bugün

Yazarlar toplumsal bir yozlaşmanın edebî esere aktarılması ve bu yolla toplumun etkilenmesinin nasıl gerçekleştirileceği konusunda farklı düşünceler ileri sürmüşlerdir. Bazıları, bu amaca ulaşmak için sergileme ve betimlemenin yeterli olduğunu, yazarın kendi dünya görüşünü, toplumsal düşüncelerini açıkça söylemesinin gerekli olmadığını savunur. Etkili olduğu kabul edilmekle beraber bu yöntem kullanıldığında, olayların canlı bir şekilde resmedilmesine dikkat edilmeli, hayal dünyasından ya da gerçek dünyadan alınan olaylar okuyucuyu, yazarın amaçladığı şekilde derinden etkileyecek biçimde düzenlenmelidir. Bazıları da yazarın roman, hikâye ya da tiyatro eserlerinde okuyucusunu açıkça kendi savunduğu ilkelere çağırmak zorunda olduğuna inanır.

Eleştirel gerçekçilerde toplum, çatışan insan ve sınıf çıkarlarının bir savaş alanıdır. Bu savaş ve savaşın geçtiği fiziksel ve toplumsal çevreler gerçekçi yazarların çoğunun eserlerinde görülmektedir. Eleştirel gerçekçilik, anamalcı ve kentsoylu yaşama biçiminin yırtıcılığına, insanı sömürüp tüketişine başkaldırır. Çünkü eleştirel gerçekçi yazarlar, toplumsal çözümlemeye ağırlık vermişlerdir. Çözümlemeyi derinleştirdikçe anamalcılığın insan doğasını nasıl çarpıtıp biçimsizleştirdiğini görmüşlerdir. Yığınların, çalışan milyonlarca insanın yoksulluğun bataklığına saplandığına şâhit olmuşlardır. Serveti ve sermayeyi elinde tutanların, sahip oldukları servet ve sermayeyi, çalışan insanların alın teriyle elde ettiklerini anlamışlardır. Bu romancılar, anladıklarını eserlerine aktarırken de kendilerini eleştirel bir tutum içinde bulmuşlardır. Böylece sermaye ile emek arasındaki çatışmayı görmüşler; ancak bunu tüm boyutlarıyla kavrayamamışlardır. “Eleştirel gerçekçiliğin bir ileri aşamasına toplumcu gerçekçilik adı verilmektedir. Sosyal gerçekçilik, çağdaş gerçekçiliğin ta kendisidir. Eleştirel gerçekçiliğin yöntemini, yolunu yordamını tümüyle içerir. Ondan ayrılığı, belirleyici bir bakış açısı, bir perspektif niteliğidir.