bugün

bazen gaza geliyorum. sanki 1 damla daha salgılansa adrenalin bitermiş gibi hayatım. sanki damarlarımdaki 1 damla eksik olan bir şey yaşamamı sağlıyormuş gibi.
insanlardan ayrı kalmak mantıklı bence. hepsinden ama. bazen senden bile. yorulmak yaşlandırıyor insanı ve beni insanlar yoruyor. mecburiyetler umrumda değil. zorundalıklar, sorumluluklar önemsiz. bir sen önemlisin. ama bir tek buna inandıramıyorum seni. insanlar gerçekten yorucu. kendi yüzünü görmekten korktuğu için evine ayna almayan insanlar var, ve ben bu insanların yüzüne bakıyorum hergün. bende korkuyorum artık kendi yüzümden. bende bu kadar korkuncum ve bende bu kadar yalnızım, her sokak lambası gibi. her sokak lambası yalnızdır. akşam olur ve sadece kendi dibini aydınlatır mumlara inat. belki de bencildirler insanlar gibi. ve yine insanlar gibi başları önlerine eğik beklerler bütün gün. birilerine boyun eğerler ve akşam olunca hepsi yalnızdır. benim babam ampulü kırık bir sokak lambası. artık kimse için yolları aydınlatmıyor. elimden gelse bir bir söndürürüm sokak lambalarını. en azından kimse kimseyi görmezse biraz olsun başlarını kaldırır birileri. birileri gökyüzüne bakar ve yıldızların güzelliğini. aralarında binlerce kilometre olsada nasılda yan yana durduklarını. ve anlardı birileri uzakken de yan yana olunabileceğini.
iyileştiğimi hissediyordum göğsümde 1000 volt elektriği duyarken. kendime değil normale dönüyordum. normal olan ben değildim. garip olan her şeydi. sessiz olan bendim. gürültülü olan yine her şeydi. ben bendim ama hiçbir şey kendinde değildi. o an anladım. her şeyin büyük bir yalanın ufak birer parçaları olduğunu. ve hiçbiri bütün bir yalan olamadığı için hepsi doğruydu.her parça diğer tüm parçalarla birleşiyordu. ben yalandan gülümsediğim için senin yalandan için rahatlıyor ve rahatça uyuyup rahatça işini yapıyor ve sen de yalandan gülümsediğin için diğeri rahatlıyordu. ister inan ister inanma ama ikimizde bu yalanın birer parçasıyız. ne kadar büyük bir parça olacağı kişiye kalmış. bunu sadece göğsünde atan yalanı duyman ve beni anlaman için yazıyorum.
Lan ne yazmışınız. Meraktan yazıyorum sözlük. B-k neden kahverengi?
ben bir dilenciyim. beni anlamanızı dileniyorum, yalvarıyorum en acınası ses tonumla. bazen birkaçınız birkaç kuruş dinliyor dediklerimi ve ışığı söndürüp çıkıyor odadan. oturup bekliyorum karanlıkta. sesler duyuyorum. başka dilenen insanları duyuyorum. kaçıyorum onlardan. verecek bir şeyim olmadığının farkındayım. ne kadar uğraşsa da anlamayacağımı biliyorum. ayaklarım üşüyor benim. sesim kısık, yazdıklarımı fısıldıyorum. bunu okuyana da dinleyene de acıyorum. bunu bana sen yazdırıyorsun, sensizlik yazdırıyor. nolursun duy artık. sana sinirli değilim sadece kırgınım. beni mahkum ediyorsun buna sırf mutlu olalım diye. canım çok acıyor ama. anlatamıyorum ben derdimi. sen anla bari. sen bul çamura saplanan güneşimi. sen doğur beni denizlerde her sabaha. ama yüreğimi batırma artık. sayfalar kısa benim anlatabileceğimden. ömür yaşayabileceğimden ve günler düzelebileceğimden kısa.
şuan bitse şu filmde çalan şarkı, ya da kapatsam sesini. ben durduğumda filmde dursa olur mu? evet soru soruyorum sana. sende filmdesin ve seninle konuşuyorum filmin içinden. beni duyabiliyorsun sen. kimsenin kulaklarına lafım yok. bir tek benim ki bozuk. hipermetrop. yakını duyamıyorlarmış. filmden bir doktor söyledi bir de dilsizmişim. bende neden insanlar anlamıyorlar diyordum. sessiz değilmişim aslında. ben içimden gelenleri söyleyemiyormuşum ki. seni özledim ben aslında. tek derdim bu. kendimi bile özlüyorum. tekrar bana gelmesi için neler vermezdim. kurtulamıyorum tek başıma bu hastalıktan. evet biliyorum ben istedim sensizliği. seni korumak için senden vazgeçtim ve kendimden oldum.
Erkeklerin kendinden yaşça çok küçük kızlarla nasıl anlaştıklarını.

