bugün

halkımızın büyük bir bölümünün muzdarip olduğu enayilik türüdür.

efendim, bilindiği gibi, şeflik, krallık gibi kurumlar ve rahiplerin öncülük ettiği organize dinler tarıma ve hayvancılığa geçildikten sonra ortaya çıkmıştır. neden? zira tarım ve hayvancılık yapmayı bilmeyen avcı-toplayıcı toplumlarda insanlar ancak kendilerine yetecek kadar üretim yapabilirler. ortada üretici insanların minimum ihtiyacının üstünde bir üretim (artı değer) yoktur ki birileri gelip el koyabilsin... velhasıl, ne zamanki tarıma, hayvancılığa geçilmiştir, meslekler oluşmuş, sömürü düzeni kurulmuş ve siyaset icat edilmiştir.

siyaset, üretim fazlasına, kimin, nasıl ve ne ölçüde el koyacağını belirleme sanatıdır. daha fazlası değil!...

ilk uygarlık olan sümerlerin yazıtlarına baktığımızda, sömürü düzenine rahiplerin öncülük ettiğini görüyoruz. şu tapınak için vergi, bu tanrı için vergi, kral bilmem ne için vergi... rahiplerle krallar aynı avı paylaşmaya çalışan sırtlanlar gibi ara sıra birbirlerini ısırsalar da genellikle el ele icra etmişlerdir sanatlarını. aynen sırtlanlar avlanabilmek için göt göte vermek zorunda olmaları gibi... rahiplerin kralların askeri gücüne ihtiyacı vardır, kralların ise rahiplerin tanrıların kendilerini desteklediklerini söylemesine...

işte oyun bundan ibarettir! laik demokrasi bu oyunu hiç değilse bir yere kadar kırmak için büyük mücadeleler sonucu ortaya çıkmış bir sistemdir.

dinin, imanın siyasette ancak bir araç olduğundan kuşkusu duyan varsa, daha ilk halifeler dönemindeki çatışmalara bakmalıdır. "dini anlaşmazlık" olarak yutturulmaya çalışılan, içinde cennetle müjdelenmiş on kişinin de bulunduğu insanların çatışması, birbirlerini kesmeleri buz gibi siyasetin bir sonucudur.

laik demokratik sistemi özümseyememiş insanların yaşadığı ülkelerde, sömürgenler siyasetlerini din üzerine kurmayı sürdürürler. evet, oturmuş laik demokrasilerde de sömürü vardır ama asla din ticaretinin makbul sayıldığı ülkelerdeki kadar değil. neden? çünkü gelişmiş ülkelerde halk hangi sınıfın insanı olduğunu bilir, halkı kandırmak veya hiç değilse bir yere kadar tatmin edebilmek için yöneticilerin halkın çıkarlarını, haklarını da kollaması gerekir. oysa din tacirleri kendilerine oy verenlerin hakları konusunda asla o kadar hassas değildirler. halkın somut çıkarlar sağlamak yerine din iman satmak daha ucuz ve işleyen bir çözümdür. elbette onlar da halka karınca kararınca bir şeyler vermelidir. bu noktada hak vermek, yerine ulufe vermeyi tercih ederler ki, sırtlarını dayadıklarını iddia ettikleri ilahi güce benzer bir görüntü versinler, halkı korku ile ümit arasında tutsunlar.

siyasette somut çıkarlarını ve haklarını talep etmek yerine, din tacirlerinin masallarına kanmayı tercih eden halkların başarılı olması mümkün değildir.