bugün

naz ferniba yorumu.

Kadın maviliği solmuş uzun elbisesinin yırtık fırfırlarıyla uğraşıyordu oturduğu yerde. Kumları ara sıra rüzgâr havaya kaldırıp biraz ileriye bırakıyor, oradan aldığı kumları bu tarafa savuruyordu. Deniz sakindi, güneş parlaktı, gökyüzü bulutsuzdu, her şey bugün olabildiğince sessizdi. Kıvırcık saçlarını geriye doğru attı. Yaşı sanki çok fazlaydı. Ya da çok fazlaymış gibi görünüyordu. Yine acıkmıştı. Aslında hep açtı. Çöp kutularını karıştırmak midesini kaldırdığından çok zorlanmadıkça onlara yaklaşmıyordu. Bu ülkede çöpte yiyecekten bol ne vardı oysa. Ölçüyü tutturmayı asla becerememiş ya da denememiş ya da zaten bir ölçü içinde olmayı istememiş insanların yaşadığı bir ülkede yaşamak zorunda kalmak ne büyük bir işkenceydi, şanssızlık mıydı yoksa. Homeless olmayı kendi seçmişti, bile isteye. Kızsınlar, itelesinler, küçümsesinler, terslesinler, ondan utansınlardı hatta, umurunda değildi. Çünkü onları asıl iteleyen, küçümseyen, tersleyen ve dahası onlardan utanan kendisiydi. Ara sıra üşenmezse sığınma evinin dağıttığı yemeklerden nasiplenmeye giderdi. Giderdi ve geri dönerdi sınırsız sokaklarına. Aynı yerde duramazdı ki hiç. Daralıyordu. Şu denizi görmeden soluklanamıyordu. Oturuyordu öyle işsiz güçsüz, tasasız, telaşsız, zamansız ve mekânsız. Pelikanlar sahilin iki adım içindeki çürümüş, yosunlanmış ahşap direklerine tünemişlerdi kocaman cüsseleriyle. Gagaları ağır olmalıydı. Çok büyüktüler. Çok yorgun görünüyorlardı üstelik. Onlardan birkaçını her seferinde haberci olarak uçuruyordu gizli olarak. Bu yüzden bekliyorlardı öylece. Yeni görevleri üstlenmek zamanı geldiğinde bir bir Meksika Körfezi'nden uçacaklardı görev mahalline doğru. En masrafsız posta şekliydi bu, kadın için. Sınırlar arası pulsuz ve denetimsiz yapılan en güvenli yöntem. Sudanlı adam, Jehan, gelip yanına oturduğunda ve adını sorduğunda tam da Sudan'a önemli bir mesaj gönderme planı içindeydi. Erteledi. "Lori!" dedi kadın. Ben de "Jehan" diye karşılık verdi adam. Lori'ye bu sahilde olma sebebini sorduğunda, Lori hiç tereddüt etmeden "Sudan'a mesaj göndermeye çalışıyorum." dedi. Jehan şaşırmıştı. "Ben de Sudanlıyım" dedi heyecanla. Lori ayağa kalktı, maviliği solmuş olan uzun elbisesine yapışmış kumları hiç acele etmeden silkeledi ve yavaş yavaş yürümeye başladı. "Mesajı benden önce gönderenler olmuş demek" diye mırıldanıyordu, ancak Jehan bu mırıltıları duyamadı. Lori'nin nereye gittiği ve neler yaptığı başka bir yerde anlatılmak üzere yazar tarafından ertelendi.

Jehan, bir süre orada oturup pelikanları seyretti. Hava sıcaktı. Ama Jehan sıcağı çok severdi. Annesini hatırlattığından belki siyah yüzünde hafif bir tebessüm dolaşıverirdi hızla. Meksika Körfezi'ne yakın bir yerde yaşıyor olmak şanstı bu yüzden. Sıcak hava burada boldu. Ne savaş vardı üstelik ne açlık, ne acımasızlık, ne göç, ne ayrılık, ne kuraklık, ne de hastalık... Keşke kendi ülkesinde de olmasaydı bunlar. Hiç olmasaydı. Çarpmasaydı musibetler böyle ardı ardına; yıkarcasına, bezdirircesine, vatandan kaçırırcasına. Çarptı. Uçabilen uçtu başka ülkeleri yaşam alanı yapmaya. Jehan onlardan bir tanesiydi. Düştü kısmetine Meksika Körfezi'nden bir köşe. Şimdi haberi olmayanları haberdar etseydi şu pelikanlarla Lori gibi. Olur mu olmaz mı diye tartarken kendi kendine ihtimalleri, bir kadın izin istemeden karşısına geçip oturdu. Onun oturma sebebini bulmaya çalışarak baktı Jehan. Kadın da ona baktı. "Soyadını merak ettim" dedi sonra belli belirsiz bir aksanla. Bu sahilde konaklayanlar hiç tereddüt etmeden sorulara cevap veriyorlardı anlaşılan. "Pasha" dedi Jehan. "Ottoman" diye karşılık verdi kadın. Jehan gitme zamanının geldiğini düşünüp ayağa kalktığında denize baktı kısa bir süre daha ve yürümeye başladı caddeye doğru. O da mırıldanıyordu Lori gibi. "Ülkemde bir dönem Ottoman hakimiyeti vardı, büyük büyük büyük, çok büyük dedem yani, istanbul'dan kalkıp gelmiş Sudan'a. Kalmış işte. Evlenmiş. Çocukları olmuş. Torunları olmuş. Soyadımız da kalmış Pasha." Jehan'ın nereye gittiği ve neler yaptığı başka bir yerde anlatılmak üzere yazar tarafından ertelendi.

