bugün

Nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Bence, bence her şey türümüzün ortaya çıkışıyla başladı. Kendi incelediklerim ve okuduklarımdan şunu çıkartabilirim ki bencil olma takıntımız var. Evet, bir takıntı; ama doğada hayatta kalmamızı sağladı aynı zamanda bu. Ve "güvenli alan" ismini verdiğim de bir sorunumuz var. Bu güvenli alan, hayatımızda olası tehditlere karşı örtünmemizle başladı. Giysilerimizi kendimizi ve bedenimizi korumak adına yarattık. "Ben" denen gerçekliğimizi, varlığımızı güvende tutmak için. Bencilliğimizin doğal bir yansımasıydı bu. Buna bireysel güvenli alan edinimi, diyorum. Ağaç kavuklarında, mağaralarda yaşamaya başlayarak güvenli alanda yaşadığımız ve olduğumuz fikrine ikna ettik kendi kendimizi. Tabiki bu o zamanlarımız için süper bir psikolojik motive kaynağıydı da. Daha sonralarında hayatımız toplumsal yaşama bağımlı olduğunda, benim "toplumsal güvenli alan" dediğim, gözle görülmez, kendi uydurduğumuz; ama var olduğu iddiasına kendi kendimizi telkin ettiğimiz birbiriyle iç içe fanuslar oluşturduk. Bunlar dine dayanan ahlak, hukuk, politik kurallardı. Aslında kendimizi birbirimizden, birbirimizi kendimizden koruyorduk. Böyle bir paradoksu inşa etmiştik. Böylece savaşları başlattık. Devletler kurduk. Yabancı toplumların toplumsal güvenli alanımızı tehditi olduğu fikrine, paranoyasına kendimizi inandırarak askerler, silahlar ürettik. Tanımadığımız, bilmediğimiz masum insanlara zihnimizde kurguladığımız paranoid olan "olası düşman tehdidi" fikrine karşı ortaya çıkan korku duygumuz yüzünden saldırdık. Esasında daima hayatta kalmayı arzuladığımızdan bireysel güvenli alanı, bu alanı korumak adına da yine bencilliğimize dayanarak toplumsal güvenli alanı yaratmıştık. Bizden, "ben" den olmayan toplumlara da "ben" i emanet etmemiz, güvenmemiz zordu... Çoğu yeri atlıyorum şimdilik, gelelim konunun özüne. Zamanla modernleştik. Laik, sosyal, demokratik devletler kurduk. Doğada sefil ve korunmasız olduğumuzu düşünürken devlet, şehir, semt, mahalle, apartman şeklinde makrodan mikroya doğru güvenli alan paranoyamız yüzünden doğadan iyice uzaklaştık. Betonların içine kapandık ve buranın bizim için en güvenli yer olduğuna inandık. Bunu kapı ve pencerelerle dış dünyayla bağıntılı da kıldık. Ardından yetmedi yaşadığımız evin, odasına kapandık. Sanal dünyalar yarattık. Artık elektronik cihazlar vardı. internette, bilgisayar, televizyon başında saatlerce vakit geçiriyorduk. Bu SMS ve mobil internet furyasının genç arkadaşları telefonla bütünleşecek kadar ele geçirmesiyle artık tamamen dış dünyadan kopmuş hale geldik. Elimizdeki zımbırtının içinde çok güvende olduğumuzu zannettik. Sanal gerçekliğe hayatımızın çoğunu taşıdık. Bize etten, kandan oluşan bir hayvan olduğumuzu hatırlatacak tüm gerçeklikten uzaklaşmıştık. Alafranga tuvalet, temizlik eşyaları, antibakteriyel sabul, jel, şahşalı elbiseler, saç stilleri v.s. Tüm kermekeşlik bizi narsiszme batırdı. Kendimize narsist demiyorduk, ama narsisttik. Hayatımızsa bunun canlı kitabıydı. Megaloman olup çıktık sonunda. Ve derin bir melankoli hali yaşadık. Herkes bunları farklı farklı etkenler altında, farklı şekillerde yaşıyor malesef... Sonunda beynimize bir fikir girdi. Zihnimiz dışında hiçbir güvenli alan olmadığı fikri ve iddiası. Bana göre insanlar ikiye ayrılıyor: benciller ve aşırı benciller. işte bu çekingen, utangaç kişilerin fikirsel analizlerim sonucunda aşırı, uç derecede bencillik takıntısı olduğu sonucuna vardım. Bu kişiler o kadar; ama o kadar bencil ki insanların kendilerine baktığı, çevrelerinin ilgi odağı oldukları, insanların kendisine rezil hale düşmesi sonucu gülmesinin anormal olduğu gibi bencilliğin, sadece kendini düşünmenin nirvanasını yaşatan fikirlere bağımlılar. Evet, birer bağımlılar. Bu hastalıklarının bedendeki etkisi olan terleme, titreme, kekeleme gibi sonuçlarınsa o kişilerin çevrelerinde kaygılanıp utanıp korktukları insanları farkında olmadan korkutmak, kaçırmak gibi gayelerle yaptıkları bir savunma içgüdüsü olabileceği ihtimalini gerçekten düşünmekteyim. Bence bu kişileri hastalık yapacak seviyede aşırı bencil yapan etkenler çıkarılmalı o insanın hayatından... Etrafının, bedeninin, hayatının; mikro ve makro boyuttaki organizmalarla, doğayla sarmallı bir yapıda olduğunu farkedemeyen insanların canlılıktan ne kadar kopmuş bir gerçekliğe sahip olduğu ortadadır. Belgesel izleyip kitap okumaktansa dış dünyaya bir göz gezdirmekte daha çok fayda var. Hayat dışarda. Gelelim sonuca. Güvenli alan paranoyamıza her ne kadar çoğu şeyimizi feda etmiş olsakta bilmeliyiz ki bizim evimiz oturduğumuz beton yığını, şehir ya da ülke değil; doğa, dünya ve kozmosun ta kendisidir. Unutmamalıyız ki biz kozmosun çocuklarıyız...
utangaçlığın gerçek sebebidir.
Filmi yapılsa baş rolde oynarım...
güncel Önemli Başlıklar