bugün

ufacık bir çocuktu henüz, ellerini bağdaştırmış önünde ağlıyordu. ilk kez gelmişti köyüne. ilk kez görmüştü tezeği, ilk kez farkına varmıştı o heybetli görünen inek ve öküzlerin aslında ne kadar sıcakkanlı hayvanlar olduğunu.

ilk kez gelmesi kendisi için büyük bir dezavantajdı. bütün yaşıtları köyünün harmanında top kovalarlarken evinin damından onları seyreyliyordu ve iç geçiriyordu:

-keşke benimde arkadaşım olsa.

saçlarında bir sıcak el hissetti, başını okşuyordu. kafasını kaldırdı yukarı ve dedesini gördü. öyle ya, köyünde başka kimsesi de yoktu. etrafındaki tüm herkes akrabasıydı. ama direkt olarak kendisinin aidiyet hissedebileceği tek insanlar dede ve nenesiydi. ne annesi yanındaydı, ne babası. bir çocuğun kendi evinde gurbeti yaşamasını anlayamıyordu küçücük aklı. içleniyordu ama belli edemiyordu. buruk bir mutluluk yüreğinin kıvrımlarında yer edinmişti o günlerde.

-dede.
+ne yapıyorsun burada?
-çocuklara bakıyorum dede.
+hani nerdeler ben niye göremiyorum?

güldürmeye çalışmıştı dedesi onu. görmüyordu gözleri. hiç görememişti dedesi onu.

çocuk çok severdi dedesini ve arada şaka yapmak için başından takkesini alır kızdırırdı. arkadaşsızlığında en büyük oyunu ve oyuncağıydı dedesi.

dedesi ise böyle bir torunu olduğu ve köyde yanında olduğu için mutluydu. bazen tatlı sert sitem eder, bazen hiç sesini çıkarmazdı.

-ama sen göremiyorsun ki dede. dedi küçücük aklıyla.

+sen görmemi istersen ben seni görürüm.
-iyi ama nasıl?
+getir yüzünü bana.

çocuk heyecanlanmıştı, suratını dedesinin suratını yakınlaştırdı ve düşünmeye başladı "iyi ama sağ gözü yok, sol gözü var. sadece sol gözüyle görür. soluna yakınlaşmam lazım."

farkedememişti dedesi çocuğun kendisine yakınlaştığını. taa ki çocuğun heyecandan çarpan kalbi ve git gide hızlanmakta olan soluklarını hissedene kadar. ellerini kaldırdı gökyüzüne.

+bak şimdi kafanı getir ellerimin arasına koy. bende seni görebileceğim böylece.
-iyi ama nasıl olur dede? sen ellerinle beni nasıl görebilirsin. benimle dalga geçme.
+tut ellerimi suratına koy. beni dinle.
-peki dede.

anlaşılamaz bir ciddiyet vardı aralarında. yılların verdiği uzaklık, çok nadir olarak görüşebiliyor olmanın verdiği etkenler, dedenin torununa hitap etmesi konusunda sıkıntı yaşatıyordu. oysa çocuk imreniyordu diğer arkadaşlarının "torunum" diyen dedelerine. ama yinede kendi dedesi en iyisiydi. tuvalete gitmesi gerektiği zaman çocuk yardım ederdi. yemek yerken, su içerken, radyoyu açarken ve geri kalan her türlü işte. ufacık boyuna rağmen dedesine faydalı olabildiğini görebilmek mutlu ediyordu kendisini.

-dede nasılım ben?
+tombiş.
-dede ya. herkes diyor bunu.
+bana mı benziyorsun sen?
-vallaha mı diyorsun dede?
+senin şiven de değişti.
-babannemle senden öğrendim. böyle daha komik oluyor. annemler telefon edince böyle konuşuyorum gülüyorlar bana.

dede çocuğa göremediğini anlık olarak unutturmuştu. çocuk inanmıştı dedesine benzediğine, sevinmişti de.

-dede.
+noldu yine.
-bende top oynamak istiyorum ya. kimin torunları onlar? daha önce görmedim bunları hiç. yeni geldiler galiba istanbul'dan.
+alamancılardır onlar.
-alamancı ne dede?
+alamanya diye bir "şehir" var. oraya gidiyorlar para kazanmaya. çok uzakta. hadi beni götür oraya biraz top oyna, bende sizi dinleyeyim. belki hayri emmini de çağırırsın sohbet ederiz.
-tamam dede.

heyecanlanmıştı çocuk. köyde haftada bir gelen, istek üzerine çok pahalı fiyattan top getiren bakkaldan top alamıyordu ve tek şansı onlarla top oynamasıydı. vardılar yavaş yavaş harmana. dede seslendi:

+bakın hele.
*buyur amca.
+kimin torunusunuz siz?
*alamancı mehmet'in torunuyum ben amca.
+alın size şeker getirdim.

dedi ve cebinden şekerleri çıkararak çocuklara uzattı. daha sonrasında ekleme yaptı:

+bu da benim torunum. onu da oynatır mısınız?
*gelsin oynasın.
*kaleci olur musun?
-olurum galiba.
*tamam sen geç kaleye.

dede sapların üzerine kendi kendine yolunu bularak oturmuştu. sesleri dinliyordu, arada suratına gelen topun üzerini kirletmesi, canını yakması, çocukların koşarken henüz yaz yağmuruyla yeni ıslanmış olan topraktan çıkan çamurların sağına soluna sıçraması canını sıkmıyordu. çünkü "çocuk" bir hayli mutlu görünüyordu, utangaçlığına rağmen topu alma ve atma sıralarında çıkardığı seslerden anlaşılıyordu bu.