Kadın arkasından baktığında Jehan'ın, onun çoktan gittiğini gördü. Yüzünü çevirip Meksika Körfezi'ne, "Benim adım Handan" dedi. Pelikanlar kıpırdandı. Bir kanatlarını açıp diğerini kapattılar. Gagalarını aralayanlar bir dilek salıyorlardı sanki havaya. Esintisiz bir günün ağırlığı onların üzerine çöreklenmiş gibiydi. Eğilip kendi suretlerine baktılar suda. Ne gördüler, ne de anladılar...

"Asrın başında, yine karışıklığın meydanlara taştığı günlerden birinde, atlılar sokaklarda arar gibi gezinirken birilerini, "hayra alâmet hiç değil" diyerek usulca sınırların ötesine geçmeyi planladı Paşa gözalıcı köşkünde. Ani verilmiş bir kararla köşkün hiçbir eşyasına dokunulmadan aile efradı paytona binip bir iki el çantasıyla rıhtıma doğru yola çıktılar. Köşk halayıklara, beslemelere, kethüdalara, kalfalara, dadılara binbir tenbih ile bırakılmıştı. Elbet dönülecekti. Garp memleketlerinde durulsa durulsa birkaç ay durulur, insan bir tek vatanında saadet eşliğinde hayat sürebilirdi. Lakin öyle olmadı. Kaçıldı. Ve kaçılan yerden bir daha kımıldamak vâkî olmadı. Olamadı.

Nalan içli içli ağladı. Mihrişan kendi içine kapandı kaldı. Udu yanında olsa belki çalardı. Onu ağlatır, kendi ağlamak zorunda hiç kalmazdı. Nuruşan Fransızcayı bu yüzden öğrendiğini sanarak bu dili konuşmayı uzun süre reddetti. O da piyanosunu özledi. Köşkün bahçesindeki kuşlar bile dinlerdi ne zaman dokunsa piyanonun tuşlarına. Durana kadar âhenkli salınışlar, köşkte kimse hareket etmeye cesaret edemezdi, ola ki tınısı bozulur diye esrarlı havanın. Nihan ki en cıvıl tavrıyla cıvıldamaya devam etti, henüz olayın vahametinden habersizdi. Yazık ki anlayamayacak kadar küçük, hatırlayamayacak kadar ufacıktı. Bir gün "keşke o kadar minimini bir kız olmasaydım" diye hayıflanacaktı. Köşkte hocalardan özel ders alamadan, dadılarından ihtimam göremeden ecnebi memleketlerde büyümek düşecekti onun bahtına. Özleyemediği için hiçbir şeyi derin bir boşluk besleyecekti hep içinde. Söylemeyecekti.

Saraya yakın olmanın en kötü tarafıydı belki de bu. Her an arananlar listesinde yer alabilir, her an alelâde bir sebepten suçlu durumuna düşebilir, her an tetikte beklerdiniz. Niye istanbul'dan çıkıldığı yıllar boyu hiç konuşulmayan, hiçbir şekilde tasvir edilmeyen bir soru olarak gezindi aralarında. Bir daha o şehre dönülmedi. Belki dönülemedi. Belki de istenmedi böyle bir dönüş. Yüzyılın sonunda, iki binlerin başlarında; Handan bu dilsiz öykünün bir uzantısıydı. Çok iyi konuştuğu bir Türkçesi, hiç görmediği bir ülkesi vardı. Şimdi Meksika Körfezi'ne baktığı şu anda, pelikanlarla haber salma sırası ondaydı istanbul'da her gece Boğaz'a batan köşklere. Pelikanların yolu düşer miydi o taraflara?..
Handan denize ve deniz kuşlarına ve denizde gezinen teknelere el etti, öylesine. Her zaman doldurmaya çalıştığı bir boşluğu vardı içinin neresinde olduğunu hiç bilemediği. El ederken tam da bu geldi aklına, yine. Yazar bundan sonra yazılacakların tümünü birden erteledi. Çünkü öykünün içine yine yalnızlık damlamıştı imbikten.
güncel Önemli Başlıklar