bugün

bunun 3 tane evresi vardır.

1-önce bir kitap yazacaksın ve dosya haline getireceksin.
2-kabul edeceğini düşündüğün yayın evlerine ya fiziken ya da isteğe göre e-maille göndereceksin.
3-bekleyeceksin.

Şimdi yazarımız yurt dışında yaşamış olsa muhtemelen bir kitap yazdığında yayın evlerinden önce, yazarlık menejer veya ajanlığı firmalarına gönderir. oralarda bu müesseseler yaygın olduğundan onlar eseri beğendiğinde seninle sözleşme yaparlar ve senin eserin için en uygun yayınevini bulmak için onlar uğraşırlar. ancak bu yöntem ve ajanlık bizim gibi çok fazla kitap okunmayan bir ülkede pek yaygın olmadığından sen kendin yayın evleriyle cebelleş olursun ve genellikle dosyanı gönderip yayın evlerinden umutla cevap beklerken, işin o ayağında olaylar şöyle cereyan eder. (Ha bir de eserini yarışmalara da gönderebilirsin ama bence bu boşa kürek çekmektir, çünkü o edebiyat yarışmalarında birinci olacak ve basılacak eser önceden zaten bellidir, ya yayın evi sahibinin ya da jüri üyelerinden birinin tanıdığıdır.) neyse biz yayın evine dönelim, dosyanı gönderdin kargoyla, orada aynen şu diyalog yaşanır:

-ulan bugün gene tonla dosya gelmiş.
-ay hiç uğraşamam, üstadın yeni romanını redakte ediyorum.
-sallayacam bunları zaten bizim stajyere, bir baksın ne var ne yok?
-aa bunlardan biri şiir dosyasıymış.
-yaa diyoruz şiir basmıyoruz diye, hala gönderiyo kopiller.
-he valla, ne öyle çiçek böcek?
-ha bak bunlardan birinin öz geçmişinde yazıyor sosyal medyada 10 bin takipçisi varmış
-onun dosyaya bir bak, iş çıkar belki.
-şöyle bir baktım, blog gibi bir şeyler yazmış, imla da boktan.
-olsun ya, düzeltiriz gazlarız, o kitap satar.
-tamam onu ayırdım akşam evde bakıcam, şaire de gönderiyorum mail, programımız yoğun vs diye
-hah işte diğerlerini de ver Kamil'e ilk sayfaya son sayfaya baksın heyecanlandıklarını not etsin.
-he valla bir öğle tatilinde üzerinden geçeriz.
-ulan bu millet de acayip ha, internet sözlüklerinde iki başlık açan kendini yazar zannediyor.
-yani.