bugün

entry'ler (122)

kadın seks objesi olmaktan nasıl kurtulur

bu başlıktan da anlaşılacağı üzere, kadın algısında sorun vardır. öyle ki; seks objesi olmaktan kurtulma görevi de kadına yüklenmiştir. oysa kadın böyle algılanmak için bir şey yapmamıştır.

motor kullanan kız vs ata binen kız

motor kullanan kız: scooter kullanır, amelie gibi şirindir, küçük burjuvadır.

ata binen kız: ingiliz atına ya da midilliye biner, şirinlikten çok çekiciliği ön plandadır, aristokrat kökenli ailenin büyük kızıdr.

stay with us harry

gitmemesi için [http://www.staywithusharry.com] ve benzeri sitelerde çılgınlıklar yapılası futbolcu.

dikkat çekmem lazım

burhan altıntop karakterinde güldüğümüz, alay ettiğimiz her ne varsa, kendisinde hepsi mevcut olan arsız cesaretine sahip yazar aktivitelerinin genel adı.

ben de nişantaşı çocuğuyum, ben de üniversite bitirdim, ben de istiyorum, ben de, ben de...

suserin notu: tanımda dikkat edilmesi gereken nokta "arsız cesareti" tamlamasıdır.şöyle ki; herkes zaman zaman dikkat çekmek, spotların altında duran kişi olmak isteyebilir.insani zaaflarımızdır deyip daha fazla üzerinde durmayalım. ancak, sürekli tekrarlanan ergen tavırlar ve daha önemlisi bunun engellenememesiyle utanmadan (bkz: arsızlık) cüret edilen (bkz: cesaret) sıçtım oldu tarzındaki başlıklar psişik sorunlara işaret ediyor olabilir.

ironi yahudi oyunudur

profdrnirvana şahsının iddiasıdır ki; (#7382967) nolu entrysi ile cidden ya da bu sefer gerçekten ironik olarak dile getirilmiştir.

norbury

master of essex...

sözlüğe girişi hayırlara vesile olası yazar.ama sadece yazmakla kalmaz, bol bol da okur.*

gurbet ellerde dirsek çürüten siyaset bilimi çalışanı; eskişehir, bozüyük gibi lokal futbol merkezlerinin entegre destekleyicisi, çarşının ve de muhalif duruşunun hayranı, asla gaz kesmeyen delikanlı. her zaman yanında olduğum kardeşim.

fakirlerle arkadaş olmamak

insanın özünün, kültürünün, fikirlerinin aileden, dış dünyadan -çevreden- öğrendiklerine, deneyimlediklerine bağlı olduğunu düşünürsek; aşırı bireyci-benmerkezci, yarı sürüngen iddiasıdır. bu iddia sahibinin daha doğru düzgün cümle dahi kuramadığını görünce anlıyorsunuz ki; canlı olmaktan öteye insana yaraşır özelliği yoktur kimi insansıların.

echoes

ayaklarımızın yerden kesilmesine her daim eşlik eden pink floydun, şans eseri karşılaşan bakışlarımızda ruhlarımızın görünürlüğünü mümkün kıldığı yankılardır echoes ve daha fazlasıdır kalan hayatım boyunca. (bkz: psychedelic rock)

dingin bir ruh haline de, en kederli, en dertli, sonu gelmez gecelere de eşlik eden, uyuşturucu etkili, deneysel pink floyd şaheseri ki; eğer suratınızda aptal bir gülümsemeyle echoes dinliyorsanız, bilin ki aşıksınızdır; uyuşturucu damardan verilmiştir bedeninize.

nasıl olurda böylesine bir uyum yakalanır o yükseliş ve alçalışlarda, ve nasıl olurda yakalanır o ayrı bakışlar, o ayrı dünyalar aynı geçişlerde, aynı şehirde ve aynı kumsala vuran dalgaların altında masmavi veya aynı caddede şevk ile yürürken.

'ben senim ve gördüğüm ise ben' dendiğinde anlarsınız; artık olduğunuzu, içinizde onsuz yaşayamayacağınızı bildiğiniz bir başkasının yaşadığını ve de iyi ki öyle olduğunu.

sosyalizm vs kapitalizm

sosyalizm sevgililerin özgürce, kimseyi takmadan seviştiği bir barsa; kapitalizm parası olanın kucak dansı yaptırıp ardından tuvalete gittiği striptiz bardır.

köleliğin kapitalizm ile son bulduğu yalanı

ortaçağ avrupası ekonomik örgütlenmesi lordlarla serflerin sınıfsal ayrımını içermekteydi. lordlarla serfler arasındaki eşitsiz ilişki gereğince haftanın üç günü lordun bahçesinde lord için çalışan serfler, diğer üç gün boyunca da yine lordun bahçelesinde bu sefer kendileri için çalışırlardı. kalan tek gün olan pazar ise kilise-din için ayrılmıştı. buna göre 6 gün çalışan serfler, ancak üç günlük emeğin karşılığını alabiliyorlardı. kalan üç günlük emek ise -"artık ürün" yani- lordun "kar"ını teşkil etmekteydi.

