bugün

Gelinlerinin cenaze töreni için saraylarındandan çıkan ingiliz Kraliyet Ailesi'nin, gördükleri manzara karşısında ne hale geldiklerini tüm Dünya hatırlayacaktır. Milyonlarca buket, binlerce oyuncak, sayfalar dolusu yazı, mumlar ve tüm bunları getiren, Saray'ın önünde gözü yaşlı bekleyen ingiliz halkı.

Galler Prensesi Diana, yirminci yüzyılın en steril yaşamından, tacından, tahtından, Buckingham'ın cilalı koridorlarından vazgeçti; Angola'nın mayın tarlalarını tercih etti. Bizim, bunca insanımızı kurban vermemize rağmen, farkına 2009 yılında vardığımız mayın tarlalarını.

görsel

Cenazesine olan büyük ilginin, dökülen gözyaşının ardında yatan gerçek; Diana'nın, ingiliz halkının hatta Dünyanın gördüğü tek gerçek prenses olmasıdır.

Kadını tarlada çalıştırıp kahvede bütün gün okey oynayan, sonra da kendine utanmadan "erkek" diyen ekibin zihniyetini saymazsak; Türkiye'de kadınlar için öngörülen steril yaşam, kadına küçük yaştan itibaren prenses gibi davranmaktır. Kız çocuklarının kendini prenses zannetmesi ile haftalar süren gelinlik provasının arasında pratikte bir fark yoktur. "Gelinlik" denen kostümün, aslında bir prenses kıyafeti; "damat" denen tosunun da king for a day fool for a lifetime olduğunu kim inkâr edebilir?

işin gırgırı bir yana, şehirli Türk kadınının yetişme tarzı fazlasıyla steril ve izoledir. Aynı şartlarda yetişen erkekler bile, günün birinde askere gittiği için, kısa bir süreliğine de olsa, toplumun farklı katmanlarıyla iç içe olmakta, zorla da olsa toplum adına bir şeyler yapma şansı yakalamaktadır. "Kızları da alın askere", "Kadınlarımız cepheye havan mermisi taşısınlar" edebiyatı yapmıyorum. Ama şunu bir düşünün; genç kızlar, kadınlar, kısa bir süreliğine de olsa sosyal bir takım görevler üstlense, her şey çok daha farklı olmaz mıydı?
Bu izole yaşamdan kurtulmak ve biraz fedakârlık yapmanın, zarardan çok yararı olmalı. örneğin:

Bu ülkede iktidara aday her partinin ağzında "Tüyü bitmemiş yetim hakkı" sakızı çiğnenirken; her iktidar döneminde Çocuk Esirgeme Kurumu yurtlarında dayak yiyen yetimlerin içinde bulunduğu durum ironik değil, trajiktir. Genç kızların, kısa bir süre de olsa o çocuklarla geçireceği zaman, oynayacağı oyunlar; hem o çocuklar için, hem de geleceğin anneleri için iyi bir deneyim olmaz mıydı? O çocuklara haftada 1 saat kitap okumak, o kızların saçlarını örmek, Huzurevlerinde yaşlılarla ilgilenmek ve bunları göstermelik değil gerçekten isteyerek yapmak; ancak kızlarına bu yolu gösterecek ailelerin eseri olacak. Bunu yapabilen ailelerin kızları, bir geceliğine değil, bir ömür boyu "prenses" olarak kalacak.
izoleden öte kendi hayatına sahip çıkamamak ve tüm hayatı iyi bir evlilik hayaline bağlamak.
mutlu evlilik adı altında eşden yapabileceğinin çok üstünde bir beklenti içerisine girip, uçuk kaçık romantik ve maddi talepleri karşılanmayınca psikoljik sorunlara ve antidepresanlara sarmak.
gerçek hayatın içinde olmalı kadın ve her türlü soruna karşı bağışıklık kazanmalı, başka türlü üstesinden gelemez ki yaşamın.