çocuklardan biri var gücüyle vurmuştu topa. yerden kalkan toprak çamur karışımı bileşim, topun üzerindeki gereğinden fazla sulu çamur çocuğun yüzüne gelmişti bu seferde. ağlamaya başladı. çocuklar aldırış etmeden oynuyorlardı ve çocuk git gide öfkeleniyordu bu duruma. dedesinin yüreğinden kopmuş olacak ki bir sızı, seslendi:

+noldu?
-dede suratıma top çarptı. her yerim çamur oldu. oynamamayacağım ben oyun falan. gidiyorum.
+beni de al.

sahi ya, ufacık aklıyla öfkesi birleşince dedesini unutmuştu sap yığını üzerinde. tam harmandan çıkmış iken koşarak geri döndü var gücüyle dedesini çekiştirmeye başladı. dedesi mümkün olduğu kadar silmeye çalışıyordu torunun suratını.

-silme dede ya. silme istemiyorum. köyden de gideceğim.
+ben seni bırakmam.
-banane ya. istanbul'da arkadaşlarım var. düşersem benimle ağlıyorlar. gülersem benimle gülüyorlar. bunlar beni istemiyorlar oyunlarında, kullanıyorlar.
+tamam onlarla oynama sende.
-ya napacağım dede?
+diğer arkadaşlarınla oyna.
-onlar akşam çıkıyorlar. sabah tarladalar ya da koyunlarla dolaşıyorlar.
+tamam sende git.
-vallaha mı dede?

tam bu sırada tebessüm belirmişti çocuğun suratında. sevdiği arkadaşlarıyla beraber, koyunları sevebilecekti. doyasıya çamura bulanıp, koyun boklarından misket yapıp oynarken iğrenmeyecekti. bu sefer kirlense bile hoşuna gidecekti. eve gidince ilk yaptığı iş yıkanmak oldu, yarını düşünerek yıkanmak. yarın koyunları ve keçileri sevebilecekti.

ertesi gün sabah ezanı okunurken yataktan doğruldu. oysa o, akşam'8 de yatar, öğlen 12'den önce kalkamazdı. öyle ki geldiğinden beri babanne ve dedesi bile kahvaltısını ona göre ediyorlardı. öğlen yemeğini yerken herkes, onlar kahvaltıya oturuyorlardı.

kahvaltısını bile etmeden arkadaşlarına doğru yetişmek için koşuşturmaya başladı. en yakın arkadaşını tarlaların yolunda görünce seslendi:

-ahmet!

ses gelmiyordu. arkadaşı arkasını dönüp bakmadı bile.

-ahmettt! sana diyorum ya baksana.

ahmet inatla duymamazlıktan geliyordu çocuğu.

-ahmet! derken son bir nefes verip koşmaya başladı ve ahmet'e yetiştiğinde çevirip sordu:

-ahmet niye cevap vermiyorsun ya? hem dün akşamda gelmedin bizim harmana. 9 taş oynayacaktık hani?
+ben seninle konuşmuyorum artık.
-niye konuşmuyorsun?

dedi çocuk hiç bir şekilde anlam veremeyerek. çünkü asla onu kırmamıştı, üzmemişti. rahatsız olabileceği hiç bir şeyi yapmamıştı. seviyordu onu. yıllardır tanıdığı istanbul'da bulunan arkadaşları kadar seviyordu henüz 2 haftadır tanımasına rağmen.

+ben dün mehmet amcanın torunlarıyla akşam top oynuyordum. senin mızıkçı olduğunu söylediler.
-ben hiç mızıklamadım ahmet. vallahi bak. dedem götürdü onlara şeker verdi. beni kaleye geçirdiler top oynuyorduk. suratıma top geldi. çok acıdı suratım, her yerim kirlendi zaten. ağlıyordum acıdan. bide devam edip gol attılar. sonra laf söylediler bide kötü kaleciyim diye.
+onlar öyle söylemiyorlar ama.
-ne dediler ki?
+sen kalede oynamak istememişsin. top oynamak istemişsin. o yüzden mızlamışsın diye onlar seni attılar. hem dün ben oynadım, top bile oynadım. kalede durmadım. onlar öyle çocuklar değiller. sen yalan söylüyorsun.
-vallahi söylemiyorum ahmet. ben bugün dedemden izin aldım, seninle gelecektim. koyunları otlatacaktık beraber. gelmeyeyim mi?
+hayır gelme. sen gelirsen sağına soluna çamur bulaşır. istemiyorum seni.

arkasını dönerek ilerlemeye başladı ahmet. çocuğu gerisinde bıraktı ve arkasına bile dönmedi. çocuk henüz yeni anlamıştı arkadaşlıkların nelere dayandığını. bir top kadar kolay giden bir arkadaşlıktı onlarınki.

üzerine atılan çamurun temizlenemeyeceği bir arkadaşlıktı onlarınki. kafasını öne eğdi, ağladığı belli olmasın diye. evine yürümeye başladı henüz aydınlanan havada. yüzünü yıkadı caminin önündeki orta çeşmede. abdest alanlara inat o sadece yüzünü yıkadı ve evine koşmaya başladı.

eşikten içeriye ilk adımı attığında ağladığını anlayan babannesi sordu:

*ben ölem niye ağladın?
-babanne çamur attılar.
*niye ağlıyorsun ölem. ben temizlerim. sana gelen bana gelsin. temizlerim ben dert etme sen çıkar üstünü.
-öyle değil babanne. bunun izi yok üzerimde. yüreğime saplandı. ağlarsam temizlenir mi sence?
güncel Önemli Başlıklar