bugün

entry'ler (297)

sözlük yazarlarının itirafları

sarhoşum ve mutluyum... ne tuhaf sözlük, normal halimle mutlu değilken sarhoş halimle mutlu olmak...

gitmek istenen şehirler

şehir olarak özel bir tercihim olmamakla beraber küba ve yunanistan beni çekiyor.

ben bu yazıyı sana yazdım

bekliyorum, sabrımı zorlayarak. özleyerek bekliyorum. o gün gelecek, biliyorum. ama geldiğinde kalıcı ve sağlam bir şey olabilmesi için bekliyorum. zaten hayat da böyle bir şey değil mi? uğrunda günlerimizi, aylarımızı, yıllarımızı harcadığımız şeylerin bir bütünü...benim bütünümde sen de varsın artık. çünkü beraber bir bütünüz, sen ve ben değil. aynı ağaçtan kök alan iki farklı dal...

sözlük yazarlarının şu an üzüldüğü şeyler

yuvamda olmamak yazacaktım aslında buraya. evimden uzaktan olduğum için. ama fark ettim ki artık ev, yuva kavramları eskisi kadar kesin şeyler değil. benim 2 yere ded aidiyetim var. bu ne ara oldu ben de anlamadım ama böyle oldu. bu durum beni mutlu ediyor aslında. ama şu anda her şeye rağmen özlemimin ağır bastığını söylesem yalan olmaz. belki de aidiyet, aslında sadece bir insana bakan bir olgudur.

3 haftalık sınav dönemimin 3. haftasının son 2 günündeyim ve 4 tane sınavla cebelleşeceğim. ders çalışamıyorum, stres olamıyorum, üzülemiyorum, öğrenmek istediğim halde kafam isteklerime pek boyun eğmiyor. ne de olsa benim kafam, dik başlı ve asi. ve de inatçı tabi. neticede yaz okuluna kalacağım, istanbuldan ve yarı yuvamdan biraz daha uzak kalacağım.

sevgiden, sevmekten nasıl emin olabiliriz ki derken yavaş yavaş anlamaya başladım, gel gör ki sabır en büyük erdem. birini seviyorsan onu hiç ellerinin arasına almamalısın, çünkü alırsan esir edersin sevdiğini. esaret en kötü şeylerden biri değil mi şu dünyada? mesela okula giderken gördüğüm yeşilliklerde minibüsü durdurup inip saatlerce çimlerin üzerinde uzanmak, düşünmek, kitap okumak, dibine kadar o mutluluğu yaşamak mümkün değilse bunun nedeni günlük hayatın ve onun asıl fikir babası sistemin bizi esir alması değil mi? nice dava adamları hep özgürlüğü savunurken kendi esaretlerinde boğulmuyorlar mıydı?

artık arşivimdeki müzikler beni tatmin etmez oldu. bildiğim şeyler de... yeni şeylere duyulan ihtiyaç, sıkılma hissi insanı mutsuz eder be sözlük. aslında herkes her şeyden sıkılır. ve tabi herkesten... bir şeyler bizi kaçıp gitmekten alıkoyuyorsa bunların değen şeyler olduğuna inanmak istiyorum, aksi takdirde geri dönüşü olmayan yığınla zamanı heba etmiş olmalıyım.

ait olmadığını düşündüğü bir yere ansızın aslında ait olduğunu fark eden insanların şaşkınlığı vardır ya, işte o duygu hakikaten çok ilginç bir duygu... "ilginç" yerine başka bir niteleme kullanmak istediysem de aklıma gelmedi, çünkü tarif edilemez bir şey, yaşayanlar bilir. peki şu durumda asıl sorunsalımız şu mudur: bu şeyi gerçekten istiyor muyuz, yoksa alışkanlıkları ve kuralları delmek efor gerektirdiği için hayır mı diyemiyoruz hayata, gidişata?

yazdıklarımın yarattığı mutsuzluk, aslında tatminsizlik kaynaklı mutsuzluklardır dostlar, yan, direkt mutsuz olmak için iyi birer neden sayılmazlar. ama gelin görün ki tatminsizlik de en büyük mutuzluk kaynağı değil mi...? hiç değilse benim için.

Hiç değilse bugün, farklı bir şey yapalım ve sınırlarımızı zorlayalım, yeni bir şey öğrenip yaşamımızı anlamlandıralım, çünkü o kadar boş ki... ve insan, bu boşlukta boğuluyor. meşguliyetler bile bazen kar etmez, çünkü kaçmak değil yüzleşmek gerekir şu durumda. o yüzden okuyalım, konuşalım, diyalog kuralım, bu diyalogların bizi düşünmeye sevk etmesine izin verelim. yoksa varlığımız hakikaten başlı başına bir mutsuzluk sebebi...

seviştiği halde ben salak değilim diyen kız

(bkz: akşam akşam sinapslarımı zorladım, ancak bu başlık çıktı)

demenin başka bir yoludur.

size iğrenç espri yapayım mı diyen insan

herkesin içinde ücra bir köşede de olsa yatan insandır.

vodafone

sempatik geliyor bana, neden bilmiyorum ama...

