bugün

tarih: bahar döneminin başları
yer: kyk yurdu yemekhanesi

garibanlıktan ziyade yerin dibine geçme de diyebiliriz.

genelde tutumlu bir öğrenci olduğum için para sıkıntısı pek çekmezdim ve son paramı ailemin gönderdiği her ayın 15 in deki paraya göre denk getirirdim. ama o ay artık ne yaptıysam (ki hala da anlam veremiyorum) ayın 12 sin de son 2 liram kaldı. hesabıma göre son iki günde parmak basarak( bilen bilir kyk yurtlarında sabah 2.40 tl akşam içinde 4.5 tl lik parmak izi okutarak yemek hakkımız vardı) yaşayacaktım.

akşam saat 10 civarlarında yemek yemek için yemekhaneye gittim. öle bir tabak ayarladım ki gece hiçbir şekilde acıkmadan rahat uyuyabilecektim. tavuğumu, pilavımı, öğrenci dostu az çorbamı ve yoğurdumu aldım. hatta yemekhanedeki ablalara türlü şirinlikler yaparak ekstra küçük bir but ve bir kaşık pilav daha kaptım. ödeme yerine gelince kasadaki ablanın tam demesiyle bir oh çekerek parmağı basıp oturmak için masalara doğru yöneldim ve onu gördüm.
yemekhanede, kantinde kesiştiğim kız( sanki sadece be kesiyorum ama neyse) yemekhanenin bir köşesinde arkadaşıyla oturuyordu. bende onun bir arka masasına yani yemekhanenin en köşe masasına kolonun tam yanına oturdum. açım çok iyiydi arada bakıyordum, çorbadan bir kaşık aldım. tam ikinci kaşığı alırken temizlik görevlileri geldi. yemekhanenin kapanmasına az kaldığı için son üç sırayı kapattıklarını, o masaları temizlemeye başladıklarını, kalkmamı ve diğer taraflara oturmamı söylediler. içimden bir siktir çekerek kaderime razı oldum. ayaklandım tepsimi aldım kafam kıza bakacak şekilde dönük, vücudum ise gitmeye hazırlanırken bir anda döndüm ve beni en az 5 saat tok tutabilecek o güzelim yemeği kolona çarparak döktüm. o an öyle bir refleks gösterdim ki havada yoğurdu tutarak kurtardım. elim ayağım her tarafım çorba ve yağ oldu. aç kalmama mı üzüleyim yoksa kıza rezil olmama mı derken kıza baktım. onun da mahcup bir şekilde bakıp üzüldüğünü gördüm. ama arkadaşı kıs kıs gülüyordu. ne yapıyım acaba derken anlık bir hareketle araba tam durmadan hafif tempo koşarak inen adam gibi suratımda 'bu bir şey mi yemek döküldü ama sikimde değil, birazdan ultra boy pizza söylerim' bakışıyla yemekhanenin benden taraftaki musluğun da elimi yıkmaya gittim. musluğu açarken elimde hala o yoğurdun olduğunu fark ettim. yoğurdu bıraktım elimi yıkarken temizlik görevlisi tüm iyi niyetiyle yanıma geldi. ben de ara ara kıza bakarak küstahça gülmeye devam ettim. temizlikçi "eğer paran yoksa çekinme bir daha alabilirsin" dedi. her şey üst üste mi geliyordu o gün anlamadım. bende kıza daha fazla rezil olmamak için (şimdi düşünüyorum da çok saçma düşünmüşüm) "eyvallah hocam ya sağol aç değildim zaten" dedim. belkide o gece beni kurtaracak yeni açılmış lakin hiç yenmemiş yoğurdu bırakarak, kız durumu çakmasın diye züppece bir gülüşle önünden geçip üst kata çıktım.
açlıktan ölüyordum ve elimde iki gün harcamalık son iki lira vardı. kantine gittim ve yanlış hatırlamıyorsam 1.60 liraya açlığımı en iyi şekilde bastıracak karışık hanımelleri önümdeki iki günü hiç düşünmeden aldım. odaya geldiğimde ne açlık kalmıştı ne de parasızlık düşüncesi o rezil oluşum boğazıma öyle bir düğümlendi ki hanımelleri hiç açmadan sanki çok yorgunmuşum gibi kimseyle konuşmadan bir kaç saat sonra bir kuzu devirmiş gibi tok bir şekilde uyudum.
tarih: 2009
yer: bursa/görükle

ilk defa kendi aklımca eve çıkma deneyimini yaşamıştım o zamanlar. 2 arkadaşla birlikte çıktığımız evde doğalgaz yoktu. daha doğrusu şerefsiz ev sahibi saat bağlatmamış ve masraf olmasın diye bize tüp kullanın diyordu. biz ev sahibine bağlatmak istediğimizi belirttik ve beklemeye geçtik. bu süre zarfında ise tüple idare etmeye çalışıyorduk.

