bugün

sözlük yazarlarının itirafları

bulmayı hiç düşünmeden ve bulacağımı ummadan aradım, belki aramakta olduğumun bilincine bile varmadan gizli bir gece geçirmiştim;karanlık, gizli, ürpertici demek istiyordum ki bütün ömrüm bir tek karanlık gecede geçmişti.öyle sayıyordum. geçirdiğim bunca günler, bunca geceler, bunca haftalar ve aylar ve yıllar şimdi gerilerde kalmış bir tek gece gibiydi ve aramakta olduğumu bilmiyordum.

kimi zaman dört duvar arasında sıkışıp kalırdım, renksiz boyalı, kişiliksiz, dağınık, can sıkıcı duvarlar ve adi tahtalardan meydana getirilmiş raflardaki kapsız, eski püskü kitaplar... canım çekmeden alıp bakardım. kimi zaman güneş ışığına bozulmuş tozlu sokaklarda bir başıma yalnızlık duyguları boğazıma düğümlenmiş olarak ve nereye gideceğimi bilmeden dolaşırdım. duru, boş sokaklar hiçbir şey söylemezdi bana. ya da söylerse, söyledikleri beni kahretmekten başka bir işe yaramazdı.

içime doğru büzülür, yalnızlığımın derinliklerine doğru fırlatılmış olarak yağmurdan kaçışan insanların telaşıyla kalabalıkların anaforunda dönüp dururdum. açgözlülükle, müthiş bir oburlukla vitrinlere saldıran insanlar, hırslı atılışlarla trenleri, koca koca otobüsleri dolduranlar, bu itişip kakışan kalabalık, bu kargaşa benim dışımdaydı. bende kuyruklara girer, itişip kalkışarak bir otobüste yer bulabilmek için çırpınır, bir yerlere yetişebilmek, geç kalmamak için canımı dişime takardım. ekmek için saatlerce fırının önünde bekler, lokantalarda bir sandalye kapabilmek için gözümü dört açıp, titizlikle seçtiğim yemeğin gelmesini sabırsızlıkla beklerdim. bütün bunların göze alınması gerektiğini bilirdim, göze alırdım. ama göze aldığım hayatın kaçınılmaz gerekleri diye saydığım daha doğrusu kendime öyle belletmiş olduğum bütün bunlar, basit bir kapı gıcırtısından daha mı önemli idi?

okuduğum bunca kitaplar bana cılız, işe yaramaz, dahası aşağılık ve iğrenç bir yaratık olduğumu aşılamaktan başka ne anlatmıştı? bütün ömrümü değersiz şeylere boyun eğmeyi öğrenmek için harcamışım gibi hissediyordum. tükenmekte olan yaz ayları sonunda, ağustos böceklerinin boşalmış kabuklarından yükselen o son çığlıkların insan üzerinde bıraktığı tuhaf kof etkilere benzeyen bir şey idi yaşadığım. gidiliyordu, sonra geri dönülüyordu, yeniden yürünüyordu, durup bakınılıyordu, yemek yeniyordu, sonra gene acıkılıyordu, uyanılıyor, uyunuyordu. bu muydu? bunlar için mi soluk tüketiliyordu, tüketiyordum? hırpalanıyor ve yaşıyordum? hayır, aradığımı söylemezdim, hiçbir şey aramamıştım çünkü. aç bir köpek gibiyim, yerleri koklaya koklaya dolanı ta ortalıkta dolanan, o kadar.