bugün

bir zulmün fotoğrafı olan yazı. bekir coşkunun okusada anlayamayacağı yazıdır ayrıca.
(bkz: nefretin gözleri kör etmesi)

"Geçmiş zamanlardı Bekir amca. Nazenin genç kızlar yurtlarından çekip gitmek zorunda kaldılar. istemeye istemeye. Ayaklarını sürüyerek gittiler. Analarını son defa koklayarak çekip gittiler. Babalarına bir daha sarılamama korkusuna sarılıp gittiler.
Genceciktiler. Kelebek gibiydi kalpleri. Al aldı yanakları. Moldovaya gittiler, meselâ. Dillerini anlamayan ve dinlerini bilmeyen adamlardan medet umdular.. Romanyaya uçtular. Hollandada hasret çektiler. Orta Asyanın demir perde artığı soğuk ve suskun şehirlerine çekildiler. Viyanaya çekip gittiler. Niye mi? Dillerini bilen, dinlerini bilen, Bekir Coşkun amcaları gibi taze mısır ekmeğinin mis gibi kokusunu seven büyüklerinden, kırılgan hayallerine analık etmelerini bekledikleri kadınlardan, tazecik umutlarına babalık etmelerini umdukları adamlardan çektiler. Varlıkları, yere göğe sığmayan bir ayıpmış gibi sınıftan uzaklaştırıldılar. Sınavdan kovuldular. Umutlarını nokta nokta dizmeye hazırlandıkları kurşun kalemlerini gözyaşları içinde çektiler kâğıttan. Başları önde çekip gittiler.

Çekip gitmesini bildi o incecik kızlar. Rantiye hesaplarının üzerine perde olarak çekilen laik-Müslüman çekişmesinin gerilimini 13-14 yaşlarındaki dal gibi kızların saçlarının ucuna bağladılar. Kızlar da bana mısın demediler, çektiler. Çekip gittiler. ihale takipçilerinin aç gözlerine sürme yaptığı irtica geliyor tehditlerinin kapkara dehşetini 17 lik kızların omuzlarına yıktılar. Kaçmadı kızlar. Kaçamadılar. Çaresiz, çektiler. Ağlayacak gibi olsalar da, belli etmediler. Boylarını aşan hıçkırıklarını içlerine çekip gittiler.

Bazıları okul kapısında bir kuytuya çekildi. ilk defa ulu orta. ilk defa herkesin göreceği yerde. Ak duvağının arkasına koymak üzere cevher gibi sarıp sarmaladığı saçlarını yağmalatırcasına. Sadece helâlinin bakışına sakladığı zülüflerini çamura yatırırcasına. Her defasında ilk defa yapıyormuşçasına gibi ezilerek. Utanarak. Çekinerek. Sıkılarak. Yutkunarak. Ağlayarak. Ağlamıyormuş gibi yaparak, başından örtüsünü çekti. Çekip gitti sınıfa. Bazıları da elini eteğini çekip gitti. Okuma hayallerini kirli bir mendil gibi katlayıp, köşelerine çekildiler. Şimdi, ülkenin aydınları olarak çıkacakları üniversite kapılarının önünden, başını örterse, kızını nerede okutacağını kara kara düşünen oku(tul)mamış ev hanımları olarak iç çeke çeke geçiyorlar. Yaralı geçmişlerini, ezilmiş gençliklerini hatırlıyorlar. Arkadaşlarının yanında aşağılanmışlardı, utandırılmışlardı. Kardeşçe sarmaş dolaş oldukları, sırdaş edindikleri başı açık arkadaşlarıyla aralarına s/ağır mı s/ağır setler çekmişlerdi. Başı açık olanlar da çekmişti. Onları da utandırmışlardı. Yanı başından kaldırılan arkadaşının ardından sınavı terk etme delikanlılığı ile sınavı verip okulu bitirme pısırıklığı arasında, vicdanları yalım yapalak bir oraya bir buraya çekilmişti. Okul kapısında bekletilen kankalarının yüzüne bakamadan, kendilerini en çetin hesaplara çekip de gitmişlerdi amfiye.

Kimisi hazırlık sınıfına başlayamadan. Kimisi diplomasına birkaç ay kala. Çekip gitmişti. Bekir amcalarının güzelce tarif ettiği o yeri, kendisi ya da eşi başörtülü ya da başörtüsüz olsa da, kendisi ya da anası/kızı/kız kardeşi çarşaflı yahut dekolteli olsa da, her insanın asla kovulamayacağı, kovuldukça kalacağı, gönderilmek istendikçe yerleşeceği, atıldıkça geleceği o yeri arayıp durdular. Her defasında karşılarında kamusal alan uydurması etrafına çekilmiş dikenli teller buldular. Ülkelerinin orta yerinde, habire genişletilen ve nerede kardeşlik umudu varsa üzerine sünger çeken o dikenli tellerde kanadı hayalleri.

Dün ben de çekip gittim. Kamusal alandan rahmetsel alana attım kendimi. Medinedeyim. Başını örteni de, örtemeyeni de, örtmek istemeyeni de, örteni istemeyeni de huzuruna alan Muhammed-i Eminin [asm] huzurundaydım. Kin ve nefret çöllerinden kardeşlik vahaları yeşerten Sevgilinin yurdundayım. Çekip gelse, Bekir Coşkunu da R. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül kadar sımsıkı kucaklayacakları, kırk yıllık dost gibi ağırlayacakları, teklifsiz sofraya buyur edecekleri yer burası. Çekip gitmiş kızların, kendilerine çektiren büyüklerini görecek olsalar, ömürlerinde görmedikleri içten bir sevgiyle, her şeyi unutarak kucaklayacakları yer burası. Kardeşler arasına ayrıkotları dikenlerin ayakları altına gül dikenlerin bağı burası. Misilleme, rövanş ve intikam duygusunu yanağında serinleten O Gülün [asm] gülüşleri çoğalttığı yer burası. istanbulun sokaklarına serin huzurların taştığı pınar başı burası. Ankarada komşuyu komşuya sevdiren sırrın doğum yeri burası. Bekiri, Abdullahı, Tayyipi birbirine kardeş yapan muhabbetin mayalandığı yer burası. Benim ülkemi de baştan başa dost sıcağıyla ısıtan Muhammedî medeniyet güneşinin doğduğu yer burası."
senai demirci-zaman dergisi gençlik eki