tabi tüp bazen bitiyordu ve parasızlıktan onlarca kez soğuk suyla banyo yaptığımı bilirim. kimseyi de tanımıyoruz ki evine gidip yıkanalım. arkadaşın evi balıkesirdeydi, hafta sonları banyo yapmak için bandırmaya gidiyordu. diğerinin sevgilisi çanakkaledeydi ve banyo için 10-15 günde bir yanına gidiyordu. ben ise soğuk suyla banyolara devam ediyordum. aralarındaki en talihsiz olanı bendim.

en sonunda gavat bağlattı da saati bu çileden biraz olsun kurtulduk. aralık ayında soğuk suyla banyo yapmanın ezikliğini kimse bilemez herhalde. vücudumu alıştırana kadar iflahım s.kiliyordu.
Lisedeyim... o gün akşama kadar hiç bir şey yememiştim. Cebimdede sadece minibüse verebilecek kadar param kalmıştı. Bir an boş ver dedim midemden kıymetli miydi sanki. Gittim bir bakkala ve bir ekmek aldım. Ve eve doğru yaklaşık 6 km süren bir yürüyüş yaptım. Ekmeği eve gidene kadar kopara kopara bitirmiştim bile. En sonunda yorgun argın eve vardığımda gözlerim yaşarmıştı. Çünkü evimize misafir gelmiş ve annem 5-6 çeşit yemek yapmıştı...

Hatırladıkça içim burkulur ama, garibanlığımla gurur duyduğum tek anımdır bu.
yıllar önce annemle ben hastanaye gitmişiz sabahın seher vaktinde.
karnımız acıktı poğaça alalım dedik kahvaltı niyetine yalnız tüm parayı eczaneye vermişiz az miktar bir para kalmış annemde ancak bir iki poğaçalık falan. neyse girdik pastaneye poğaça yok ama börek var annem tabi ne bilsin böreğin poğaçadan daha pahalı olduğunu almış paketletiyor ben de giriş kapısında bekliyorum onu dışarda. tabi annemin parası yetmiyor o böreği almaya neyse adamlara kusura bakmayın o kadar param yok alamam deyip çıkıyor geliyor yanıma ve bana diyor ki bizim bodrumdaki yazlığı satıp burayı alalım.**
Eski kalan kalmasa bile kalmasını istediğimiz anılardır.
cebimde 1 tl ile dolmusa bindim vakti zamaninda. o para sahte imis. dolmuscu bunu degistirir misin diye sorunca basimdan kaynar sular dokuldu.

en cok da dolmustaki kizlarin bakisini unutamiyorum. 7 senedir her gece ruyama girer bu olay. ozellikle o kizlarin bakisi...
hatırlandıkça iç burkan anılardır.
kısa bir anım var ama yazmayacağım, yani yeri geldi 1 tl bile inanılmaz değerli geldi gözümüze ama olmadığı/eksik olduğu için içimiz buruk kaldı, zaman geçti günler geçti şimdi o 1 TL'nin binlerce katı para kazanır duruma geldik ama bu kazandığımız kat be kat para o günkü 1 tl'nin değerini hiç taşıyamadı..
mecidiyeköyden 50 kuruşum yok diye belediye otobüsüne binememiştim. ertesi gün 10 tl yi sadece 50 kuruşlarla aynı adama götürmüştüm. tanımıştı beni.
marketten alışveriş yaparken 20 kuruş fazla çıkmıştı o anda ödeyemedim sonra ödedim ama süpermarkete bile borç yaptım helal olsun bana demiştim.
küçükken hep sütlü çikolata yerdik, beyaz çikolata lüksdü o zamanlar.
10 kuruş eksik minibüse bindim. Şöför peki sorun yok dedi. Biraz gittikten sonra bi hatun bindi (on numara beş yıldız). 10 kuruş yer ver ablana dedi şöför. Hemen Şöförün solundaki fiyat listesini kestim. Kendi paramla iki durak daha gidebiliyordum ve 15 kuruş artıyordu. Şöföre zeynepkamilde ineceğim dedim anladı. Zeynepkamilde Durdu al 15 kuruşun dedi. Üstü kalsın dedim. Bir daha birinin olurda 15 kuruşu kalır ona sayarsın. Hatun da peşimden inmez mi? o gazla şöföre yaptığım gideri hatunada yaptım. Aghhh ahh
bir akşam kubilay ile bakkala gittik. son paramızı birleştirip bir ekmek ve daire şeklindeki üçgen peynirlerden aldık.