Bana çocuk geliyorda.
bu gece yıldızlara üflemişler sanırım.
birileri yasta şuan yastığında
sadece gözleri ıslak ama
ne yanakları, ne yastığı ıslanır yalandan ağlayanların
gerçek gözyaşlarıysa hiçbir yeri ıslatmaz;
çünkü gerçek gözlerde değildir.
gözlerde dışarısı olur sadece,
ve dışardaki her şey sahte.
bir senin gözlerinle benimkiler, karşılaşınca gerçek oluyor
çünkü bizimkiler
bizimkiler bile sahte

bu kelimeler dışarıda
ve birer parçası yalanın bunlarda
burada doğruyu söyleyemem
doğru yok burada.
ben
sensizim..
ölüm komik bir şey mi?
bazen...
kim olduğuna bağlı.
zaman uzun ama hayat kısa
bir çok hayal kuracak kadar uzun
ama hiçbirine ulaşamayacak kadar kısa
hayat üzüntüler kadar uzun, mutluluklar kadar kısa

hayat çocukluk kadar uzun, gerisi hep kısa
hayat, iki ağlama arası kadar uzun
hayat, vazgeçemeyecek kadar kısa
hayat, ayrılıklar kadar uzun, kavuşmalar kadar kısa

hayat durup dinlenemeyecek kadar kısa
düşünüp, sorgulayamayacak kadar kısa
dönüp, bakamayacak kadar, üzülüp, ağlayamayacak kadar
hayat, susamayacak kadar kısa

hayat, içinde olduğun bir rüya kadar uzun
hayat, başkalarınınkini hiçe sayacak kadar uzun
hayat, gördüğün renkleri, resimlere dökemeyecek kadar kısa
hayat, okuduğun satırlar kadar uzun
sonuna geldiğin şiirler kadar kısa...
kitabın son kelimesiydi ölüm
''Diğer tüm normal insanlar, krallar, zenginler, asiller, köylüler, esnaflar, babalar, anneler, bebekler, yoksullar, hissizler, sokak insan ve hayvanları, yosunlar, mankenler, suçlular, katiller ve maktüllerde olduğu gibi doğal karşıladı onu da ölüm.''

hangi aklı başında insan ölüm kelimesiyle bitirir ki kitabını. hangi aklı başında insan sonun ölüm olduğunun farkında ki. ölümü okudum ve her kitapta olduğu gibi bir süre üzerine düşündüm kitabı kapatmadan. başlangıçta yazanı değil okuyanı düşündüm. belki dedim bu kitap birisinin okuduğu son kitaptı, belki birisini son kelimeleriydi, belki gördüğü son şeydi son cümlesi kitabın. belki dedim sonra tekrar; yazarın aklından geçen son şeydi bu son cümle. belki o da ölümü doğal karşılamıştır yaşam gibi.

babalar hiçbir şeyden korkmaz sanırdım. benim babam ölümden korkuyor. birileri devam ederken kendisi geride kalmaktan korkuyor, bir gün düştüğünde kalkamamaktan korkuyor, yüreği titriyor bunları düşündükçe, biliyorum çünkü gözlerinden okunuyor izlediği haberlerdeki ölen insanlara olan düşünceleri. uzun süre bakamıyor mesela, yoksa yanda ufak vesikalığı verilen adamın kendine ne kadar benzediği fark ediyor, kafasını çeviriyor üzüntü görünümlü telaşla.

hepiniz tek tek gömülürken ben burada kalıp arkanızdan su döken, çiçek sulayan ve ya kuran okuyan olacağım dermiş gibi bakan gözler gördükçe gülümsüyorum. çünkü kitaplarda, sokakta, otobüste, filmlerde ve ya rüyalarımda gördüğüm insanların çoğu öldü çoktan. ve sende öleceksin. benim az ilerimdeki yerler dolmadı henüz, acele edersen sen kapabilirsin. ve seni de ne diğer insanlar ne de ölüm garipsemeden, gömecekler bir yere.

için rahat olsun onlarda ölecek.
yazmak yorucu geliyor artık,
artık bitsin bu delilik,
artık artıklarla yaşıyorum,
bana ayrılan süreye başlayalım artık.

saat gece 3. güneş gözümü alıyor. sayfalarımın sonuna geliyorum. okumasını istediğim kimse okumuyor yazdıklarımı. güneş gözlerimi vermiyor.
kimler uyuyor acaba. kaç kişi son kez gözlerini açamadan, uykusunda teslim ediyor canını. ben bu konuda şanslıyım; güneş gözlerimi kırpmamı sağlıyor. her seferinde son kez açıyorum gözlerimi odama. bende uyuyanlar gibi şimdi, bir şey göremiyorum.

