bugün

ben küçüktüm, oniki mi on üç mü ne, o yaşlardaydım işte, daha küçücük bir çocuk!.

yolumu bulduran insan, bugün bir yerlerdeysem eğer, beni duyuyorsun, senin sayende emin ol.

bunları yazarken titriyor ellerim, vefasızlık olması gerek nedeni, özür dilerim, insan hep erteliyor ya bir şeyi ve her şeyin değerini kaybedince anlıyor, öyle işte, "uzun olmuştu görüşmeyeli", demek istemiyorum kimseye, acıtıyor.

"evinde ölü bulunmak" ne demek, duydukça daha da hüzünleniyorum, yalnızlığın acı sonu böyle bir şey mi?

kelimeler yetersiz hocam, tıkanıyorum, mekanınız cennet olsun. *: *.
helede vefat eden insan canınız kanınızsa pek bi koyuyor. isyan edesi geliyor insanın. ama naparsa yapsın geri gelmeyeceğini çok iyi biliyor. ve susuyor insan, sessiz ağlıyor.
insana en çok ta başın sağolsun dendiğinde koyuyor. sanki hergün ölenlerden biriymiş te, öylesine başın sağolsun diyolarmış gibi. ne deseler yetmiyor insana. allah'ım neden o diyerek isyanda ediliyor ama ne fayda. insanoğlu böyle işte, belki de bütün dinlerin, bütün inananların en büyük inanma sebebi ölüm. yaşamak kadar doğal ama ateş düştüğü yeri yakınca, güneşin bir sabah doğmaması kadar saçma geliyor.
görmek kadar inandırıcı değildir. idrak edemezsin, etmek istemezsin. bitakım belirtiler vardır bazen öncesinde, sezersin belki ama; yakıştıramazsın. hep seninle olmuştur. kolun kırıldığında doktora götürmüştür mesela, alçına ilk afili imzayı o atmıştır. sonra, o alçı alınırken sağlam olan elini tutmuştur. yüzmeyi öğretmiştir sana. inatla izleyip, korktuğun nice filmden sonra, "korkma, hiçbiri gerçek değil, sana zarar veremezler" diye seni avutmuştur. duygusal filmler de izlemişsinizdir beraber, sen hınzır hınzır, "kim ağlıyo acaba"nın muhasebesini yaparken, o toplama katkı yapıyodur.dizinde uyumuşsundur çok kere, alıp yatağına yatırmış, sıkı sıkı örtmüştür üstünü...
zordur alışmak, acıtır...
hayattan soğursun, sanki artık sen de yaşayamazsın gibi gelir onsuz bir hayat ne kadar acayiptir, sen de onunla beraber yok olmuş gibi hissedersin ve yok olmak da istersin, dünya durmuştur sanki, çevrendekiler birşeyler söylerler ama anlamazsın, boşluktasındır, olanların gerçekten yaşandığına inanamazsın, bir de bu beklenmedik bir kayıpsa gerçekten koyar adama, aslında kabullenmezsin de ta ki mezar taşını görene kadar, yıllarca ismiyle seslendiğinin mezar taşıdır ki işte o zaman kafana dank eder, etrafına bakarsın, çiçekler, böcekler, ağaçlar hepsi hala hayatta hepsi hala yaşama devam ediyor, kendine bakarsın, hala nefes alıyorsundur, şaşırırsın, yaşama devam etmek zorundasındır çünkü, o kadar üzüntüye acıya rağmen yaşamak zorundasındır, hiç unutamayacağım dersin, bu acıyla nasıl yaşarım? ama gün gelir unutursun da, arada aklına gelir gözlerin hafiften yaşarır o kadar, ölüm bile unutuluyormuş dersin ölüm bile...
sizin de ruhunuzun vefat ettigi andir.
önce inanamamaktır. gariptir ama insanoğlu herkesin başına gelecek yegane şey olan ölümü hep şaşkınlıkla karşılar. sonrasında keşkelerle boğuşmaktır. soru işaretleri beyninizde deli danalar gibi dolaşır. içiniz sızlarken alışma süreciinin geçmesi için dua edersiniz. zamanla dayanılmaz hali geçer ama o insanın bıraktığı izler asla silinmemek üzere kazınmıştır.
insanın canını en çok yakan şeydir. evet.. kesinlikle bu olmalı. ben bundan daha çok insanın canından can alan bir acı görmedim, duymadım, bilmiyorum. belki de hayatın başındayım henüz. o yüzden bu acıyı büyük mü zannediyorum, bilemiyorum.

anneannemi kaybettiğimde bu hissi en yalın haliyle yaşadım. o kadar dua etmiştim. hiçbiri kabul olmadı.

elini sıkıp dolu gözlerimle ona baktığımda, titrek sesimle; "iyi olacaksın, çıkacaksın burdan. bak herkes kapıda senin gelmeni bekliyor.. iyi olacaksın" diyebilmiştim. kafa sallamıştı, elimi sıkmıştı.. olmadı.

sözünü tutmadın anneanne.. oysa ki elimi sımsıkı tutmuştun. gözlerime bakmıştın. her zaman yaptığın gibi "gel bi öpeyim seni aşkım" demek ister gibi bakıyordun yüzüme. ağzındaki hortumlardan bir şey diyememiştin.

zaten yorgun düşmüş bedenine 2 defa vuran kalp krizi seni bizden aldı. aslında doktorlar "ex oldu artık bizim için" dediklerinde buna kızdım. nasıl ex olursun sen? yok musun sanki şimdi sanıyorlar?

yoğun bakım ünitesinin önünde ellerim çenemde bi haber beklerken metanetle konuşmaya çalışan dayım geldi.

"annemi kaybettik. hepiniz metanetinizi koruyun, zaten hazırlamıştık kendimizi buna.. başımız sağolsun hepimizin"
hayır. ben hazırlamamıştım kendimi. ben öleceğini düşünmemiştim. iyileşecek diye düşünmeye odaklanmıştım. hıçkırıklarımı, sesimi zapt etmeye çalışıyordum. ellerimle ağzımı, yüzümü kapatmıştım.

sevdiğin bi insanın kaçıp gidişi böyle miydi? bu kadar mıydı?..

allah, bu acıya kimseye yaşatmasın diyeceğim ama herkes eninde sonunda sevdiği insanların sırayla bu dünyayı bırakıp gidişine tanık olacak. ölüm, bu hayatın en büyük gerçeği. kimse, kimsenin kalbini kırmasın. 3 günlük dünyada gerçekten hiçbi boka değmiyor.

şimdi istesem de yanımda yok..
aklıma behçet necatigil'den bir şiir geliyor, okuyor, put gibi duruyorum:

ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda, acılar bittikten sonra dönmeliyim.
ölümlerin karşısında şaşırıyorum, ne desem ki, bilmiyorum.

kalanları ağlıyor gidenin, benim gözlerim kuru,
herkes bana bakıyor, biliyorum, içinden geçenleri.

başsağlığı dilemek garibime gidiyor, ölen öldü sen yaşa, küçültmeye benziyor.

beni böyle kitaplar mı yaptı ne,
kağıtlarda gidenlere içlenip ağlayan ben, hayattaki ölümlerde put gibi duruyorum.

kimse anlamaz derdimi, ben uzaklarda olmalıyım çok uzaklarda, bir yakınım öldümü.
"yüreğiniz o kadar derin yanar ki o yanık kokusu burun direğinizi sızlatır çocuklar" demişti lisedeki edebiyat hocam bu durum için. haklıymışsınız hocam hem de çok.