapıldığını söyleyebiliriz.

Elbette nefretle lanetliyoruz. Tıpkı (yayın mantığını ve haberciliğini hiç beğenmediğim, demode bulduğum) Cumhuriyet Gazetesi ne yapılan saldırı gibi. Hiçbir gerekçe şiddeti meşrulaştıramaz. Hiçbir sebep terörü haklı gösteremez. Hele ki insan hayatına kasıt varsa; kökeninde ne olursa olsun, din, millet, ideoloji, ırk, şiddetle lanetlenmelidir. Sadece saldırganlar değil, bu işin perde arkasındaki kurgucular ve bu olaylardan rant devşirenlerin de afişe edilmesi gerekmektedir.

Son sözüm, saldırı sonrası sazı eline alıp, bir şekilde terörün amacına ulaşmasına gönüllü yardım eden demeççilerle ilgili. Elbette öfkeliyiz, herkes öfkeli. Elbette üzgünüz, herkes üzgün olmalı. Ve elbette kaygılıyız. Ancak, bu tür saldırıları, toplumun bir kesimini sindirmek, suçlamak, mağdur etmek için kullanmaya çalışmak, günlük bir rahatlama ve kâr gibi görünebilir. Ancak uzun vadede terörün ve arkasındakilerin ekmeğine yağ sürmektir...

Şunun çok açık olarak bilinmesi gerekiyor ki, Danıştay a yapılan saldırı aynı zamanda hukuk ve özgürlük mücadelesi veren başı örtülü öğretmene de yapılmıştır. Cumhuriyet Gazetesine atılan bomba aynı zamanda AKP iktidarının şahsında istikrara ve devlete atılmıştır. Zaman gösteriyor ki, bu tür tezgâhlar, kirli ve karanlık oyunlar asla bitmeyecek. Ve hiç değişmeyecek terörün ve teröristin mantığı. Ancak başta siyasiler, üst düzey yöneticiler ves medya olmak üzere bütün toplumun klasik reflekslerinden kurtulup daha serinkanlı ve daha akılcı davranması gerekiyor. Tamam, kızalım, aşağılayalım bir kesimi, suçlayalım ve belki mağdur edelim; ama ne olur başımızı ellerimizin arasına alıp da, bu filmi daha önce de izlediğimizi hatırlamak için kendimizi biraz zorlayalım. Hiç olmazsa bu sefer yemeyelim bu zehirli yemeği. Ne olur!

*DeJaVU: (Fr) Bir yeri daha önce görmüş olma veya bir olayı daha önce yaşamış olma duygusu. (TDK)

Nedim Hazar
bir dönem ferhat barış müstear ismi ile kitaplar yazan gazeteci. oturup muhabbet etmisligimiz coktur.
bülent ersoyun sanatından bahsederken onun cinsel tercihini eleştirmesi dışında neredeyse bütün fikirlerine katıldığım ve yazdığı günleri sabırsızlıkla beklediğim sütten çıkmış ak kaşık...
eğlenceli yazılarıyla dikkat çeken zaman gazetesi köşe yazarı. oldukça çarpıcı ve ilginç yazılarıyla okutuyor kendini, sözlük yazarı olsa iyi ayar verebileceğini düşündüğüm bir kişi, zaman gazetesindeki yorum sayfalarının ikincisinde genelde sol sütunda yazar -bu bilgiye de ne gerek varsa, ben zaman okuyorum mu demeye çalışıyorum, ne yani-.

turuncu hüznün kokusu isimli bir de kitabı vardır, güzel bir kitap, hikaye tarzında yazılardan oluşuyor. 250 sayfa filan.
bugün hepimiz ermeniyiz meselesi hakkında nefis bir yazı yazmış olan müstesna insan. yazıyı buraya koyalım da tam olsun.

Hepimiz Ermeni miyiz?

Bilumum soruları, mantıklı/uçuk komplo teorilerini, toplumsal gidişatın geldiği tehlikeli noktayı, katmanlar arası gerilmiş iplerin kopma noktasına gelmesini filan bir kenara bırakalım... Ve hatta işin hüzünlü ve iç burkan yönünü de bir kenara itelim bir süreliğine...

Hrant Dink cinayeti öncesi tüm tartışmaları, atışmaları, 'Milliyetçilik' adı altında genç kuşağa pompalanan bağnaz ırkçılığı da geçici olarak rafa kaldıralım...