13 mart 2012. acaba o gün ne yaptım. ne yedim ne içtim, kimle konuştum, kaç kez güldüm, benim yaşadığım son gündü o gün. ben kimdim acaba son günümde? ben kim oldum acaba sondan sonraki günlerimde? sen kimsin?
sonu başlangıcından önce hazır olan bir kitabım var. ama hala ilk cümlesini bulamadım. onun için fikir aşamasında henüz. bir gün bulursam okursun.

hayat benim için fikir aşamasında.
hayat benim için harflerin çizgi sayısı.
hayat benim için tek saçmayla ava çıkmak.
bence hayat çok saçmayla beraber yaşamak.

ben bir şair değilim. ressam değilim. bilim adamı değilim. ağır vasıta bir araç şoförü değilim. aşk adamı değilim, iş adamı hiç değilim. öğrenci desen değilim, öğretmen desen değilim. ne seyirciyim ne oyuncu ne figüran. ben ne yemek yapabilirim, ne seks. ne tamir edebilirim, ne icat. ne şarkı söyleyebilirim, ne susup dinleyebilirim. ben ne mutlu olabilirim, ne üzülebilirim. benim ne bir evim, ne bir arabam, ne memleketim, ne sevdiğim var. ben az düşünüp çok susamam. ben dahi yada aptal değilim. ben körkütük aşık ya da zil zurna sarhoş olamam. bir aileye, dosta, akrabaya ya komşuya sahip değilim. ne gözlüğüm, ne diş telim var. dövmem ya da dayak yemem ben. çalışkan ve ya tembel değilim. ne yakışıklıyım, ne çirkinim. ne dev, ne cüceyim. ben ne bağımlı ne tiryakiyim. ne hiçliğim ne sonsuzluğum.
ben ne ne dediğimin ne ne yaptığımın farkındayım.
18:49:35
Şurada oturan bay ve bayan kabarık koltuğun cılız ve cadı görünümlü başarı bağımlısı kızıda öleceği için mutluyum.
Hava kapalıydı ben yeraltına girerken. Hafif yağmurluda olabilir, bir binayada girmiş olabilirim, hava olmayabilir, sen de olabilirsin. Başparmağımın içi kaşınıyor. Sanırım vedalaşacak bir Nazım Hikmet, bir Marilyn Monroe, bir Ayyaş abi, bir de dünyanın en acılı oflayan adamı kaldı. Özleyeceğime emin değilim. Gittiğim yerde onları veya seni hatırlar mıyım bilmem. Ama muhakkak size gördüğüm zebanilerin veyahut hurilerin fotoğraflarını atarım. Selamlaşmaya çekindiğim ölü keöpeklere ve bademcikleri alındığı için istediği kadar dondurma yiyen arkadaşlarımdanda özür dilerim.

Ben bir seyyar satıcı olacakken mühendis olurum, sen gülersin.
Sen uykudayken bütün sırlarımı anlatırım sana, sen herkese söylersin.
Kemancı arkadaşımla tanıştırırken azrail gelir, sen beni gösterirsin.
Kaşlarımdan kanlar damlar, sen mendilini çıkarır ayakkabımı silersin.
Sen beni kalbinde tarihi eser gibi saklarsın, hep bir replika, hep bir sahte.

Saniyeler geçiyormu diye çok yaşlı ve ölmeye yakın göründüğü için yer verilen tonton amcanın full HD ekranıdaki saate bakıyorum. Bazı anların fotoğrafını çekerim hafızımla. Sanki unutmayacakmışım gibi. Garip bir şekilde de unutmam ama. Bu anın da fotoğrafını çekeceğim. Kimbilir belki unutmam. işte o fotoğraf;

