bugün

insanın hayata karşı beklentisi ne denli düşük olursa, mutluluğa o denli yakın olur.

kendine ulaşması fazla zor olmayan, potansiyelini zorlamayacak hedefler belirleyerek veya hiçbir hedef belirlemeyerek, plansız, programsız, geleceği düşünmeden bir hayat yaşayan kişi, her dakikasını bir plan ve program üzerine yaşayan, hayattan beklentilerini yüksek tutan, aile kurarak insanların arasına karışmayı planlayan, toplumda iyi bir statü kazanmak isteyen kişiye göre çok daha rahat ve mutlu bir hayat yaşayacaktır.

örneğini verdiğim bu iki insanın sonlarına gelince ise, nasıl bir hayat yaşarlarsa yaşasınlar, sonları birbirlerininkinden farklı olmayacaktır. ikisi de ölecek, dünya hayatına veda edecektir. dünya hayatı, gerek insanlara sunduğu zevkler, gerek güç hırsı, gerekse dünyada yer alan bütün canlıların insanların hizmetinde olmasına rağmen, üzerine biraz düşünüldüğü zaman çok anlamsız ve sahte bir hayattır. ama yine de, insanoğlu kendi isteğiyle gelmediği şu hayatı, bir şekilde sahiplenir ve yaşamak ister, ta ki ölene dek...

albert camus'un şu güzel sözüyle sözlerimi noktalamak isterim ;

''insan da, yaşam da saçmadır; boşunadır, rastgeledir, sağlam hiç bir şey yoktur; ama yine de yaşamak gerekir.''
mutluluk sevgilinin beklemediğin bir anda seni öpmesidir, mutluluk benzin ışığı yandıktan sonra 40 km daha gidebilmektir, mutluluk uç bittiğinde kalemin içinde bir ucun daha olmasıdır, mutluluk kumandayı aramaya kalkarken yanında olduğunu görmektir, mutluluk 25 kr luk cipsten çıkan tasodur, mutluluk tv yi açtığında sevdiğin bir klibin oynamasıdır, mutluluk potanın üstünden seken topun basket girmesidir, mutluluk bayramda şeker toplamaya gelen çocukların çukulata aldığında gözlerinde gördüğündür. mutluluk mutlu olmayı becerebilmektir.
benjamin franklin vakti zamanında yapmıştır zaten bu tespiti:
'mutlu olmak için ya imkanlarını artıracaksın ya da isteklerini azaltacaksın.'
sonuna kadar doğrudur. neticede ne kadar çok şeye sahip olduğumuz değil ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğumuz önemlidir.