bugün

ilk olarak belirtmeliyim ki, öyle herkese nasip olmaz. yani şunu demek istiyorum: ben özel bi adamım, kardeşim, bunu kabul edelim.** oldu mu?

lisenin son günlerinde gitmiştik sınıfça pikniğe, biz de şanslı adamız tabii, kendi sınıfımızdan kafamıza göre bir sevgilimiz var. ama üniversiteye hazırlık devresi olduğu için birbirimizle öyle pek vakit geçiremiyorduk, sağda solda takılamıyorduk - bu piknik epey işe yarayacaktı, çok umutluyduk.

mekân: böyle engebeli filan denebilecek, ormanlık bi arazi. zaman: lan zamanın ne önemi var!

millet mangal yakmaya uğraşırken, biz çalı çırpı toplayacağız diye tepelerden aşağı salladık kendimizi*, el ele kol kola yanak yanağa filan... tel örgüyle çevrelemişler piknik yerinin etrafına, biz de tam o tel örgülere kadar gittik. oturmaya, hatta daha farklı atraksiyonlara da uygun bir yer aramak için dönüp dururken şeker mi şeker bir küçük kaplumbağacık çıktı yolumuzun üzerine - bizimki kendisi de pek şeker olduğundan bu tarz şeker şeylere pek bir düşkündü, pastoral ve zoolojik romantizm aslında tam bu değil ama buraya da dikkat ağbi: hemen elimden tuttu, kaplumbağanın önüne oturduk el-ele, sonra biraz daha yakınlaştık filan, ayrıntılara girmiyorum ama banyoda sevgiliyle karşı karşıya çırılçıplak ibrahim tatlıses şarkılarından uyarlanan düet albümleri kaydetseniz bu denli romantik olamazlardı! yok, bir şey olmadı.

sonra kaplumbağayı ürküttüğümüzü düşündü bizimki, üzüldü, çok düşünceli kızdı canım! kalktık başka bir yere gittik, epey romantik başka dakikalar yaşadık, kıçımız başımız kurumuş ağaç yapraklarıyla kaplı bir halde; ama gerçekten de üzerimizdekileri bile çıkarmadık, şimdi gerçekten de çalı çırpı toplamaya gittiğimize inanmış bir düdük merak edip aşağı iner diye. buna rağmen tam doyuma ulaşmış gibiydik, öpüşmeler, sarılışmalar vs... önemli değil o kadar da. yukarı çıktık, karnımızı doyurduk, biraz tepindik, kâğıt, okey filan oynadık, sonra bi daha indik aşağı - ben iyice bitkinleştim - kolay değilmiş!

o gün eve dönüp duşa girene kadar kendimi yosunlu bahçe hortumu ve çürümüş babafingo direği gibi hissettim ustam! duştan sonra da ben bu kızı sadece bundan mı ibaret görüyorum diye sevgimden şüpheye düştüm.

ertesi gün yine okuldayız - şifreli yazışmalara filan bayılan bu tatlı insan bana bir kâğıt gönderdi hemen: "beni öyle güzel öpüyordun ki, bundan sonra ne yaparsan yap, o dakikaları unutamam." ben ona ne yazdım dersin salih ağbi: "böyle devam etmeyecek, ayrılalım."

o değil de kaplumbağayı aldattık be ağbi! adam bizim ilerde pek mutlu bi çift olacağımızı filan düşünmüştür allah bilir. nerde olm? kızın annesi ben ondan iki yaş küçüğüm diye baskı yapıp duruyormuş zavallıma ayrılması için. daha yeni öğrendim. ne anneler var lan!

onun cevabını merak ettiyseniz, uysal bi insandı, peki, dedi, gözlerine birkaç damla yaş birikti, o kadar. ne adammmışım lan!

[bu entry'yi gerçekten ben yazmışsam, şahsen inanmıyorum, ama gerçekten ben yazmışsam; beni ıslak odunla sikin.]