sanayi devrimi sonrası dönemde ise kişi haftada 5 gün çalışıyor. günde sekiz saatten haftada 40 saat çalışan bir işçi, saati 5 liradan haftada 200 lira elde eder. ancak işçinin kırk saatlik çalışmasının karşılığı olan 200 lira ile ancak ve ancak bir başka işçinin 20 saatlik emeğinin karşılığını elde edebilir. işte aradaki 20 saatlik fark kapitalistin karını -"artık ürün"ü- gösterir.

sömürüde -üretim ve bölüşüm süreçlerinde- bir değişiklik olmadığını gösteren bu basitleştirilmiş örneğe, günümüzde zorla çalıştırılmama yasağı olduğu, kişinin emeğini dilediği kişilere, kurumlara satabileceği, fırsat eşitliği olduğu yönünde itirazlar gelebilir. bunun da kişileri özgürleştirdiği savunulur. bu iddianın ne kadar gerçekci olduğunu ele alırsak; herşeyden önce kapitalist ile emekçinin benzer şartlarda olmadığının göz önüne alınması gerekir. emekçinin tek sermayesi emeğidir. emeğinin karşılığında edinecekleri ile kendisini ve ailesini geçindirebilir. emeğin biriktirilemeyeceğini ve saklanamayacağını da hesaba katarsak, emekçinin emeğini o gün satamaması, o gün aç kalması anlamına gelir. diğer taraftan kapitalist veya ortaçağın lordları (tam olarak eşleştiklerini kesinlikle söylememekle beraber), hiç çalışmasalar dahi uzun süre yetecek sermaye birikimine sahiptirler.

bu şartlar dahilinde emekçi ile kapitalistin fırsat eşitliği çerçevesinde eşit şartlarda masaya oturup anlaşıp bireysel faydalarının maksimizasyonundan toplumsal faydanın maksimizasyonunu sağlamalarını beklemek en hafif ifade ile ahmaklık olur.

taraflardan biri üretim sürecine ilişkin her tür kararı alma şansına sahipken, diğer tarafın emeğini satacağı kişiyi dahi seçememesi de emekçinin özgürlüğünün sınırı, köleliğinin göstergesidir. kaldı ki günümüz "postmodern" "global" dünyasında marlboro ile winston, burger king ile mcdonalds, levis ile diesel... arasında seçim yapmak zorunda olan insanın ne kadar özgür, ne kadar köle olduğunu anlamak da tahakkümün, aklın zincirlerinin kırılması ile anlaşılabilir. unutmayalım ki tahakküm görünmezliştikçe güçlenir. üretim süreçlerinde köklü değişiklikler gerçekleşmeden kölelik kalkmaz; insan, aklın zincirlerini kırmadan özgür kılınamaz, kalamaz.

edit: imla

cinsel perhiz

vallahi su içsem yarıyor şekerim, ben de saldım gitti önüme ne konursa artık...

kapital karl

sol framede adını görünce acaba ne yazmışlar diye münhasıran merak ettiğim, mütemadiyen takdir edip, okuduğum yazar.

murtecinin entrysini görünce de çaylaklığına üzüldüğüm yazar.

(bkz: dön bebeğim)

lenin in türk devrimine burjuva devrimi demesi

üstten inmeci, jakoben bir devrim olmakla beraber bir burjuva devrimi değildir türk devrimi. burjuvazinin devrim yapabilmesi için öncelikle bir burjuva sınıfının varlığı gereklidir.

burjuvazi ve "bürokratik-askeri elit" farklı şeyler olduğuna; devrimi gerçekleştirenler de bürokratik-askeri kanat olduğuna göre burjuva devrimi demek yanlış olur. devrimin daha sonraki yıllarda bir burjuva sınıfı yaratmaya çalışması da bunun göstergesidir ki; o yıllarda sermaye birikimi sağlamış gelişkin bir burjuvazi söz konusu değildir. devrim öncesi yıllarda oluşan cılız gayrimüslim burjuvazi de çoktan tasfiye edilmiştir. o zaman henüz oluşmamış veya (yeterince gelişmemiş diyebileceğimiz) bir sınıfın devrim yaptığını söylemek yanlış olur.

abdullah gül ün kürdistan demesi

şaşırılmasına şaşırılacak demeç.

kuzey ırak' a geçerken pasaportunuza kürdistan kaşesi vuruluyorsa daha sonra şaşırmak nedendir? ağlak çocuklar gibi "yok işte yok işte" demenin alemi yok. kaldı ki macaristan desek macaristan olacağı da yok herhalde. asıl şaşılması gereken, günümüzde neyi nasıl algılayacağımıza dahi bizim değil "medya"nın karar verir oluşudur.

teşekkürler galatasaray

kimi omurgasızların anlayamayacağı şükran cümlesi.

en çok taraftarın galatasaray da olması

buradaki her türlü sidik yarışına bir yere kadar tahammül etmek mümkün ama kimilerine cevap vermek insanlık gereği olsa gerek. galatasaray fenerbahce taraftar sayıları belki tartışılabilir, ama nitelik tartışmasına girmek ayıptan öte milyonlarca insanı genellemelere, önyargıya tabi tutmak anlamında yüzeysellikten ziyade faşizanlığın göstergesidir. örnekleri de bu başlıkta mevcuttur.