Dink'in cenazesinde ortaya çıkan manzara üzerine biraz zihin jimnastiği yapalım:

Bizzat katilin de itiraf ettiği gibi; bu cinayetin bu kadar büyük infial meydana getireceğini kimse bilemezdi. Toplumsal tepkinin bu kadar geniş ve kuvvetli bir şekilde tebarüz edeceğini de tahmin edebilecek kimse olmazdı sanırım.

Tartışmasız etkileyici bir manzaraydı salı günü yaşananlar. Bunda Dink'in kişiliğinin etkisi kadar, Türk toplumunun içten içe tutuşup büyüyen birtakım tehlikelere karşı 'artık yeter' demek istemesinin de etkisi vardı. Cenazedeki kalabalık birkaç ay önce yumurta yağmuruna tutulan mağdurlara kitlelerin verdiği gecikmiş bir destekti belki de...

Biz Türkler sanırım sair tüm milletlerden çok daha fazla duygusal ve fevriyiz... Öfkemiz de, merhametimiz de abartılı olabiliyor çoğu zaman. Ve hele duygularımızın zirve yaptığı zamanlarda kantarın topuzunu kaçırabiliyoruz...

Anladınız; lafı 'Hepimiz Ermeni'yiz... Hepimiz Hrant Dink'iz' içerikli pankartlara getireceğim.

Şüphesiz kimse bu pankartları düz mantık ile algılayıp, bir kimlik ifadesi olarak görmüyor. içerdiği mesajı şahsen ıskalamadığımı bilerek bu yazıyı okumaya devam edin lütfen... Elbette böylesi sinsi, hunharca, kalleşçe, aptalca ya da her ne diyecekseniz o şekildeki saldırıya karşı gösterilen anlamlı bir tepkiydi cenaze kalabalığı.

Ancak bütün bunlar birtakım gerçekleri çarpıtmamızı ve olması gerekenleri yamultmamızı gerektirmiyor.

Duygusalız, dedim; ama Türk medyası Türk halkından çok daha fazla duygusal...

Bugüne kadar birçok özgür düşünceyi (Son örnek Atilla Yayla idi) boğmakta herkesten önce davranan, hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasında devletten çok daha paradigmacı olan Türk medyasının suikast sonrası takındığı tavrı abartılı bulduğumu belirtmek isterim. Elbette öncelikle böylesi haince bir cinayeti telin etmesi, olayın üzerine gitmesi sevindirici gelişme... Danıştay saldırısı sonrası yaptığı müptezelliklere tekrar prim vermemesi de... Ancak 'vur derken öldürme'nin de çok anlamı yok...

Bu nedenle 'Hepimiz Ermeni'yiz' pankartlarını 'Malkoçoğlu Benim' formatına çekmek hem yersiz hem de ülkenin yaşadığı sorunun çözümüne değil, meselenin karmaşıklaşmasına katkıda bulunacağı açık.

Eminim Hrant Dink de yaşasaydı rahatsız olurdu. 'Ne münasebet' derdi. 'Sizin Ermenileşmenize gerek yok, Ermeniler ile bir arada kardeşçe yaşamanız yeterli' diye konuşurdu. Ömrünü Türklerdeki Ermeni, Ermenilerdeki Türk düşmanlığını bitirmeye vakfetmiş bir insan, duygusal bir travma sonrası oluşan ruh halinin sürekli ve kalıcı olmasına karşı çıkardı, diye düşünmekteyim.

Sorun Ermenilerin Türkleşmesi -ya da Türkleşmemesi- değildi ki çözüm, Türklerin Ermenileşmesi olsun! Dink'in mücadelesini verdiği dava, herkesi kendi kimliği ile kabul edip, karşılıklı birbirini anlayabilmenin mümkün olduğu kavgasıydı.

Bizim Hrantlaşmamızla çözülmez Ermeni sorunu. Tüm dünyaya Ermeni olduğumuzu ilan etsek bile bu 'sözde soykırım' belasını defetmiş olmayacağımızı herkesin bilmesi lazım. Bir cenazede pankart açarak sorunların çözüleceğini zannediyorsak yanılıyoruz. Kaldı ki, medyanın abartması beni ziyadesiyle rahatsız etmeye başladı.

Evet ben Ermeni değilim, Hrant Dink de kimsenin Ermeni olmasını istemezdi. 'Öteki' olmayı istemektense, öteki oluşturmamayı becermektir marifet.

