bugün

"o tanıdığım en sığ adam!" yazdı büyük harflerle günlüğüne. ve paragraf başı yaparak devam etti:

"bugün yine deli etti beni. artık iyice gözüme batmaya başladı tavırları. kaba, umursamaz, dalgacı. benden altı yaş büyük ama sınıfımdaki erkek öğrencilerden farklı çalışmıyor beyni. bunu yeni farketmedim, hayır. sadece; tahammülüm kalmadı. bu aramızdaki, ilişki, bağ, artık her neyse, yılların getirdiği saçma alışkanlıktan başka bir şey değil, farkındayım. sorun şu ki cesaretim yok günlük, olmuyor, yemiyor işte. bir cesaret toplasam, bir yerden bir işaret ne bileyim, bir güç bulabilsem. ya da bahane, tek bir bahane yeter aslında. ama güçlü bir bahane olmalı. off, acaba yanlış yolda mıyım? şimdiye kadar elle tutulur bir hatasını da görmedim aslında. allah'ım, ya bana ayrılabilecek gücü ver ya da şu adama yeniden ısınabileyim artık! iyi geceler günlük!"

öğretmenler günü hediyesi olan, pembe peluş kaplı günlüğünü kapatıp masasının üzerine bıraktı. uzandı yatağa. günlerdir düşünmekten kafayı yiyecek kıvamda, az biraz şaşkın, garip bir şekilde huzursuz ve bariz şekilde hazırlıksızdı hayatını değiştirmeye.

yirmi yedi yaşındaydı ve istanbul'un "sosyetik" semtlerinde bir kolejin ana sınıfında öğretmendi hande. etraftan bakıldığında kendi ayakları üstünde durabilen güçlü bir kadın; kendi içindeyse ne yapacağını bilemeyen, çocuk ruhlu, melankolik, olgunlaşmaya çalışan genç bir kız gibiydi. annesi babası farklı şehirlerde, farklı insanlarla evliydi. istanbul'da, 170 metrekarelik kocaman kiralık dairesinde kedisi "pırasa" ile birlikte yaşıyordu. bir de daimi misafiri vardı tabi: sevgilisi "deniz".

gözlerini kapadı, deniz'i düşündü; o dev gibi adamı...nasıl da muhtaç hissederdi kendini sevgilisine eskiden. ailesi o'ydu hande'nin. sevgilisi, abisi, babası... ne değişmişti bilmiyordu. hata mı ediyordu böyle düşünmekle; bunu da bilmiyordu. tek bildiği; olmuyordu artık. artık deniz, onun ailesi değil; her hareketiyle onu kendinden uzaklaştıran öylesine bir adamdı işte. sevgili. eski sevgili olma yolunda koşar adım ilerleyen sevgili.

---

sabah uyandığında böğründeki koca yumru biraz hafiflemişti sanki. hep böyle olurdu ya zaten; geceleri adama uyku uyutturmayan tüm dertler, sabahları daha bir çözülebilir gelirdi insana.

---

pırasa'yı kucağına alıp mıncıkladı, öptü. "annesinin oğluşu acıkmıştır." deyip doldurdu tabağı mamayla. pırasa'nın tabağı silip süpürüşünü izledi gülerek ve duşa girdi rahatlama umuduyla. yeni güne daha mutlu, daha güçlü başlamalıydı.
-
duştan çıkıp giyindikten sonra, deniz'in hediyesi channel parfümü boca etti üzerine. deniz geldi aklına yine. bu sabah daha az nefret ediyordu ondan sanki...

***

çocuklar oyun saatindeyken, mutfağa gidip dolabın arkasına çömelerek bir sigara yaktı. aşçı kamuran laf attı hemen:

-bir gün ispiyonlayacağım seni çocuklara haberin olsun. biricik öğretmeniniz sizden gizli tüttürüyor çocuklar, diyeceğim.

-aman kamuran abla sakın ha. dillerinden kurtulamam valla.

-dillerinden kurtulama da bırak şu zıkkımı. ne diye içiyorsun anlamam.

-bir sigaram var kamuran abla, ona da karışma, dedi hande gülerek.

---

oyun saatinin bitmesine yakın, stajyer kızı da yanına alıp bahçeye çıktı hande. ter içinde kalmıştı hepsi. hasta olmasalar bari diye düşündü. kimi yakalamaç, kimi top oynuyordu. bir kaç kız öğrenci de şarkı söyleyip garip dans figürleri sergiliyorlardı birlikte.

