bugün

umur talu yazısı.

(bkz: fayton)

Ezginin Günlüğü'nün Fayton diye bir parçası vardı (Uzayda kaybolmadığına göre, hala var tabii!)
Biz faytona ne zaman bindik, en son ne zaman
Şapkası sünnet, gözleri cennet hocam, o zaman...
Diye başlardı...
Bir yerinde...
Biz okulu ne zaman kırdık, en son ne zaman
Bahar geldi, aklımızı çeldi hocam, o zaman...
Der...
Sonra hayıflanır, iğneyi kendine batırıp dururdu:
Biz ne zaman büyüdük, en son ne zaman
Çocuklara yasaklar koyduk ne zaman, ne zaman...
Biz ne zaman öldük, işte o zaman...
Adam olduk, sevdalanmayı unuttuk hocam.

Yazı kafamda dolanıp klavyenin tuşlarına basarken aklıma geliverdi şarkı.
Mırıldanarak yazıyorum:
"Çocuklara yasaklar koyduk ne zaman, ne zaman...

Birisi lütfen, sendikasız nasıl demokrasi olunabileceğini...
Sendikasızlık zorlamasıyla nasıl demokrat olunabileceğini...
Daha kendi meslek, vicdan, ahlak, hak ve özgürlük dünyasında örgütlülüğü savunamadan nasıl sivil ve sivil toplumcu, nasıl özgürlükçü, nasıl düşünce ve ifade özgürlüğü talepçisi, nasıl eleştirel düşünce sahibi, nasıl hakka, hukuka saygılı olunabileceğini söylesin.
Birisi lütfen, bu mevzularda düşünmeden, açık tavır almadan, iğneyi kendine batırmadan, sesini çıkarmadan nasıl cesur olunabileceğini, nasıl her türlü baskı ve tahakküme karşı kalınabileceğini, nasıl bağımsız yaşanabileceğini, nasıl basın özgürlüğü savunulabileceğini, nasıl yasaklara karşı mücadele eder gibi yapılabileceğini, nasıl haber verilebileceğini, hangi yüzle yazılar yazılabileceğini söylesin.

Benim de bir köşede yazdığım, mensubu olduğum...
Birçok anda ve konuda, rakiplerine göre daha özgürlükçü olabilen...
Üstelik bunu, patrondan patrona geçtiğinde, hatta kamu (devlet) kontrolü altında iken dahi öteki büyüklere göre daha fazla yapabilen bu gazetenin ait olduğu grup yine sendika meselesiyle yüz yüze gelmek zorunda kaldı.
En büyükün böyle sorunu yok!
Çünkü yanaştırmıyor bile.
Çünkü oralarda şuralarda buralarda, cumhuriyetçi, ulusalcı, milliyetçi, demokrat, muhafazakar, liberal, sağdan, soldan büyük kalemler bu konuda mürekkep damlatmıyor. Hokkalar kuruyor, tükenmezler tükeniyor, bilgisayarlar kilitleniyor.
Foss diye bir ses çıkıyor, fıss diye bir inilti bile duyulmuyor. Basın Konseyi gibi koca duayen cemaati bu konuda tek laf, tek dua etmiyor mesela!
301 kalksın diyen bile, nice hak ve özgürlük için (haklı) yazılar yazıp duran dahi, Anayasal örgütlenme hakkı nın, göğsüne uzanmak bir yana, "ö"süne değmiyor.
Ama madem ki burada yüz yüzesiniz, yüzleşmek durumundasınız. Kendinizle de. Kendimizle de. Bu medya yapısıyla da. Bu demokratik, sosyal hukuk devleti imitasyonuyla da. Cumhuriyet, demokrasi ile hukuk taklitleriyle de.
Yüzümüzdeki adaletçi, cumhuriyetçi, demokrat, liberal, özgürlükçü, AB ci pudralarla da.
içimizdeki baskıcı, ayrımcı, dayatmacı, dışlayıcı, tahakkümcü damarlarla da!

Mesele elbette, geçen gün Anka da olduğu gibi, sendikanın ancak tuttuğuna diş geçirebilmesi değil.
Tek tek işletmelerden de ibaret değil.
Tekelleşme eğiliminin (ve eğilimcilerinin) güçlü olduğu ama çokseslilik gerektiren bir sektörde, müsait bulduğunuzu,
Daha güçlü, daha mütehakkim olan, ünlü yazarın da genç muhabirin de sigortasından, vergisinden, kıdeminden parça parça kemiren, vergi rekortmeni olurken bordroları eksik düzenler karşısında haksız rekabete maruz bırakmak da değil.
Ama şu sorun var.
Örgütlenme hakkını kullanmak istediği, sendikalı olduğu için, kimseye baskı yapamazsınız:
Konuşacaksınız, müzakere edeceksiniz, durumunuzu, rakiplerinizin katılığını açıklayacaksınız belki...
Ama Anayasa yı (bir kere ve bin kere) çiğnemeyeceksiniz!
"Biz ne zaman büyüdük, en son ne zaman... Çocuklara yasaklar koyduk ne zaman, ne zaman... Biz ne zaman öldük, işte o zaman... Adam olduk, sevdalanmayı unuttuk, hocam" diye mırıldanacaksınız.
Hakkaniyetten söz ederken hakkaniyetli...
Cumhuriyetçilikten bahsederken adaletçi...
Demokrasi defilesinde salınırken her türlü hak ve özgürlüğe saygılı olamayacaksınız...
Büyürsünüz, adam da olursunuz ama, "çocuklara yasak" koya koya, vicdan bir yana, ruh da kurur hocam, işte o zaman!