bugün

teoman-şebnem ferah düetini akla getiren hede.
zaten bir yabancıydı önceleri. başka başka şehirlerde büyümüş, farklı tecrübeler edinmiş, farklı düşler kurmuş, o güne dek hiçbir yerde karşılaşmamıştık. ne benim bir fikrim vardı onun hakkında ne de o tahmin yürütebilirdi hakkımda.

bir yerde kesişti yollarımız işte. neden karşılaşılan ilk günler unutulmuyor acaba? o gün edilen sözler, bir bakış, bir tavır nasıl kazınıyor akla? nankör olan hafıza nasıl reddediyor bunları unutmayı? anlamıştım ama; her ne kadar mana yüklemeye çalışmasam da tavırlarına, yabancı kalmayacaktık birbirimizin hayatlarına. çokça onu düşünür, yemek yerken tıkanır, başkası bir şey anlatırken dalar gider oldum sonra. ne zaman kendime gelsem gülümsediğimi farkedip sağa sola baktım farkeden oldu mu diye. daha çok merak ettim onu, sanki bir anlamı varmış gibi saate baktım ara sıra. "15:15 beni düşünüyor" bunlara inandım o dönem.

derken gene karşılaştık bir arkadaş ortamında. gülüşmeler, sohbetler, göz göze gelip utanmalar... gözlerinin içi gülüyordu, ben ise "bir daha ne zaman görürüm acaba" diye düşünüyordum onu her gördüğümde. herkes kalkmaya niyetlendiğinde, o bana "kalır mısın biraz daha" demişti. kaldım elbette. herkes gittikten sonra " hep kal " dedi. "birlikte görelim neler olacağını" ve başladık öyle.

cicim ayları laflarına gülüp geçtik uzun müddet. yıllar yılları kovaladı, bir yabancı benim kendime olan yabancılığıma taş çıkarttı, beni benden çok tanıdı, sevdi. geçmiş yıllarında ben yoktum belki ama inanıyordum gelecekteki her gün bizimdi sanki.

sonra tek tük anlaşmazlıklar çıktı aramızda. hiç kavga etmemiş bir çift olarak bilemedik nasıl davranmamız gerektiğini. tavır aldık, gurur yaptık, inat ettik. öpüşerek barıştık ama gün oldu birbirimizi hiç aramadık. özür diledik, pişman olduk, hep barıştık ama.

farketmedik sorunları halledemediğimizi. hep aynı yerde tıkandık kaldık. temelimiz sağlamdı ya biz ona güvenerek çıktık katları. merak aşkı, aşk sevgiyi, sevgi alışkanlığı, alışkanlık dostluğu getirdi beraberinde belki ama yıllarda anlaşmazlıklarımızı biriktirmişti usunda.

bir zaman sonra sesler daha çok yükselmeye başladı. geçmişi özlemek inanın fena oluyor bazı zamanlarda. geleceğe olan umudu köreltiyor çünkü. geçmişi daha sık düşündükçe geleceğinize dair duyduğunuz karamsarlık büyüyor içinizde.

çıkış yolu bulamaz hale geldik sonra. ne hissediyorduk onu bile bilmiyorduk. sevgi, nefret, kin, özlem her biri girmişti birbirine. gitgide uzaklaşıyorduk birbirimizden.

20 li yaşların başında sevdiğim adam 30 lu yaşlara yaklaşırken özlediğim adam olmuştu. şimdi yanımda olan adam ise kaçıp kurtulmak istediğim biriydi. ama yıllar öyle nalet ki fena düğümlüyor ipleri. silkinip kurtarmak kendini, öyle kolay olmuyor her zaman.

konuşamamaya, dinlememeye, anlamamaya başlayınca birbirimizi, çokça deneyip yanıldığımızı anlayınca, bir arada olduğumuzda daha fazla bakınca saatlere, " 15:15 olmuş saat, geç oldu dönelim mi" diyerek kısaltmaya çalıştıkça birlikte geçirdiğimiz vakitleri anladım sonra iki yabancı olmuşuz aslında. tanıdığımı zannetmişim falan hikaye. yıllar geçmiş, iki kişi büyümüş, büyürken değişmiş, değişince uyuşmamış işte.

dedim ya 20 li yaşların başında sevdiğim adam, şimdi yanımda duran kişi değilmiş aslında ya da yanımdaki adam geçmişte tanıdığım kişiden çok farklı biriymiş aslında.
geçmişe sünger çekmek istemiyorum hayır, yaşanmış yaşanmıştır. tecrübedir, ondan sonraki yaşamında belki hareket ve tavırlarına yön verendir.