Adliye kapılarında aydınları yumurta ve domates yağmuruna tutan ırkçı zihniyetin aşısı değildir bu tarz. Belki benzer kapıya çıkan bir aşırılıktır.

Başta medya olmak üzere, bu pankartları yapıp taşıyanların hepsinin tüm mağdur ve mazlumların tarafında olmalarını da beklerim açıkçası. Ne bileyim, 'Hepimiz Elif Şafak'ız', 'Hepimiz başörtülüyüz' filan gibi.

Ve bunu, insanlar ölmeden, testi kırılmadan yapmaktır marifet... Yoksa peynirden bir gemiye dönecek memleket!
27/01/2007
ülke meseleleri ile ilgili olarak 6 aydır sözlükte anlatmak isteyip de bir türlü tek bir yazı altında toparlayamadığım düşüncelerimi anlatmayı başarmış sevdiğim bir yazardır, bazen çok havadan sudan yazsa da.

http://www.zaman.com.tr/w...tr/yazar.do?yazino=538925

edit : yazıdan bir bölüm ekleyeyim de reklam olsun.

--spoiler--
Herkes AKP'nin genel oyların yüzde otuzunu alarak ülkeyi yönettiğini söyler; ama genel oyların yüzde onunu bile zar zor alan bir başka partinin ülkeyi kilitlemesi, neredeyse ülke kaderiyle oynamasını kimse yadırgamaz. Keza 'halk hareketi' adı altında birtakım mitingler düzenlenir ve milyonlarca insanın katıldığı söylenir, halkın mevcut iktidarı istemediğinden bahsedilir; ancak aynı halkın cumhurbaşkanını seçmesinden korkulur. Yine aynı halkın mevcut iktidarı tekrar seçeceğinden endişe edilerek türlü koalisyonlar, olmadık taklalar atılmaya çalışılır. Sol partilerin 'hık deyicisi' durumuna düşürülen içleri boşalmış, misyonları kalmamış 'merkez sağ' denilen partilere ölü makyajı yapılır ve seçim katafalkına konulmak istenir. Bir dergi darbe yapılmasıyla ilgili birtakım günlükler yayınlar. Günlüklerde darbenin adı bile vardır, 'Power Point' sunumu olduğu ileri sürülür. Günlüğe göre darbeciler medyayı kullanacak, adına 'sivil' denilen birtakım kuruluşların öncülüğünde halk hareketi düzenlenecek ve sonunda darbe yapılacaktır. Bu günlük şiddetle reddedilir, arşivlerin tarandığı ve bu tür bir darbe sunumuna rastlanmadığı söylenir. Sonra garip bir şekilde günlükte adı geçen isimler emekli olur, sivil toplum kuruluşlarının başına geçirilir, birtakım basına 'Tehlikenin farkında mısınız?' başlıklı kampanyalar hazırlatılır, mitingler tertip edilir ve power point sunumu olmayan darbe metni 'rich text editor' olarak internet sitelerine gece yarısı konulur. Kurguya bakıldığında günlükte yazılanların tamamı uygulanmıştır; ama olan derginin yöneticilerine olur, darbe yapacak olanlar değil, bunu yayınlayanlar dava edilirler ve dergi kapatılır.

Şehit cenazeleri olur örneğin. Bir dolu başı kapalı, gözü yaşlı analar, bacılar şehidin tabutu başında gözyaşı dökerler. Kimseyi rahatsız etmez bu durum. Başı örtülü kadının kocasını, oğlunu, babasını şehit olmak üzere askere alırız. Ama genelkurmay başkanına şöyle bir soru sorulur örneğin: 'Eğer Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olursa eşi baş örtülü olarak o makama geçecek ve başkomutan olacak. TSK'nın türbana karşı tavrını biliyoruz, eşinin başı örtülü başkumandanı kabul eder misiniz?' Keza aynı örtü başbakanlık için bir sakınca olarak görülmezken, bu ne mene bir mantık örgüsü ise cumhurbaşkanlığı için ölümcül bir hata olarak kabul edilir ve 'gerekirse cesedimizi çiğnesinler' cengaverliği ile Çankaya yolları kapatılmaya çalışılır.
--spoiler--
medya uzerine mukemmel yazilar yazan zaman yazari. bugunku yazisida okumaya deger guzellikte. malum medyayi cok guzel ozetlemis bu yazisinda.