geheimnis

böyle bir bölümle hiçbir alakam olmadığını teyit edebilirim.

aşırı şişman kızla çıkan mal tip

o kıza baktığında aşırı şişman bir kız değil de sevdiği kadını görüyordur. onu mal olarak niteleyen maldır.

insanı hayattan soğutan şeyler

(bkz: her şeyin bir illüzyondan ibaret olması)
(bkz: aşkın sadece hissedildiği anda var gibi olması ama aslında hiç var olmamış olması)
(bkz: vize döneminde insanın kafasını hiçbir şeye veremeyecek kadar mallaşması)
(bkz: öğrendiğini sanarken öğrenmediğini fark etmek)
(bkz: değiştiğini sanıp mutlu olurken mutlu olmandaki nedenin değişmemiş olman olduğunu anlaman)
(bkz: her tecrübede bir öncekinden daha mantıklı davranmak ama bunun yanında her yeni yaşanmışlığı öncekilere göre daha yüzeysel algılamak)
(bkz: geçmişten sadece uzaklaşmak, onu bir türlü aşamamak)
(bkz: sevebileceğin birini bulmuşken engeller olması)
(bkz: herkesten ve her şeyden bir gün sıkılacağın gerçeği)
(bkz: kaçıp gitmeyi en çok istediğinde sorumlulukların yakanı bırakmaması)

vs... gibi şeylerdir.

işkembe çorbası

kızların sevmediği gibi bir önyargıya neden olan çorbadır. halbuki çorba içmenin cinsiyeti mi olur?

yalnızlığın anlaşıldığı yerler

evde laptop başında ders çalışırken geçen gün bir arkadaşınıza sürekli memleketteki arkadaşlarınızdan bahsettiğinizi anımsarsınız. sonra o arkadaşları saymaya çalışınca hepsinin bir gün uçup gidebileceğini fark edersiniz. aslında ortada arkadaş falan yoktur yani. işte öyle bir an olsa gerek, ve öyle bir masa başı mekan...

sözlük yazarlarının itirafları

uzun zamandan sonra, bayağı bir şey öğrendim sanarken baktım ki hiçbir şey öğrenmemişim sözlük.

bıkmak

bıkmak, aslında sürekli çabalamanın sonucunda elimizde hiçbir şey olmaması sonucu hissedilen duygudur. ancak bir duygudan fazladır gene de, çünkü eyleme dökülür. insanın kaçıp her şeyden uzaklaşma meyilini ortaya çıkartır ki kaçamayan insanın bile topluluklar içinde yalnız kalma stratejisine başvurduğunu gözlemlememiz mümkündür.

bıkmak bazen olan bitenin monotonluğundan kaynaklanır. her şey o kadar tekdüzedir ki bu benim hayatım olamaz dersiniz, işte o anda bıkmak devreye girer ve gene başınızı alıp gitmek istersiniz. stabilite ile monotonluk arasındaki ince çizgide yürüyebilmek, hakikaten zorlu bir durum ki bu da hemen hemen düşünen ve sorgulayan her insanı etkileyen bir süreçtir.

gözlem yapmak da aslında bıkmak için bir nedendir. etrafındaki insanları, onların ilişkilerini gözlemleyen insanda oluşan ilk fikir, her şeydeki aynılık, bayağılıktır. hal böyleyken yaşanma potansiyeli olan şeylerin de aslında ne yönde ilerleyebileceğini öngörebilen kişi, artık yaşamaktan keyif alamaz hale gelir. bir nevi düşünen adam sendromuna yakalanmıştır.

bıkmak, dünümüzle bugünümüz arasında fark olmadığını anlayıp içten içe tembelliğine sövmektir bazen. eylem adamı olamamanın acısını kendimizden çıkartmak; ama her şey bittiğinde yeni bir hayatın kapısını aralamak ve yeni kararlarla yepyeni bir sayfaya başlamak yerine önceki yerden saymaya devam ettiğimizi görüp üstümüzde hissettiğimiz ağırlıktır.

bazen de yeni kararlar alabilme arzusudur. çünkü sürekli yeni kararlar alınıyordur zaten. kısaca yeni hayatlar fikri monotona bağlamıştır, dinamizmin monotonluğu... bıkarsın...

bir gün gelir yazmaktan da, sevmekten de, özlemekten de, yaşamaktan da bıkarsın... eğer bıkmasaydık dünya ne kadar farklı olurdu halbuki...

başbakan ın metrosuyla işe giden akp karşıtı

ne zamandan beri iktidarın halka değil de yalnızca kendine oy veren insanlara hizmet etmesi gerektiği gibi bir düşüncenin ortalarda dolaştığını düşündürdü...

sözlük yazarlarının en son aldığı kitaplar

richard brautigan - kürtaj

evlilik

Evlilik, hakikaten üzerinde düşünülmesi gereken bir kavram. kimileri için yalnızca yasal bir zorunlulukken kimileri için hayatın anlamı olabiliyor çünkü. ben kendi evlilik tanımımın da karşımdaki insana göre şekillendiğini fark ettim. o halde kimse için tek bir evlilik tanımı yapılamaz. çünkü evliliği evlilik yapan kadın ve erkektir. şu halde evlilik denilen şey size ve partnerinize bakan bir durumdur.