Bildiğin Kızılay – Batıkent metrosu aslında. Yanyana ve karşı karşıya oturmuş, her yaş, her boy, her renk, her şekil ve her yerden aynı yaş, boy, renk, şekil ve yerin insanı. Ayaktakiler oturanlara öldürecekmiş gibi, oturanlar ise ayaktakilere biz asla ölmeyeceğiz aslanım sen kendi işine bak dermiş gibi bakıyor. Camda kendi yansımasını görenlerse aniden korkup yere çömeliyor ya da hemen saçını düzeltiyor. Yarısının kulağında kalitesiz olmak üzere herkesin kulağında kulaklık var. Kalitesiz olanlarınki belli, 5 lira. Kaliteli olanların ki asıl belirsiz. Hemde çok belirsiz, görünmüyor dışardan bakınca. Ama ben eminim içerde kulaklıkla müzik dinlediklerine. Yoksa bu kadar az dinlemeleri birbirlerini normal olamaz. Bir kısmı telefonuna nefretle bakarken şeker kırma oyunu oynuyor. Bazısının elleri çok kirli, bazısının ki temiz. Herkes cüzdanını canı gibi koruyor ve herkesin ölümden çok korktuğu çok belli.
-ben de bir an önce gideceğim buralardan
+nereye?
-ahirette işler beni bekler;
-daha işe alınacak zebaniler var, şirket ceo su şeytanla toplantı yapmalıyım, stajyer hurilerle mülakatlar bir de sigortasız çalıştırdığımız meleklerin cenaze işlemleri...
-Depremde petekleri yıklılan arılar.
-Süt sevmeyen insan.
-ilk reddedilişle gözgöze gelmek.
-Playback yapan 68 model Mustang.
-Rüyadan çıkıp eve taşınan aksakallı dede.(LM)
-Osurarak ozon tabakasını delmek.
- -logaritmanın türevi.
-Hz. Muhammed’e taş atan el.
-Çarpım tablosu yalanına inanmak.
-Sana bana hitap etmeyen, gençliğe hitabe.
-Doğada plazma halde bulunan aşk.
-Michael Ende nasıl okunur?
-iç-dış, fırçasız, köpüklü beyin yıkama 15 TL!!!
-Big Bang ten beri günün çorbası olan mercimek.
-Yaşlı adam ve deniz fobisi.
-Zeytin dalı ile adam öldürmek.
-Eskrim kursuna giden şovalye.
-Kürk Mantolu Madonna.
Bu kızlar ne için yaşıyor ? Meraktan soruyorum. Aptal saptal şeyler giyerek kendilerini özel hissediyorlar.100 Liraya bir elbise alıp mutlu olduklarını sanıyorlar aynısı pazarda 10 lirayken .Erkeklerde onları sikmek için şekilden şekle giriyor.Bir deliğe girmek sizin için bu kadar mı önemli ha.Nerede gerçek sevgi merak ediyorum sözlük !?
Neden hala gelmiyor?
insanlar neden böyle?

ne zaman ufak hesaplar peşinde koşan ufak insanlara dönüştük? Ne zaman gölgemiz bile utanır oldu bizden? Ne zamandan beri sorularımıza yanıtlar bulamadan yenileri kondu önümüze?

Anlamıyorum sözlük. Merak ediyorum. Anlayamıyorum, anlatamıyorum.
-Cehenneme giden ölü piksel.
-Stadyumdaki içine kapanık taraftar.
-Kement atamayan kovboy.
-Tek gezen kumru.
-Sabah sabah radyoda çalan ölüm marşı.
-Kemanı kıran kadın.
-Kararlı ikilemler.
-Asıl sorunun asıl cevabı 17!
-Nihai nihayete nihayet ermek.
-Yaşama küsen azrail.
-Ölümden dönen kıl.
-Kız kesen dikiz aynası.
-Andromeda ile komşuluk ilişkileri.
-iyi huylu kitle psikolojisi.
-Kendini sonsuz sanan uzay.
-Aynı mini etekli kıza bakan güruh.
-Pembe takım elbiseli Devlet Bahçeli.
-ismi Sedat olan adam.
-Vücudunun önünde silikondan nükleer füze taşıyan kız.
Son Dakika
Hep aynı gök gürültüsü sandığım ses duyuluyor sokaklarda.
Aynı feryatlarla, aynı yaşlarla, farklı insanlar yatıyor yere.
Kimsesiz kalıyoruz: Allah var, korur, kollar bizi dedikçe
Bir sorun var ortada; sende, bende değil; bizde.
Bu gün yalnız öleceğim, müsadenizle.
Ellerim ceplerimde, üşüyorum ve ıslağım. “Bir yağmur neleri götürebilir?” diyorum içimden. Ve başlıyor yine susmayan deniz; “103 kişinin canla başla savaşıp bu günlere kadar damarlarında taşıdığı kanı bir anda kaybettiği yeri temizleyebilir, onsuz uyuyamayan bir çocuğun oyuncak bebeğini, acemi bir yazarın –çantasının su geçirme konusundaki zaafı nedeniyle– bu zamana kadar yazdığı en güzel şiiri, yaşlı hisseden bir çocuğun baston gibi kullandığı yadigar şemsiyeyi ve daha niceleri.

