bugün

bizim burada yani van da salı günleri semt pazarı kuruluyor. orta seviyeli bir memur olmam hasabiyle pazardan alış veriş yapıyorum. bilirsin dostum domates soğan patates falan fıstık işte. yine böyle bir pazar zamanı alış veriş sırasında domates satan yaşlı adamın torunu diye tahmin ettiğim cehennem simalı bir çift göze sahip olan uzun dalgalı saçları arasında ay parçası yüzüne kurban olunası bir kız gördüm. acep nerden gelmiş bu güzel acem diyarından mı? türkistan mı? bilinmez ama gizemli duruşu hindistan dağlarındaki sis gibi insanı sarıyor, endamı gül yaprakları üzerinde yürüyen bir ceylan gibi yürekte ince ince çizgiler bırakıyordu. müşterilerle dedesi ilgileniyor o kasalardaki sebzeler bittikçe yenilerini getiriyordu. ellerimin üşüdüğünü hissediyordum. dilim düğümlenmişti. kurudu sözlerim. kalakalmıştım. bir ses beyim kaç kilo olsun diye çınlattı kulaklarımı. güzel bir rüyadan uyanmak istemez bir insanın hali çökmüştü üstüme. bir deyiverdim belli belirsiz. bir kilo. dünyanın en yaşlı ama en hızlı domates satıcısı gibi davranan adam hızla ver elime poşeti. aklıma ilk gelen şey cebimdeki en büyük parayı vermek bozuk para bulmalarını sağlamak ve zaman kazanmaktı. elimi cebime attım en büyü param yirmi liraydı. galiba fakir olmak bu kadar üzebilirdi insanı. bir yıkımla ayrıldım oradan. uzaklaşırken attığım her adım ciğerimden bir parça koparıyordu. lime lime oluyordu. eve vardığımda yığıldım yatağa yüzü koyun. acaba bir daha görebilecek miydim onu? bilinmez...