öyle ki, densizlerden biri*, o kadar kendinden geçmiştir ki; güneydoğulu galatasaray taraftarlarının sayısı ile apo-pkk arasında ilişki kurmuş, içindeki ağlak çocuğu, o kocaman boşluğu zavallı açıklamalarla tatmin etmeye çalıştığını belli etmiştir. bunun tek bir fenerbahceli ya da galatasaraylı ile alakası yoktur. bunun açıklamasını, bu kişinin acınacak haldeki psişik durumunda aramak gerekir.

geldigimizde otlar yemyesildi

geldiğimizde otlar yemyeşildi
ve kuzeydeydi güneş...

ne güzeldir yollarda olmak şimdi............

(bkz: mamak türküsü)
(bkz: sonbahardan çizgiler)
(bkz: yeni türkü)

nick seçimi için tebrik edilesi yazar.

ak parti nin basarisini komur dagitmasina baglamak

-sosyal devlet sadaka kültürünün egemen kılınması değildir.daha önce de açıklanmış ama yine de sosyal devlet için (#4718145)

-"ak parti nin basarisini komur dagitmasina baglamak" öncelikle "başarı" ile ne kast edildiğine bakmak gerekir. toplumsal, ekonomik, kültürel bir kalkınma ise bunu henüz göremedik. ama yüzde elliye yakın oy almak, birinci parti olmak ve 29 mart seçimleri için en büyük aday olmak ise bunun net cevabını biliyoruz.bu da önemli bir analizi gerekli kılar.

bilinen bu net cevap kömür dağitılmasına bağlanabilir mi diye düşününce, öncelikle kömür denen şeyin sadece kömür olmadığını, (evet futbol sadece futbol değildir gibi oldu ama idare edin artık) yaygınlaştırılan sadaka kültürünü sembolize ettiğini söylemek gerekir.

peki yüzde 47yi açıklamaya bu yeter mi? elbette yetmez.kömür dağıtılan kesim oyları toplam oyların çok az bir bölümüne tekabül eder ki bu tarhan erdem tarafından da açıklandı. kaldı ki akp' nin yüzde 47 alması, büyük ekonomik krize ve iktidarın yıpratıcı olması beklenen etkisine rağmen yerel seçimlerde türkiye' nin hemen her yerinde başa oynaması sadece bununla açıklanabilecek olsaydı ne siyaset bilimine ne sosyolojiye ne de siyaset sosyolojisi-psikolojisi gibi alanlara gerek kalmazdı. en çok "kömür" dağıtan -ki kömürün sembolik bir anlamı olduğunu başta söylemiştik- en çok oyu alır, seçime dahi gerek kalmazdı.

akp' nin seçim "başarısı"nı -ki bununla da ne demek istendiğini kendimce yukarıda tanımladım- anlamak önemli ve daha geniş analizleri gerekli kılar.

bu konuda;

çevrenin merkezileşmesini, burjuvalaşan anadolu sermayesinin bürokratik iktidara göz dikmesini, mevcut laik-bürokratik merkezi iktidarın sarsılmasını ve nihayet cumhuriyet tarihinin önemli gerilimlerinden biri olan devlet-din çatışmasının taraftarlığına soyunan siyasal partileri ve aldığı oyları görünce, sadece "kömür" dağıtımı ile açıklanabilecek kadar basit olmasa gerek diyorum.

peşinen edit: yazdıklarımdan akp taraftarı ya da düşmanı olduğumu veya "kömür" dağıtımını desteklediğimi çıkaranlar olursa, el insaf yahu...

katile katil demek

katile katil demek suçtur dendiğinde ilk başta komik bir durum gibi gözükür. hatta hukuk, kanunlar "bizim kanunlarımız da işte böyle" denilerek eleştirilir. ancak daha önce ki kimi entrylerde belirtildiği gibi masumiyet karinesinin sağlanması için konulmuş hükümler vardır. suclulugu ispatlanana kadar herkes sucsuzdur; çünkü az ya da çok kişinin suçsuz bulunma, aklanma ihtimali vardır.

türk filmlerinde sezercik' in annesine, babasına atılan iftiralar dolayısıyla kendisine katilin oğlu, kahpenin çocuğu...vb. yakıştırmalar yapılmasına engel olmasa da katile katil demenin suç oluşu, suçsuz yere mahkemelerde bulunan kişilerin * masumiyetleri ispatlanıncaya kadar, boş yere mağdur edilmelerini engellemek içindir.

fiili yol

idare adına yapılan, ancak idarenin görev ve yetki alanına girmeyen, açıkca hukuka aykırı olan eylemlerdir.

hem idarenin, hem de kamu görevlisinin sorumluluğunu doğuran eylemlerdir.