demem o ki zaten bir yabancıydı önceleri. adını bilmediğim belki hiç karşılaşmadığım. bundan sonra da bir yabancı olacak bana, belki bir daha hiç göremeyeceğim, görsem de özlemeyeceğim...
bir zamanlar uyandığınızda onun "günaydın" mesajıydı ilk gördüğünüz şey, sizden geç uyurdu hep.
uyumadan önce en son duyduğunuz onun sesiydi.
ne kadar manalı geliyor kulağa, aşk var sonuçta işin içinde.
önce ekstradan diyebileceğimiz "iyi geceler", "günaydın" mesajları gelmemeye başlar.
sonra birbiriniz için kullandığınız özel kelimelerin yerini sıradan "canım" kelimesi alır. sonra o da gider zaten, yalnızca isim.
gerektiğinde msj atılır. aslında gerektiğinden de değil ya, konuşmamak için.
"birlikte ama yalnız iki yabancı" yı yaşamaya başlarsınız, önceden yalnızca hoşunuza gittiği için dinlerdiniz, şimdiyse söylüyorsunuz.
daha da uzamaz zaten.
artık sevgiliniz değildir, başında eski sıfatı vardır. birisi "o kim" dediğinde isim söylenip geçilmez, belirtilir mutlaka "eski sevgilim" diye.
bi günaydını, iyi geceleri eksik etmeyen sevgiliniz...
artık yolda gördüğünde bir merhabayı esirgeyen eski sevgiliniz.
boşuna mı yaşandı o kadar şey?
bi selam, fazlası değil ki.
bu kadarını hak etmez mi bitmiş de olsa bi ilişki.
evet, çoğunlukla.
ayrılık çanlarının çalması fakat bunu duymak istemeyen bir tarafın olmasıdır.
derlerdi hep yaşayanlar;

`başlarda güzel başlar her şey ilk heyecanlar, tanımaya çalışılan dönemler, her gün görüşmeler, saatlerce yapılan telefon konuşmaları... daha sizi eve yeni bırakmışken siz onun arkasından bakarken, gözden kaybolmamışken yani henüz bir anda telefonunuz çalar özledim seni, seviyorum seni der sıcacık...
sonra ufak tefek tartışmalar olur ama bir şekilde üstesinden gelinir.. her kavgada sesler daha yükselmeye başlar sonra, hele iki kişi arasındaki farkın büyük olduğu, ve bu yüzden en ufak konuda bile kavga edilebileceği fark edildiğinde tahammül iyice azalır...
konuşmalar azalır, güzel sözler azalır, her şey azalır... o bitmez denilen sevgi, örnek alınan aşk artık sadece alışkanlık olur...

sevgi mi azaldı, alışkanlığa mı dönüştü? yoksa hayat mıydı bunu yapan? hayat sizi azalttı da verecek bir şeyiniz mi kalmadı? günlerce sürüp gider bu düşünceler, soru işaretleri... bir de çok şey feda etmişseniz uğrunda, beraber yıllar geçirmişseniz yapamazsınız düşünemezsiniz onsuz olmayı, ama onunla olmak da bir işkencedir artık.. ne yapacağını bilemez insan... sevgi değil midir insanları bir arada tutan, o en aşılmaz dalgaları bile dizlerimizi aşmaz gibi gösteren? sevgi artık yoksa niye bir aradayız diye düşünürsünüz bir anda karar vermişken olmadık, ufacık bir anı gelir aklınıza özlersiniz o günleri, geri döndürmeye çalışırsınız, uğraşırsınız hep bir umutla hep son bir çabayla. ama olmaz, olmayacaktır artık değişmiştir her şey... ve bakarsınız bir hastalıklı bağlılığa dönüşmüştür bu, ne onunla ne onsuz... `

ama yaşanınca anlaşılıyormuş..
(bkz: iki yabancı)
dünyanın en acı veren olaylarından biridir. 2-3 ay öncesine kadar 'aşkım' derken kalbin sıkışmasına neden olan, gelecek hayalleri kurulan sevgili, 2-3 ay sonrasında yüzünü görmeye bile tahammül edilemeyen bir insan haline gelir.
aşkın da bir ömrünün olduğunu anlarsınız. bir dahaki sefere mantığınızı dinleyeceğinize dair yeminler edersiniz ama asla sözünüzde duramaz tekrar aynı şeyleri yaşarsınız. bu böyle kalp ölene kadar devam eder.
zaman verilmelidir.