üçlü inanç, ötekinin pedagojisiyle hayatı süzebilmekten geçer. Salt bu nedenle tarihteki güçlü devletler (hepsinin kendinde sırtını yasladığı güçlü birer inancı vardı) en minik azınlığın bile empatisini yaparak yönettiler toplumlarını.

Bugün burun kıvırıp 'emperyalist' dediğimiz Amerika'dan tutun da Almanya'ya kadar birçok canlı örnekle beraber, tarih bu tür güçlü imparatorlukların öyküleriyle doludur... Yasakları, zalimlikleri, acımasızlıkları uygularken kimsenin gözünün yaşına bakmayan, kulaklarını, vicdanını, gözlerini kapayanların bugün tersi bir manzara karşısında iliklerine kadar ürperip, 'korkuyoruz' demeleri normaldir. Zira bugün yönetimi elinde tutanların kendileri gibi vicdansız ve patlak kulak zarlı olabilme ihtimalini yüksek zannediyorlar. Olabilir de, o ayrı bir konu, ancak hiçbir aksi gösterge olmadan paranoyakça bunun kâbusuyla yatıp kalkmak, bir süre sonra bu kâbusu gerçeklik olarak algılamak tıp biliminin konusuna giriyor sanırım.

'Izdırap duyuyorum' demiş bu ülkenin geçmiş 30 yılında bir şekilde etkin olmuş bir aktör... Ki doğrudur, inanırım yani acı çektiğine, ızdırap duyduğuna. Zira bu ızdırabın farklı ifade şekillerini, siyaset ilminin verdiği bir sentetizmle daha önce de ifade etmişti. Başını örten kızları Arabistan'a göndermeyi teklif etmişti örneğin. 28 Şubat'ın en azgın günlerinde, çağdaşlığı çok sesli müzik olarak algıladığının ifadesi olarak 'işte Çağdaş Türkiye bu!' demişti göbeğini gere gere!

Endişe etmeyin, sosyolojik olarak işin münakaşasını yapacak değilim. Ancak savunulan fikirler ile savunan aktörlerine bakıldığı zaman bile bazı kavramların nasıl çiğ ve kaypaklaştığını da görmek mümkündür gibime geliyor. Kartel yahut Andıç medyası olarak tabir edilen ve bir grup azgın azınlığın günlük bültenine dönüşen medyaya bakınca insan şu soruyu sormadan edemiyor: Pekiyi bunlar nasıl bir ülke hayal ediyorlar? Öyle ya, sözgelimi içine girmek için bin bir zahmet çektiği smokinin içinden 'acı çekiyorum' diye vaveyla eden siyasinin kurguladığı bir toplum, nasıl bir toplum? Misal, aynı ızdırap ve acıyı bankalar hortumlanıp, türlü türlü entrikalar ile devletin içi boşaltılırken çekmiş midir? 'Aile resmim' dediği resimdeki şahısların işledikleri fiillerden dolayı, acı yahut utanma nöbetlerine girmiş midir?

Onca faili meçhul cinayetlerin, bombalamaların, her türlü melanet odaklarıyla aynı yatağa giren kirli ruhların varlığı sıcak uykularını bölmüş müdür bu zihniyetin? Türbanla ilgili kararında analarının paçası gibi yapıştıkları Avrupa insan Hakları Mahkemesi'nin sair kararlarıyla ilgili yaşadıkları geçici körlük de rahatsız etmez mi kendilerini? Ne tür bir özlem içindeler? Seçimlerin yapılmadığı (zira seçim sonuçlarına göre halkı göbeğini kaşıyan, bidon kafalı, geri zekalı diye aşağıladıklarını biliyoruz) yahut kendi zihniyetlerindeki bir oyun, halkın yüz oyuna bedel bir oyunun yaşandığı bir ülke midir istedikleri? Ne tür çete olursa olsun, önemli olan kendi ihaleleri ve girdikleri sektördeki rakiplerinin hak ile yeksan olmaları mıdır? Nedir?

Cidden merak ediyoruz, nasıl bir ülkeye özlem duyuyorlar? Kadınların kızların, lingo lingo şişelerin, 'vur patlasın çal oynasınlar'ın gırla gittiği, kanın aktığı, fakirin ezildiği, sessiz çoğunluğun gırtlağına basıldığı bir ülke mi? Yoksa katsayı ayak oyunuyla yaptıkları gibi, kendilerinden olmayan kimsenin karşılarında değil, ayakaltlarında bulunduğu bir ülke mi? Tıpkı örtüyü sadece hizmetçiler ve yaşlı teyzelerde görmek istedikleri gibi, inançlı insanları sadece tamirhanede ve tarlada gördükleri bir ülkenin mi özlemi içerisindedirler?