Mevsimi bile değilken gelen saçma bir yağmur, zamansızca hüzünle doldurabilir bazı yürekleri. Geçmişe götürebilir, sesleri anımsatabilir, buğulu bir otobüs camına camii çizebilir. Birilerinin patlamış mermer mezarlarına düşen kuru gül yapraklarını süpürebilir. Yeniden hayata tutunmuş bir bebeği ağlatabilir. Balkona asılan çamaşırları toplatabilir, paçalara çamur bulaştırabilir, bir kızın saatlerce uğraşıp düzettiği saçını birkaç dakikada bozabilir (ki asla güzel değildir zaten) veya birkaç sokak hayvanının zamanla sertleşmiş tüylerini temizleyebilir. Annelerinin kızmalarına aldırış etmeden sokakta oynayan çocukların neredeyse hepsinin hasta olmasına neden olabilir ve belki bir kaçını yüksek ateşten hastaneye kaldırtabilir hatta ve hatta belki içlerinden birinin zatürre olup babasını son kez o gece o telaşla görmesine neden olabilir. Ve o çocuğun sizin 8 yaşındaki, kırmızı araba seven oğlunuz olmasına neden olabilir.”

“Bir de tabi yerler ıslanır yaygın olarak.”
(bkz: Ya meraktan ya yaraktan)
Yarağa nazaran merak daha iyidir.
bul beni
gömüldüğüm karanlığın dibinden çıkar beni.
kaçırıldığım kalabalıktan, çek beni.
içinde tuttuğun nefesimi ver bana.
kayıplarının listesini çıkar, ve en sona yaz beni.

kurumuş ağaç kütüklerinin altına bak.
üst üste düşmüş gölgeleri kaldır.
inlemelerimi takip edip, seslen bana.
kaldır üstümden, bedenimi ezip parçalayan yalnızlığı.

bul beni, benim takatim yok medeniyete varmaya.
gel bitir kederimi, gücüm kalmadı yaşamaya.
duy sessiz sedasız akan yaşlarımı.
bana uyuduğumu söyle, bir daha uyanmamaya...
18:49:48

Göğüs kafesimde bir şeyler atıyor gibi hala. Yeni bir şeyler, bu zamana dek olmadığı kadar ağır isyanlar var şimdi içimde. Bir şey güm güm vuruyor ciğerlerime. Galeyana getiriyor vücut halkını, bu zamana kadar tek partiyle iktidar olan beynim, dikdatörlüğünü ilan ederkenki hırsıyla isyanı bastırmaya çalışıyor. Önce psikolojik olarak deniyor bunu; herbirine tek tek vaatler veriyor: “Sen karaciğer bir kez dahi içki sürülmeyecek bir daha sana. Bu pis kentten taşınma çalışmalarına girdiğimizi biliyorsunuz hepiniz, yakın zamanda bir dağ evine yerleşeceğiz, hepimiz bu pis şehrin pis havasından, sonsuz kalabalığından, korkunç insanlarından, kirli sularından, bozuk genetikli ve sağlıksız yemeklerinden kurtulacağız. Ciğerler hergün her saat temiz havaya, mide temiz ve sağlıklı yemeklere, böbrekler saf sulara kavuşacak dostlarım. Kalbin sizi böyle gaza getirdiğini biliyorum, ama onun iftiralarıyla, yalanlarıyla ve bana karşı olan boş ithamlarıyla gözlerinizi boyamasına izin vermeyin. Lütfen herkes sakin olsun ve gelecek güzel günleri düşünüp, hayalleriyle yaşasın.”

Daha sonra bu yetmeyince zor kullanıyor: emrindeki birkaç salgı beziyle tehtitler savuruyor vatandaşlarına. Aklınca gözlerini korkutacak: “Bakın kalbi bana teslim edip isyanı bitirirseniz hiçbirinize bir sorun çıkarmayacağım. Her şeyin sorumlusunun kalp olduğunu biliyorum. Sizin sadece fazla düşünmemiş aracılar olduğunuza inanıyorum. Eğer isyanınızda devam ederseniz sonunuz sefaletle kıvranan boş bağırsaklar gibi olur. Bu size son uyarımdı.”
Yağmurun getirdiği sıradan bir hüzün var üzerimde, sorumlulukların verdiği haklı bir yorgunluk, kalabalığın yüklediği anlaşılmaz bir yalnızlık var. Sensizliğin zorladığı bir acı var. Mahkumiyetin ittiği sarsılmaz bir mecburiyet var, sıradanlığın yollarıma serdiği koca bir boşluk var. Duyulmamanın atfettiği sarkıcı bir ruh var üzerimde.