bugün

bazen aşk öyle şiddetli, öyle paramparça, insan bedeni ve ruhunun başa çıkamayacağı bir halde yaşanır ki; yaşayan yaşadığının hafife alınmasından korkar ve aşk bile ifade etmeye yetmez içindeki kavrulmayı;

''annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
annemin cenazesinde kılmadığım namaz kadar masum
annemin mezartaşındaki imla hataları kadar sarhoş
annemin vasiyetindeki,
'oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın' maddesi kadar sevecendin.

bazı eski romanlar
'yıl bin dokuz yüz bilmem kaç' diye başlardı,
ben çocukluğuma, çocukluğumun çocuk romanına,
senin oyuncaklarını kırarak başladım.
ben her sonbahara hep yaz'ı kırarak başladım.
yazları kırarak sonbaharlara başlamak...
bunlar benim sevişirken kaybettiğim savaşlardı!

firari bir aşka saklanacak kalp bulmak
anneme talip olan yalnızlığın sorumluluğundaydı.
belki o kadının ölüm nedeniyle ısınan gözlerinin,
uzak şehirleri hatırlatan soğukluğunda
bir kalp bulmak
bir kalbe çevrilmeyecek bir teklif sunmak
okyanusları birleştiren hayali ara denizlerin sonundaydı!''
Bana sorarsanız hakkımı helal etmedim hiçbir sevdiğime. Sevmeyi şiir kitaplarında okuyup, şairlerin kadınlarına aşık olan umarsız, bir hayli de arsız bütün edebi sakinler gibi. Hiçbir kadın o dizelerdeki gibi durmadı benim aynamda. Yüzleri yoktu ölümsüz aşk vaatlerinde bulunurken. Aslında ne yaptımsa kendime yaptım biraz, aslında bütün haksızlıkların kontratlarında sol alt köşedeydi adım. Tango'nun en münasebetsiz yeridir, kadının burkulan dizi üzerine abanması adamın, gözlerdeki ateşe acıyla su verilir, kadının kendinden geçmesiyle ritmin değil, adamın ve adımın alakası vardır anlayacağınız. Yürek acısı da böyledir biraz. En münasebetsiz yerinde hayatınız acıtır canınızı, yandığınızı zannederken üşürsünüz. işte benim gibi. Sonrası mı; zamanın içinden geçen ırmağa doğru çıkılır yola...
(bkz: ne diyem mahmut mu diyem)
güncel Önemli Başlıklar