bir kere sağlıklı bir evlilik için karar verilmesi gereken ilk şey hudutlardır. bu hudutların nerelerde olacağı, partnerlerin insyatifinde olmalıdır, aile veya diğer dış etkenleri bunun içine katmak yapılacak en büyük yanlışlardan biridir.

bir keresinde çok sevdiğim bir büyüğüm bana bir ilişki tanımı yapmıştı:" ilişki demek, iki taraf da kendi hayatını normal bir şekilde sürdürürken herkesten izole edilmiş üçüncü bir ortam yaşam kurmalarıdır. birbirlerinin hayatlarına girmeye çalışmamalıdır insanlar, her insanla ortak ve yeni bir hayat kurulur.". beni çok düşündürmüştü bu söz. gerçekten hiçbir baskı ve müdahale olmadan bir ilişkinin yürütülebileceği fikri... üstelik her şeye rağmen tarafların hem tutkularını hem duygularını hem de mantıklarını muhafaza edebilmeleri... bir nevi denge hali. peki bu evlilik için geçerli bir hal midir? en başta söylediğim gibi, bu tamamen taraflara bakan bir durumdur. belki de evlilik sözleşmesine maddi değil de manevi bir takım maddeler konulmalıdır. misal vermek gerekirse:

"eğer evlilik sürecinde taraflardan biri/ikisi bu süreci monotonlaşma, sıkılma vs.. gibi nedenlerle bitirmek isterse nefes alma periyodu yoluna gidilecektir. nefes alma periyodu, kişilerin ortak kararınca ortaya konulacak bir süredir ve bu sürede tarafların herhangi bir şekilde görüşmeleri, haberleşmeleri yasaklanmıştır. herkes kendi payına düşen şeyleri yaşar ve özler. sürecin sonunda iki tarafın da kendi kararları vardır, uzlaşma masasına oturulur."

birbirimizin hayatları üzerinde hak iddia etmeye başlıyoruz sahip olmanın şımarıklığıyla. sanıyoruz ki elimizin altındaki hep orada olacak bizim için. ne yaparsak yapalım kaçmayacak, gitmeyecek. belki bunu garantilemek için de kullanılıyor evlilikler. bir nevi sigorta poliçesi. kadının çalışmasına gerek kalmıyor, evde oturup bütün gün saçma sapan televizyon programları karşısında zaman geçiriyor, çocukları zaten mahalleye salmış. erkek ise genelevlere para vermeden cinsellik yaşayabiliyor, etrafındakilere hanımı ve çocuklarını gösterip çok mutluymuş taklidi yapıyor. ya da belki kast edilen şey gururdur. ne de olsa penis demek bereket demek, erkeklik gururu demek!

temelde varmak istediğim nokta şu aslında. hiçbir evlilik diğer evliliklere benzemez, çünkü evlilik ilk bakışta yalnızca bir kavram gibi gelse de kulağa, iki canlı tarafından oluşturulan bir kavramdır. yani beşeri bir kavram... hal böyleyken incelemek oldukça zor oluyor. ama benim gözlemlerimden çıkarttığım sonuç şu ki insan dengeleri kurabildiği insanla evlenmelidir, eğer evlenmek istiyorsa. çünkü günümüzde evlilik biraz da toplumun bir parçası olabilmenin bir koşulu gibi gelmektedir göze. ya da değildir, bilmiyorum...

ya da bence siz benim düşüncelerime kulak asmayın, nasıl istiyorsanız öyle yapın. genellemeler anlamsızdır çünkü...

yalnızlığın anlaşıldığı anlar

insan en çok uğraşacağı bir şey olmadığında kendini yalnız hisseder. çünkü kendini oyaladığı oyuncaklarının hepsi şu anda dolaptadır, yapabileceği tek şey başka oyuncaklar bulmaktır ki o an da bunlar insanlar olacaktır. bulamadığında da yalnızlık denilen hadise vuku bulur işte.

yazarların dinlemeye bayıldığı sesler

Piyano ve saksafon...

mutsuzluk

Mutsuzluk, mutluluğun varlığının teminatidir. Çünkü biz insanlar uzun süreli mutluluklardan sıkılırız, doğamız gereği... iste o mutluluğun sikiciligindan kaçtığımız bir limandir aslında mutsuzluk. icindeyken dipsiz bir kuyu gibidir, insanın bilmediği derinlikleri keşfetmesini saglar, sonra kardesi mutluluk geldiginde bir anda unutulur aslında ne kadar da kısa bir süre önce yerin en dibindeydik. Mutsuzluk ve mutluluk atmosfer ve dünya gibidir. Mutsuzluk sakin, sessiz, uzun süreli, çabuk unutulan; mutluluk ise yüksekte, erisilmesi daha güç olan, dunyayı diğer gezegenlerden ayiran... insan eğer mutsuzluğunu severse bir kez, anlar ki mutluluk aslında sadece mutsuzluğun uçucu ve daha az yogun olanıdır, ancak mutsuzluğun vaad ettiklerinin yanında mutluluk boş bir kovadir.