bugün

hayatımda iki defa başıma gelen ve algılarımı alt-üst eden hadise.

sanırım genelde öğrenci veya bekar evlerinde yaşanır. bu bir sabah gözlerimi açıp odadan salona geçince, masanın üstüne konulmuş soğanın neden orda olduğunu düşünmekten daha da vahimdir. neticede, soğanla değil insanla karşılaşıyorsun. ama ve fakat soğan olsa dahi kafayı yersin. ne işi var bu soğanın burada! kim koydu? amaç neydi? bir işaret mi yoksa bu? vs. vs. vs. öyledir ya! sabah kalkınca biraz da aptaldır insan. olayları birleştirememe, toparlayamama durumu normal şartlarda bile hasıl oluyorken böyle gayet sıradışı "şey"lerle karşılaşınca daha da berbat oluyor.

neyse efendim, biz biliriz ki, her insan kendi evinde belli bir düzen kurar. yani banyoda kullandığı sabunu tekrar yerine koyarken ki şeklinden tutun da, mutfakta kullanılan bulaşığın bırakılma tarzına kadar. ve nu tuhaftır ki eve gelen misafiri görmesen dahi eve yabıncı birinin girdiğini hissedersin. durum böyleyken sabahın köründe gözlerini açıp salona geçince orda uyuyakalmış yabancı bir insanla karşılaşmak insanı birden kendi duvarlarına yabancı kılıyor.

meramıma geçecek olursam, bu sabah kalkınca evde yabancı biriyle karşılaştım. normalde acayip rahat bir adamım. donla falan gezinirim içeride. hele sabahları yatak odamdan banyoya kadar olan uzun ince yolda (gerçi sayın binali yıldırım en son bunu uzun duble bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece diye değiştirmişti, neyse bizim evin yolları hala üstat veysel'in dediği gibi uzun ince) mümkün olduğunca rahat olmak isterim. normal şartlarda sadece iç çamaşırla kalkarken bu sabah nedense şortla uyandım. gece üstüme çektiğim şortu çıkarmadan uyuyakalmışım. sabah uyanıp salona geçince uyuyakalmış bir insanla karşılaşınca (ki, bu insanda bir kadın olunca) normal olarak gerilip kasılıyorsun. gelen insanın da, refkleksi midir anlaşılmaz, ama en derin uyksunda olsa dahi mutlaka gelen ilk sese tepkisiz kalmaz ve gözlerini açıp yabancı olduğu evin sahibine bir an bakıp; gözlerin birbirinin coğrafyasından çekilmesinden sonra başına yorganı çekip, sırtını dönüp evin içinde dolanan insanın seslerini tekip edip, sesin kendi anaforunda boğulmasına kadar bekler. evde dolanan kişinin çıkardığı sesler kesildikten sonra yine derin uykusuna dalıp gider ki, bu da yabancı bir eve misafir giden insan psikolojisidir ayrı bir konudur, ayrı bir zaman diliminde irdelemek gerekir.

sabah kalkınca evde yabancı biriyle karşılaşmak, insanın ılıman iklimine eksi 50 derecelik soğuk bir hava akımı tutmak gibi bir şeydir sanırım. birden, o rahat hareketlerin koybolur. musluğu daha bir yavaş açarsın. klozete yenik bir psikolojiyle oturursun. dolabın kapısını yavaş çekersin, elmayı ısırırken çat diye bir ses çıkmaz. normalde bütün bu işlerden sonra üstüne çektiğin, pantolonu gömleği en önde çekersin. işlerin tepe taklak olur. kaba tabirle amı-götü kaybedersin. yine de dışarıda güzel bir hava vardır verandalı bir ev olsa tadından yenmeyecek. sokağa baktığın an hodbinleşirsin. bu dünya sadece benim olmalı, bu ev sadece benim olmalı diye. açarsın kapıyı çat diye çeker, yürürsün merdivenleri atarsın kendini sokağa. beyninin sifonunu çekip geride bıraktığın her şeyi kirli düşüncelerin foseptik çukuruna gömersin. vs.
(bkz: kalk kız görücü geldi)