bugün

UZUN iç donu giyen, poturlu kasketli, bıyıkları yeni terlemiş, yirmi yaşındaki bir genci öldürmüştü o adam... Göğünü güneşini, neşesini eğlencesini, aşkını tatilini, dansını birasını, giyimini kuşamını, kişiliğini mutluluğunu çalıp; kendisini, ağır kokulu izbelerde; bir avuç mercimek, bir avuç pirinç, bir avuç fasulyeyle, kapkara bir sefalete mahkum ederek...
Sonra yirmi bir yaşında bir genci...
Sonra yirmi iki yaşında bir genci...
Sonra yirmi üç yaşında bir genci...
Sonra yirmi dört yaşında bir genci...
Sonra yirmi beş yaşında bir genci...
Sonra yirmi altı yaşında bir genci...
Sonra yirmi yedi yaşında bir genci...
Sonra yirmi sekiz yaşında bir genci...
Sonra yirmi dokuz yaşında bir genci...
Sonra otuz yaşında bir genci...
Otuz bir, otuz iki, otuz üç, otuz dört, otuz beş, otuz altı, otuz yedi, otuz sekiz, otuz dokuz, kırk yaşındaki genç insancıklar da öyle gitti... Bir gün bile görmeden...
* * *
Ne ışıklı bir lokantanın kapısını açabildiler, ne ferah fahur evlerde oturabildiler... Hep ağır kokulu izbelerde; bir avuç mercimek, bir avuç pirinç, bir avuç fasulye yiyerek, göğe ve güneşe bile bakamadan, eriyip eriyip bittiler...
Kırkındaki de öyle öldürüldü, kırk birindeki de, kırk ikisindeki de...
* * *
Ucuz lacivert giysiler içinde, buruşuk bir gömleğe kırmızı kravat bağlamış, dizleri alabildiğine ayrık oturan fötr şapkalı adam; ne kırk üçüne gelmişe acıyordu, ne kırk dördüne gelmiş olana...
Her yıl sürdürüp gidiyordu cinayetlerini... Kırk beşindekini de öldürerek, kırk altısındakini de öldürerek, kırk yedisindekini de öldürerek, kırk sekizindekini de öldürerek, kırk dokuzundakini de öldürerek...
* * *
Fötr şapkalı adam, son model bir arabayı tepeleme doldurarak Almanya'dan kesin dönüş yapmış ve dört katla iki arsa almıştı kendisine. Renkli televizyonunun başında, önü açık pijamasıyla, çıplak ayaklarını uzatmış; bıyıklarını sıvazlaya sıvazlaya anlatıyordu:
- Ben yirmi yaşında gittim gurbete... Otuz yıl, tam otuz yıl, ne yedim, ne içtim, ne gezdim gardaş... Tek tek biriktirdim markları... Şimdi artık ellisindeyim; ayaklarımı uzatıp, keyif çatmak hakkımdır...
* * *
Önünde kalan bir avuç zamanın, allı güllü geçmesi hatırına; kendi yaşamı içinde yirmisinden ellisine kadar gırtlaklayıp öldürdüğü otuz değişik "Ben"in; canını ciğerini, kanını kemiğini, derisini iliğini, gününü güneşini, huzurunu kahkahasını, aşını sevdasını, son fırdasına kadar; soya çala cüzdanına indirmiş, kendi varlığından gömdüğü otuz cesedin üstünde, başarısının çalımını üfürdetmeye çalışıyordu...
Ve ne yirmisindeki poturlu delikanlının, ne otuzundaki çökük avurtlu gencin, ne kırk beşindeki sönük bakışlı pos bıyıklının:
- Neden bizler hiç yaşayamadık ki?.. diye, duyulmaz bir hıçkırığı bile çıkmıyordu.
* * *
Elli yaşındaki adam, önündeki on beş "Ben"e; arkasında kalmış otuz "Ben"i, ne kadar da kolayca, gözünü kırpmadan kurban edivermişti...
Ne iktisatçılar, ne matematikçiler, ne düşünürler; bunu nasıl yapabildiğini, bir türlü anlayamadılar...

çetin altan
güncel Önemli Başlıklar