Neyin onlara ızdırap verdiği, kimlerin kırmızı pelerin gibi burunlarından solumalarına neden olduğunu şimdi çok iyi biliyoruz. Bildiğimiz bir şey daha var; eskiden olduğu gibi, bir iki provokasyon, manipülasyon ile toplumu sindiremeyecekleri, bu ülkenin özgürlüğe giden yolunu tıkayamayacakları. Zira hayalini kurduğu yönetim şekilleri ve toplumları artık en monarşik, en katı ve kapalı toplumlarda bile yok artık! Pravda bile bizim Andıç medyası kadar içler acısı bir durumda değil zira!
aksiyon dergisinde sinema yazıları, zaman gazetesinde ise hem sinema hem de günlük olaylarla ilgili mizahi yazıların yazarı.
muthis bir sinema elestirmenidir,zaman gazetesinde siyasi yazilarinin yaninda sinema yazilarida cikar ara ara.
leprom isminde, aslında kısa film sinopsisi olarak tasarladığı, alacakaranlık kuşağı tadında, ayarında enfes bir öykü kitabı vardır doksanların sonunda piyasaya çıkan; ki filme alınmazsa biri, birkaçı bu öykülerin hakatten yazık olacaktır...
gerektiğine frenden ayağını çeken zinhi süper yazar.
Köşe yazılarının soğuk gibi görünen küçük yazılarını gözümüzde sevimli hale getirmiş, köşesinde resmini görünce yazısını okumadan geçemediğim zaman gazetesi yazarı. Yazılarında Nasreddin Hoca tadı ve bolca ironi bulundurur.
Yazınsal yönünün de ne denli kuvvetli olduğunu , döktürdüğü enfes yazılarla bizlere sık sık hatırlatan yazar.

Üşenmeden okuyunuz efenim.

http://www.zaman.com.tr/y...title=marti-agliyor-cunku
"valla helal olsun" tepkisi verilen yazılarıyla tanıdığımız aynı zamanda çok iyi bir sinema eleştirmeni olan köşe yazarı. turuncu hüznün kokusu kitabıyla benden bol alkış alan edebiyat insanı.
Bu yazarımıza göre Bilim ve Teknik dergisinin kapağının değiştirilmesi olayında meselenin özü "sansür" değil, "sansür! sansür!" yaygarası koparanların kendi sansürcü, jakoben zihniyetidir.

Yuh be kardeşim, tamam senin dediğin de doğru elbette de, sansürü bırak adamların zihniyetine bak yaklaşımı da ne? 28 Şubat'ın üzerinden bu kadar mı çok zaman geçti? Nasıl bir omurgasızlıktır ki bu hemen roller değiş-tokuş edilebilmektedir?

Sayın Hazar, sansürün olduğu bir yerde, 'meselenin özü' sansürün ta kendisidir; sansürlenenin veya bunu protesto edenin zihniyeti değil. Onlar, değinilebilr olsa dahi, tali konulardır...
taş gedik, ayar yazarıdır. Sözünü sakınmayan bi tarzı vardır fakat üslup ve entellektüel birikim olarak vakit tayfasının fersah fersah önünde olduğundan köşelerini törpüleyerek yazabiliyor.Esasında bir çok konuda onlarla örtüşen fikre sahip yazardır.
kendisine mail atıp yeni kuralacak bir internet gazetesi için röportaj isteyen yeni yetmeye
bir gün sonra gazeteye beklediğini , hatta gelebilecek durumda değilse kendisinin gelebileceğini cevabi mail olarak atarak muhatabını şaşırtan köşe yazarı. * *
okuma keyfini zirvelere çıkaran, kalemi kuvvetli zaman gazetesi yazarı.
(bkz: bekir hazar)
http://mevzi.blogspot.com/ sitesinde bireysel atış yapan yazar.
sinema eleştirileri ve aktüel konulardaki ince tespit ve tahlillerini ilgi ile okuduğum gazeteci yazar.
bugünkü yazısında sözlük yazarlarından bahsetmiştir.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1044
sanat ve siyaset karışımı hoş bir yazısı

`http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1044#`