evde su ile birlikte yeriz diye mutlu düşüncelerle yola koyulduk. apartmanın önüne geldiğimizde yukarı baktık. evin tüm ışıkları yanıyordu. yine 15 kişi toplanmıştır düşüncesiyle kaldırıma oturduk.

ekmeğin içini açtık. üçgen peynirleri parmağımızla sürdük. kuru kuru yedik.

eve çıktık. kapıyı kira kontratında ismi olmayan hakan diye piç bi arkadaşımız açtı. kontratta ismi yoktu fakat evde bizden fazla ikamet ediyordu. " yemah yok mu yemah" diye aç bir zombi gibi kapıyı açtı. dişimizin arasında krem peynir sırıtarak "yok" dedik.

o gün akşam yemeğini dışarıda yiyerek doğru karar vermiştik. *
öğrenci evinde dolapta yiyecek namına sadece yarısı dolu ketçapla mayonez olması.

Evde ekmek, makarna, yemek yapacak bir gram malzeme vs. hiçbirşey yok. Cepte de 1 kuruş para yok. üstelik evde de kimse yok.

Sadece yarım paket sigara ve musluk suyuyla idare edilen, dolayısıyla da diğer elemanlar gelene kadar aç bilaç geçen 24 saat.
birgün otobüste paramın olmadığını farkedince ''parası olan var mı'' diye bağırmıştım. kimse beni görmedi, duymadı. aynaya baktım orda da görünmüyordum.
Çok şükür olmayan anımdır .
babamin 5 sene once benim bilgisayarimda yakaladigi porno arsividir. "bu ne?" sorusuna "bende bilmiyorum" diye cevap vererek sacmaligin dibine vurmussumdur.
üniversite yılları. peder ayın başında gönderiyor harçlığı. az. durumumuz olmadığından değil, peder yeterli zannediyor ben de nasıl bir malsam gurur yapıyorum, bu para yetmez diyemiyorum bir türlü. ilk on beş gün normal standartlarda yaşamama yetiyor param. ikinci çeyrekte ise öğlen ve akşam yemeklerini okulun yemekhanesinde yiyerek, yurda dolmuşla değil yürüyerek gidip gelerek idare ediyorum bir şekilde. kankaların durumu da aşağı yukarı böyle. olmasa bile borç almak dünyanın en zoru zaten. neyse bir keresinde ipin ucunu biraz kaçırdım ( ayda bir gidilen taksime bu sefer iki kere gitmiştim sadece) param tam anlamı ile bitiyor. pederin para göndermesi için daha 10 gün var. oda arkadaşım ögrencilerin çalıştığı bir ajanstan bahsediyor, böyle fuar organizasyon falan. hemen saldırıyoruz tabi. adamlar kabul ediyor, işimiz dünya bankasının bir organizasyonu için istanbula gelen yabancı konuklara kaldıkları otelde bilgi vermek, yönlendirmek falan. ben gece vardiyasındayım. otel hilton. hayatımda ilk defa beş yıldızlı bir otele gidiyorum ve geceyi orada geçireceğim. ama dikilerek.

