bugün

ciao signore;

sonuna kadar bu eylemi hak eden sevgilidir. hatta sevgili değil sevgilimsidir.

bu sevgili;

*topuklu ayakkabının topuğunu anüsüne saplayıp, topuğu anüsünde çevirmek,
*zımbayı alıp, poposunun loblarını birleştirip zımbalamak,
*bi kulağından şiş sokup diğerinden çıkartmak,
*soba bulunan odadaki sobayı tüttürüp, onu o odaya zehirlenene kadar kitlemek,
*ipin bi ucunu pipisine diğer ucunu arabaya bağlayıp, arabayı hareket haline geçirip, pipiyi kopartmak,
*hareketsiz olduğu bir anda yakalayıp, üstüne 100 kilo ağırlığı fırlatmak,
*kafasını araba penceresine sokup, pencereyi yavaş yavaş kapatarak, kafası kopana kadar orada ona iffet işkencesi yapmak.

gibi alternatifleri hak etse bile, ben en acısız olanını tavsiye ediyorum. yani;

*çuvallayıp köprüden atmak.

biz kadınlar kıyaslanmayı hiç sevmeyiz. ha, kıyaslanacaksak bile kıyaslanılan kişiden üstün görülmek isteriz. haksızsam "haksızsın sevimli" deyin lütfen. "haklısın sevimli" dediğinizi duyar gibiyim sevgili, benim kadar sevimli olmayan ama sevimli olabilmeyi başarmış, buz gibi bi havuzdan totosu donduğu halde çıkıp, totosunun donduğunu fark ettirmeyen, totosunun loblarını mıncırdığım, kadın yazarlar.

