bugün

oğuz atay a mektup

Hocam,

bu sana yazdığım 16. mektup, nice 16'lara diyorum yüzsüzce, zira belki ne saçmalıyor bu adam diyorsundur, belki de okumuyorsundur. bir umut seninle dertleşilmesinden hoşlandığını da düşünüyorum, bu da benim umudum işte, yazmaya devam edeyim ben yine de hocam, senin o dünyaya mizahla bakan gözlerine ve hoşgörüne sığınarak.

oğuz abi geçenlerde bir mesaj geldi sözlükten, özetle içeriği şöyleydi: "sevgili experimental, yazılarını çok seviyorum, ama her okuduğumda eksi veriyorum, çünkü popüler olmanı istemiyorum, sadece ben bileyim, sadece ben okuyayım istiyorum seni", önce sinirlendim, "ne diyon hocu" demek istedim, sonra düşündüm, ona kızamazdım, çünkü aynı şeyi ben de yapıyordum sıklıkla, ne zaman sevdiğim ve az bilinen bir film, bir kitap, bir yazar, bir müzik grubu olursa, onu kendime saklamak isterdim, onun popülerleşme tuzağına düşmesini istemezdim. bencillikti belki bu, ama her ne kadar sanatsal bir içeriği olmasa da ürettiklerimin, bu arkadaş da aynılarını hissetmişti benim için. peki popülerleşmeye neden bu kadar karşıydık, neden kolayca herkes ulaşsın istemiyorduk sevdiğimiz eserlere.

tutunamayanlar artık ülkemdeki her kütüphanede yerini aldığında, en sevdiğim kitabının tehlikeli oyunlar olduğunu söylemeye başladım, onun da tiyatrosunu yapıp, daha kolay tüketilebilir bir hale getirdiler, şu an korkuyu beklerken favorim olan eserin, onun da çizgi filmini çekerlerse, neye sığınırım bilmiyorum. çekmesinler işte, bana ne, bana ne.

pink floyd için, david lynch için, richard brautigan için, tim burton için de hep aynısı olmuştu. hani şimdi sokak köşelerinde çantaları, t-shirt'leri satılan, herkesin bayıldığı tim burton varya hocam, onun bir filminin gösterimini yapacaktık odtü'de yıllar önce ve filmi bulamıyorduk. düşün şu an işportada satılan o yönetmenin filmi yoktu hiç bir yerde, en sonunda bir vhs kopyasını ingiliz kültür'de bulmuştuk, düşün hocam ankara'daki tek kopyası nightmare before christmas'ın. o zorluklarla ulaştığımız için belki de ona, şimdi bu kadar popüler olması, bu kadar basit ulaşılabilir olması rahatsız ediyordu bizi. belki de zor elde edildiği için, gösterim sonrası bir daha izlemiştik o filmi, sindirmiştik iyice. oysa şimdi izleyip atıyorlardı bir kenara.

charles bukowski'yi keşfetmiştim bir gün iletişim kitapevi'nde, sadece 2 adet kitabı basılmıştı türkiye'de, ve çokta takipçisi yoktu. sonra daha çok kitabını okumak istedim onun, ama bulmak imkansızdı, internet bu kadar yaygın da değildi. yoksa pdf formatında bulurdum kitaplarını elbet. bilkent kütüphanesi'nde orijinalleri olduğunu öğrendim araştırmalar sonucu, gittim hepsinin fotokopisini çektirdim, şükür ki ingilizcesi çok ağır değildi, okuyabildim. sonra birşey oldu, nedir bilmiyorum birden popülerleşti bukowski, her yer kitapları ile doldu. kıskandım, gıcık oldum. o bana aitti. ama artık en sevdiğim yazarları sayarken ismini bile söylemiyorum, biliyordum karşımdaki "iyi de abi onu herkes sever" diye düşünecekti.

neden bu bencilliğim, bu kıskançlığım, nedenini bilmiyorum... ama var işte hocam.

şimdilerde klasiklerin çizgi romanlarını basma furyası başladı, her gün yeni bir tanesi çıkıyor, das kapital'i bile bastılar. kesinlikle çok güzel kitaplar bunlar, hepsini alıyorum çıktıkça, ama bir yandan da bu kadar basitleşmesine kızıyorum içten içe herşeyin, yıllar önce verdiğim emeğe acıyorum. geçenlerde ahu gözlümle uzanmış bu çizgi romanlardan okuyorduk. ben kafka'nın dava'sını, o ise dostoyevski'nin suç ve ceza'sını. okumaya başladıktan yaklaşık 45 dakika sonra ahu gözlüm neşeyle "bitti" diye bağırdı, ben de dava'yı bitirmiştim. o gün, o yatakta, iki adet dev klasik bitmişti, 45 dakika içinde. peki ben yıllar önce o kitapları okumak için evlere kapanıp neden acılar çekmiştim, dava neyse de, suç ve ceza ömrümden ömür götürmüştü, o uzun rus isimlerini aklımda tutmak için alnımdan az ter damlaları süzülmemişti.

önceleri kalın bol ciltli kitapları okurduk, sonraları sadeleştirilmişleri çıktı, sonra filmleri çekildi, şimdi de çizgi romanları. önceleri haftalar harcarken bu eserlere, şimdi 45 dakikaya inmişti süre, eminim ki ileride yeni teknikler, teknolojiler ile, bu süre daha da kısalacak, en sonunda matrix'te olduğu gibi 1 saniye'de beynimize yüklenecekti o eserler. o zaman geldiğinde ahu gözlüm şikayet edecekti "ben o kitaba 45 dakikamı vermiştim, şimdi 1 saniye sürüyor okuması", güleceğim o zaman bütün gebeşliğimle.

sistem bizi her geçen gün daha çok çalışmaya iterken, teknoloji ve sanat boyut değiştiriyor hocam, zira artık modern insanın hobilerine ayıracağı zaman azalıyor. gitar çalma zevkini guitar hero'da, klasik okuma zevkini ise çizgi romanlarda bulur oluyoruz. tüketim toplumunun vakti yok, haftalarca bir kitaba gömülmeye. o salaklığı yapan bizler ise kıskanacağız hep. çabuk tüketilen ürünler, çabuk tükenen popüler eserler yaratacak, andy warhol'un dediği gibi, 5 dakika ünlü, 5 dakika popüler olacak, ama 6. dakika'da unutulacağız.

oğuz abi, yine bir konudan girdim, birinden çıktım, umarım kızmazsın, gerçi sana mektuplarım hep böyle, alışmışsındır artık.

eksper-i mental.