ilk gün otel görevlileri bir tepside kahve ve kurabiye getiriyor bize. zaten açım son paramı yol için ayırmışım. kurt gibi saldırıyoruz kurabiyelere. görevli kız birşey istediğiniz zaman bana seslenin diyor. tabi biz yarım saatte bir kahve ve kurabiye istiyoruz. üç günlük bir iş. işin sonunda paramızı alıp ayrılacakken görevli kız bir fatura getiriyor. faturayı görünce ben bir fena oluyorum. meğer ilk kahve ve kurabiye ikrammış, diğerleri ise adisyona özenle işaretlenmiş. hilton orası. yediğimiz onca kurabiye ve kahvenin maliyeti kazandığımız paranın üç katı. kekeliyoruz kem küm ediyoruz. durum o kadar boktan ki, sözde çalışıp durumu tıoparlayacakken üzerine bir de borçlanıyoruz. üstelik o anda ödemen gereken bir borç. aklıma tarık akan'ın canım kardeşim'de restroran müdürüne yaptığı atar geliyor. babam kanını satarak beni okutuyor diyeceğim olmayacak, gülesimde geliyor durumun mallığına derken ağzımdan o klasik cümle dökülüyor abi biz öğrenciyiz... çalıştığımız ajansla yapılan görüşmeler falan derken yırtıyoruz bir şekilde. o günden beri kurabiyeden nefret ederim.
cebimde bir tek otogara giden dolmuşun (10km uzaktaki) parası daha doğrusu 25 kuruş eksiği vardır. yurttan çıkmadan bir arkadaşa bozukluk var mı diye sorulur yoktur. eyvallah diyip çıkılır. dolmuşa binilir ve otogara kadar kimsenin kalmaması için dua edilir. 1 ya da 2 kişi kalır otogara az kala yanlış hatırlamıyorsam.
- abi 25 kuruş eksik ama olur mu?
-önemli değil delikanlı paran yoksa hiç verme istersen.
- yok yok sağolasın. diyip baş öne eğilip bir an önce gelinmek istenir otogara. ve soğan kaçmıştır gözlere o saklanmak istenir. niyeyse çok koymuştu bana. otogara gelince hızlıca uzaklaşılır.
aralık ayında soğuk suyla duş almak zorunda kalmak gibisi var mıdır.

(bkz: #20275894).
cepte 25 kuruş ile günlerce okula yürüyerek gidip geldiğim dönemdir. insana ders verir ufkunu açar.
ortaokulda bir derya vardı. derya kuzusu gibi balık etli bir çocuktu. yatılıydık, akşam ne çıkarsa onu yerdik. kara şimşekle askerlikten çok önceleri tanışmış bir nesiliz.
neyse bu derya (oğlan çocuğu) yemeği beğenmediğinde kantinden tost yerdi. iki tane karışık tost ve ayran.
lan bu hergün nasıl tost yiyor, babası fabrikatör olmalı diye düşünürdüm.

bir gün evden para geldi, cesaretimi toplayıp kantinciye gidip iki karışık tost ve ayran söyledim. o hırsla tostu kağıtla beraber ısırmışım.
şuan üniversite okuyan biri olarak aileme bazı zamanlar yük olduğumu düşündüğüm için param var göndermeyin diyipte günde 2-3 lira ile geçindiğim günlerdir.
Sonrasında okulun yemekhanesine haftalık yazılmam ile hiç değilse günde 5 ile boğazıma öğlen ve akşam vakti yemek giren günlerdir.
Ucuz diye yumurta alıp bir öğünde bir yumurta ile geçirdiğim zamanlardır.
Evet sonucunda ise bir miktar para hesabımda kalmış ve birikmiştir hiç değilse ihtiyaç olunca alışverişte kullandığım paradır örneğin annemin ramazanda pide yoğurt vs gibi verdiği günlük sipraişleri ordan alıyorum.
ben daha vitaminken, annemin, abimi tencerenin içine taş atıp karıştırarak "bak yemek pişiyor" diye kandırması.
lise 2'nin yazında şehirdışında çalışan babama yardım için yanına gitmiştim. ortağıyla arasının bozulması sonucu ortağı bir gün ansızın beraber kaldığımız evdeki kettle hariç bütün mutfak eşyaları alıp gitmiş. eve gelince babamın cebinde parası olmadığı için o kettle ile makarna yapıp yemiştik. hatırladıkça içim gerçekten burkulur.
evden çıktıktan sonra sesli osurmak sonra bir kat aşağı indiğinde alt kattaki teyzelerin sana kötü kötü bakmaları..**