evimin en güzel köşesinde bulunan kanepemin üzerinde, bacak aramı açmış vaziyette oturuyordum. bacak aramı açmıştım çünkü; sevgilim başını orama dayamış, uzanıyordu (yalıyordu diyeceğimi sandınız değil mi? ahahahhaha). ben de onun alnına incecik, narin, hassas ve daha yeni french manikür yaptığım parmaklarımla masaj yapıyordum. sevgilim masajımdan memnun olacaktı ki "ouuyyy... ouugghhh..." tarzında sesler çıkarıyordu. ortamdaki sessizlikten sıkılıp, lcd'min kumandasına uzandım olduğum yerden. kumanda, karşımızda duran pembe, beyaz çiçekli, daha yeni italya'dan getirtip, 3800 dolar vererek aldığım berjerin üstünde duruyordu. ne kadar uzanmaya çalışsam da, elim bi türlü kumandaya ulaşamıyordu. "hayatım neden kıpırdanıyorsun?" diye sordu sevgilim. "ahh, şey... aşkım, sana masaj yaparken, canım bir şeyler izlemek istedi. kumandaya uzanıyordum." diye karşılık verdim. "peki hayatım. ben kalkayım da, al.". sevgilim üzerimden kalkmıştı. ben de nihayet kumandayı elime alabilmiştim. tv'yi açar açmaz önüme müzik kanalı çıktı. klipte çıplak, göğüsleri kafamdan bile kocaman olan -ki kafam küçücüktür, kafam kadar olmasına imkan yok- , popoları bi filin poposunu andıran kızlar vardı. "ouff kızlara bak bee! kalçaları seninkine bin basar! üfff!" şeklinde patavatsız cümleler çıkmıştı, yanımda bulunan canlının ağzından. evet, o bi canlıydı. ona sevgili gözüyle değil, herhangi bi canlı gözüyle bakıyordum. "ne diyorsun oğlum sen?" diye hödükçe soru sordum ona. "ımm... yok bi şey..." cevabını vererek, gözlerini kaçırdı benden. demin o masaj yaptığım alnına, manikür yaparken törpüyle sivrilttiğim tırnaklarımın ucunu geçirip, tam 10 tane, kanlı kanlı tırnak izi bırakmak istiyordum, boylu boyunca. beni o klipteki aptal kızlarla kıyaslamasına tahammül edememiştim, resmen deli olmuştum. aklımdan bin bir türlü düşünceler geçiyordu. psikopata bağlamıştım. düşüncelerimden birisi, onun ilaçla uyumasını sağlamak ve onu çuvala sokup, köprüden aşağı atmaktı. evet, düşündüğüm planı uygulayacaktım. "hayatım içecek bir şey ister misin?" diye soru yönelttim, karşımda bulunan canlıya. midesiz şey! bi kere olumsuz cevap verse şaşardım... hemen "isterim hayatım." dedi, utanmaz salak... o öyle dedikten sonra mutfağa gidip, ona en sevdiği içecek olan, kış aylarının vazgeçilmezi sıcak çikolatayı yapmaya başladım. sıcak çikolata olduktan sonra içine uyku ilacı atıp, odada bulunan aptal canlıya götürmeye gittim. "al, hayatım." deyip, içeceği uzattım. aç gözlü! sanki başka birisi kapacakmış gibi hemen yumuluverdi sıcak çikolataya! hayvan resmen ya, ben buna insan yakıştırmasını boşuna yapmamazlık etmiyorum. her neyse... yarım saat geçtikten sonra içmiş olduğu ilaçlı içeceğin etkisiyle derin bir uykuya dalmıştı bu mendebur canlı. hemen bir çuval bulup, onu içine soktum. gece olduğu için etraf kapkaranlıktı. in cin top oynuyordu resmen, çevrede kimsecikler yoktu. bu da benim işime geliyordu tabii. çuvala bir ip bağlayıp, yere sürte sürte evimin yakınında bulunan köprüye doğru yol almıştım. köprüye vardığımda kısacık, siyah... kömür gibi siyah olan saçlarım rüzgarın esintisi yüzünden gözüme gözüme giriyordu. rahatsız olup, saçlarımı gözümden çıkarttım. hava çok soğuktu... titreyen ellerimle o çuvalı nasıl kaldıracağımı düşünüyordum. yanaklarım kıpkırmızı olmuş, gözlerim ise soğuk yüzünden yaşarmaya başlamıştı... köprüde fazla oyalanmadan çuvalın içinde bulunan canlıyı, çuvalla beraber köprüden aşağıya atmaya yeltendim. aldım titreyen ellerime çuvalı zorlanarak... hatta çok zorlanarak. köprüyle, çuvalı atmak istediğim yerin yükseklik mesafesi öyle çok yüksek değildi. yani, canlıyı atınca ölme ihtimali yoktu. sadece birkaç kemiği kırılacaktı o kadar. "ahahahhahaha!". en sonunda onu buluşması gereken yere atmıştım. "paaaaattt!" diye ses çıkmıştı çuvaldan. canlı, canının yandığını uyandığında fark edecekti ama olsun. sonra aşağıya inip, çuvalı çözdüm ve eve doğru koşa koşa gittim. koşarak gittim çünkü, birinden kaçmıyordum. sadece totom buz tutmuştu... aynı zamanda bu olanlara şeytani bakışlarımın eşliğinde içten içe gülüyordum. benim popomu başkalarıyla kıyaslamak neymiş gösterdim ona en güzel şekilde...

attıktan sonra o salak canlının ne halde olduğunu merak ediyorsanız söyleyeyim (sonra mesaj atmayın "ne oldu ona?" gibisinden.) ;

dediğim gibi ölmemişti. bacağının tam 3 noktası kırılmıştı. ayrıca yüzü gözü mosmor olmuş ve aynı yıldız burunlu köstebeğe dönmüştü ( http://www.google.com.tr/...;ved=1t:429,r:7,s:0,i:103 ) , totosu da ezilmiş büzülmüş, babaanneminkiyle yarışacak şekile gelmişti. daha beter olsun isterdim ama ancak bu kadarı oldu efendim...

per discutere...
mantıklı bir eylemdir.
güncel Önemli Başlıklar