bugün

vicdan göstergesizidir, elzemdir.

gencecikti daha, pırıl pırıl bi üniversite öğrencisi. hoş bakışlar, ufak göğüsler, ojeli ayaklar... sürekli bakışırdık ama bir türlü konuşamazdık, selam veremezdik birbirimize. bu yüzden de pek bi derin yeri vardı bende. uzaktan sevmek gibi, güzel bir duyguydu.

bir alt sınıfımdaydı o, bir yıl boyunca her yeni güne onu göreceğimi düşünerek uyanıp, heyecanla ona koşardım. bilirdim o da benim gibi hissediyor ve okula, bana koşuyor ama işte utanırdık çok, öyle bir aşktı. hani...

bilirsin de söyleyemezsin, çekinirsin. utangaç, kaçamak bakışlar...

yaz tatili girdi aramıza, ben hala utandığım için onu facebook'ta da ekleyemiyordum. mutual friendslerimiz gün geçtikçe çığ gibi artıyordu ama biz hala selamlaşamamıştık bile...

yaz tatili bitmek, okul başlamak üzereydi. kalbim yavaş yavaş hızlanmaya başlıyordu heyecandan. okulun ilk günü okula nasıl gittiğimi hatırlıyorum da... yarini görmüş kısrak gibi dört nala...

okulun ilk günü onu göremedim, ikinci... üçüncü... hala yoktu. 1 hafta geçti göremedim. deli gibi özlemiştim. bir bakışı yeterdi ama neredeydi? kalbim huzursuzluğa alışkın değil benim, bilmeliyim nerede... hemen bi arkadaşına gittim utana sıkıla sordum nerede olduğunu.

"o artık gelmeyecek okula, gelemeyecek." dedi. "neden?" diye sordum sesin titreyerek, korktum. "hasta tedavi görüyor." dedi arkadaşı. bastım tokadı ağzına,

"hayııııırrrrr, olamazzzz." diye okuldan bağırarak çıktım ve bir şekilde kendisine ulaştım. odasına girdiğimde ayak parmaklarını yalayan bir kedi ve annesiyle babası vardı. annesiyle babası beni görünce hafif gülümseyerek odadan çıktılar. belli ki anlatmıştı annesine babasına durumu. yazık, annesi babası da beni kızlarına moral vericem ve hastalığını atlama sürecinde ona yardım edicem.

yavaşça sokuldum yanına, yatağın kenarına oturdum ve, "nasılsın?" dedim.

"iyiyim sen nasılsın?" diye karşılık verdi. bu şekilde birkaç soru yönelttik birbirimize. hastalığıyla alakalı tek bir kelime dahi etmiyordum ama artık gerçeklerle yüzleşmesi gerekiyordu. odasına girmeden önce doktoruyla konuşmuştum. çok zor bir ihtimal ama yüksek moral herşeye gebedir bu hastalıkta demişti.

"bak güzelim açık konuşuyorum. yarın öbürgün mefta olacaksın ve ben senin tadına bakmadan ölmeni istemiyorum anladın mı?"

suna pekuysal bakışıyla bana baktı ve, "n n n nasıl yani?" dedi. o uzun cümleyi noktasına virgülüne tekrarladım. sesini yükseltir gibi oldu. tokatı vurdum ağzına.

"sesini çıkartırsan bu kediyi gözünün önünde defalarca sikerim." dedim. taş kesildi resmen. ne kadar seviyormuş o nalet hayvanı.

"bana istediğini yap ama ona yapma." dedi.

"seni de onu da tatmin edeceğime emin ol" dedim ve kızın üzerine çullandım. bir yandan gıdısına üflüyorum diğer yandan da ayak serçe parmağı ile yanındaki parmağın arasına elimi zar zor sokup zorluyorum.

"herşeyi yap nolur elini ordan çek, allahın yok mu senin hayvan herif" dedi. bu beni daha da motive ett ve kediyi tutup kızın burnunu yalattım kediye.

hem gülüyor hem ağlıyor.

"artık zamanı geldi" diyerek doğruldum ve çoraplarımı çıkardım, "yala kaltak yalaaaaa" dedim ve topuklarımı uzattım ağzına doğru.

o yalıyor ben de bir yandan,

"hey you out there in the cooold, gettin lonelyyy gettingg oldd. can youu feel mee?? ahahaha" diye mırıldanıyordum.

çok geçmeden kız "pat" diye bayıldı.

"doktor doktoooor" diye bağırmaya başladım hemen, annesi babası içeri girdi, "neler oluyor?" diye sordular.

"bilemiyorum kediyle oynuyorduk aniden fenalaştı. doktooooooooor doktorrrrrrr amına koduğum kaltak doktor nerdesinn???"

hemen doktorlar hemşireler doluştular, kalp masajı falan aletler bi ton.. off aklıma geldikçe keyifleniyorum.

ben o kargaşa sırasında aradan sıvışıp ordan kaçacaktım ki kediyle göz göze geldik. kucağıma aldım kediyi hemen uzaklaştık ordan...

okuldan transkriptimi alıp hemen mülteci olarak taiwan'a sığındım, orası güzel bir ülkeymiş hem de dar diyorlardı. internetten araştırdım. haberi yoktu kızın.

arkadaşları facebook'ta grup açmışlar adına,

"seni hiç unutmayacağız..."