bugün

düşünüyorum bazen de nasıl desemde direk konuya giriyorum. bazı insanlar tanıdım, okuduğum romanlarda, birçok filmerde olanlar değil. gerçek yaşamda cizgiler biraz halelidir. görel ve yazılı metinlerdeki gibi karakterler net ortaya konulmasına pek imkan yoktur.

herneyse film roman gerçek yaşam vesaire ayrımına girmeyeceğim çünkü yazı piç olacak uzaıkca uzayacak ve entry başlığı tam manasıyla tanımlamadığı için sizlere ömür olacak, belki de olmayacak kim bilebilir?

kendi özelliklerini pas geçen, madem benim istediğim hayatı yaşamıyorum bari br takım odakların istediği biçimde yaşayayım diyen, hayali kısır, kendi kişisel değerlerini hor gören, bu hor görme nedeni ile hala geçmişte yaşayan - geçmiş bir avuç külden başka birşey değildir-, olması gerekene absürd, olmaması gerekene normal diyen dünyada kara koyun sürüsünde aman ak koyunum iken beni oymasınlar diyerekten ayakkabı boyası marifeti ile karakoyun olmaya gayret eden, ama ne ak koyun ne de kara koyun olan, gençlikte yapılacak işleri ehtiyarlıkta yapmaya kalkıp kepaze olan, ehtiyarlıkta yapılacak isleri ise gençlikte yapamaya calişan bu suretle akabinde ve detayinda hala bir umut varken beyaz bayraği ceken insanlar tanıdım ve hala da taniyorum.

avanaklıka birlik yahut epikuros felsefesinin ye, iç, sıç yat yani yaradan denen akıl denen melekenin üzerine bağaş kurup tembel tembel oturmayı kah kendi isteği ile kah aile, çevre vesaire baskısı ile kendine bile yutturan yutturan, ama ne yazık ki üzerinde bu iğreti duran, iğreti durduğu içinde ne yapsa ne etse hep bir harcanmışlık duygusunu ömrü billah kolları ile kucaklayan ve sanki bir cıngıraği olmayan cüzzamlı gibi insanlara dönmesini hayretle izledim.

düşünün ki eistein okuldan siktiredilden sonra cevre baskısı ile benden cacık olmaz sonra atiyorum yahudi cematinin iyi yaptiği islerden biri olan elmas yontuculugu yapmak için anvers'de ömrünü tamamlasın.

düşünün ki abraham lincoln daha hayatında ilk yenilgisinde bu işler bana ters diyip atyitorum nebraskanın rosebud kasabasında bankacılık yaptıgını?

tasavvur edebiliyor musunuz?

şüphe yok ki bu kişiler kolayı yani teslimiyeti seçmememişlerdir. zoru secip vazgeçip dert üstü murat yaşamayı yahut bir yanılsamada yaşayabilirlerdi ama galiba sonları biraz da mesudiyeli mesuttan fena olurdu. çünkü mesudiyeli mesut gördü kendini ve ufacık dünyasını, ama bir çok kişi bunu görmedi yahut inkar etti.

bezginlikten olabilir mi kolayı seçmek?

olabilir, ama benzginlik bir cehalettir. hertürlü düşünceyi red eder inkardan gelir öylesine kelamlar bile tehdit gözükür. çünkü felsefe krıntıları bile o şapsallık zırhının paslı vidalarını bir anda yok edeceğinden korkar sapsallığa teslim olan kişi. ondan hazza, derin bir arabesk, kimse beni anlamıyor, ben seni anlayamıyorum gibi olgu ve kelamlara sığınır.

hiçbir dış müdehale olmadan saf düşündüğün, saf hissettiğin gibi yaşayamıyorsan at kendini denize gebert daha iyi. hiç olmazsa mum gibi eridiğini görmezsin ki için rahat eder.

kendi kendini inkar etmek kADAR büyük bir azap yoktur.

katranlı cehennem alevlerinin ateşini gökyüzünden kendi içinde ömrü billah yaşamak zorunda kalacak kişidir bu kişi.

vel hasıl-ı kelam;

bir şey zararsız hale geldiği zaman daha güzel olur.

edmond rostand