---
-öğretmenim, berke topu bize vermiyor. onun topuymuş.
-hayır can, top hepinizin topu. berke'ye söyle.
-öğretmenim, berke diyor ki bahçe de onun bahçesiymiş. ama bahçe allah'ın bahçesi, onun bahçesi değil ki. değil mi?
-kağancım, bahçe de berke'nin değil, hepinizin bahçesi. ne konuşmuştuk, hakkımızı savunuyorduk değil mi? hadi berke ile konuşun, anlatın ona.
-tamam öğretmenim.
---

saatine baktı, beş dakika daha vardı oyun saatinin bitmesine ama koşuşturan çocuklar başını döndürmüştü. seslendi öğrencilerine:
"çocuklar! oyun saati bitti! resim çizeceğiz birazdan. hadi sınıfa! masalarınızın başına!"
stajyer'e döndü sonra:
"selincim toparla hepsini."

---

on altı adet öğrencisi de masasının başına geçene kadar bekledi. hepsi masasının başına geçip, boyalarını dizdikten sonra da "eveet" dedi. "bugün, hafta sonu ne yaptıysak onu çiziyoruz çocuklar."

-öğretmenim, ben babamla basketbol oynadım!

-ne hoş. o halde, bunu çiz defterine yiğit.

-öğretmenim, ben hiçbir şey yapmadım, sadece televizyon izledim.

-bunu duymam hiç iyi olmadı mete. peki, sen de televizyon izleyen bir mete çiz o zaman.

-öğretmenim, ben hafta sonu annemle pizza hut'a gittim, orada sizi gördüm. sevgilinizle kavga ediyordunuz!

şaşırdı hande. hiç beklemiyordu bunu. çocuklara ve özellikle o kokoş, dedikoducu annelerine malzeme olmayı istemezdi doğrusu.

-öyle mi nilsu? ben seni görmedim.

-biz sizi gördük öğretmenim. sevgiliniz vardı yanınızda. sinirli sinirli bağırıp pizza yiyordunuz.

-arkadaşımdır o benim.

-öğretmenim, çıkarken elinizi tuttu ama... siz önce vermek istemediniz elinizi ama sonra siz de tuttunuz.

-öyle mi, dedi. yalanı açığa çıkmıştı sanki. "tamam o halde. sen de pizzacıda yemek yiyen bir anne-kız çizebilirsin."

-ben sizi çizmek istiyorum öğretmenim. sevgilinizle sizi yani...

-peki tatlım.

sinirleri bozuldu hande'nin. ne gerek vardı ki böyle bir muhabbete. çocuklar, insanı gerçekten zor duruma sokabiliyorlardı.

resmini bitiren öğretmeninin yanına gelip gösteriyordu çizdiklerini. bir ressam edasıyla resimlerini pazarlıyorlardı adeta.hem de o fazlaca entel, abuk ressamlardan çok daha içten bir şekilde. "öğretmenim burada annem, babam, ben lunapark'ta eğleniyoruz, aslında kardeşim de vardı ama onu çizmedim, onu hiç sevmiyorum. bebek gibi ağlıyor." diyeninden tutun da, annesini cadıya benzetip kafasına koca bir cadı şapkası çizenine kadar, hepsi ayrı birer dürüstlük timsaliydi.

elinde resmiyle nilsu göründü sonunda. sarı kıvırcık saçlarını attırarak geldi hande'nin yanına. ve resme bakmasıyla anlık bir şok yaşadı hande.

-nilsu'cum bu ne böyle?
-öğretmenim, bu sizsiniz. saçlarınız böyle de güzel, ama ben daha dalgalı yaptım. kahverengiye de boyadım. bu da sevgiliniz...
-nilsu! shrek bu!
-öğretmenim, sevgiliniz shrek'e benziyor ama.
-ne diyorsun tatlım sen?
-dev gibiydi, üstünde de yeşil tişört vardı. ben de shrek çizdim.
-peki nilsu, geçebilirsin yerine.

anlamsızca sinirlenmişti hande. tuvalete gitti hızlıca. elini yüzünü yıkadı. "şuna bak." dedi kendi kendine. garip bir koruma içgüdüsüne büründü birden. sevgilisi shrek'e benzemiyordu hayır, gayet de yakışıklıydı: "elin veledine bak sen! shrek'miş hah! boylu poslu, dağ gibi adam be!

shrek'e benzeyen sevgilisini getirdi aklına. hemen ardından da minik nilsu'yu ve fıldır fıldır dönen gözlerini... aniden midesi kasıldı. gülmeye başladı, kahkahalarla hem de.

"sevgilim shrek'e benziyor. tanrım çok şanslıyım." dedi kendi kendine.

--

mesaj attı deniz'e: "yeşil tişörtünü giyme bir daha, shrek'e benziyorsun."

cevap geldi deniz'den: "sen de jennifer lopez'e benziyorsun tatlım, bu akşam alayım mı seni evden? hem düzelelim artık be, olmuyor böyle!"

"geç kalma aptal!" yazdı hande.

-

nasıl olduysa, sevgilisine ısınıvermişti yeniden. minicik bir çocuk sebep olmuştu buna.

-
kıymete binmişti shrek. hem de hiçbir şey yapmadan.
-
reklamlardaki Shrek teyzedir.
güncel Önemli Başlıklar