bugün

Prof. Dr. Aydan Gülerce * tarafından hrant dink için kaleme alınmış makalenin adı.

"Kardeşim,
Bilemedim; karanlık mıydı, gurultu muydu daha ürkütücü ve caydırıcı olan. Yoksa suskunluk mu? Son kıvılcımdan bu yana elim kaleme varmadı işte. Yeni bir söz, diyalog için birileri yoktu. Ta ki 'hepimiz' yürekten, beyinden dağlanana kadar.
O günden beri de sözsüz değil ama, sözcüksüzdüm. 'Sessizce yükselmiş sesi' ve akabindeki kargaşayı dinlemekteydim. Şu sesli, sessiz gürültü içinde; kulağımda, ruhumda, aklımda en güzel yankılanan ses, hâlâ seninki olduğu için; ben de bu biçemde yazıyorum. Daha seni bulamadan, sen bana ulaştığın için; ben de sana yazıyorum kardeşim. Ah kardeşim, acılı günlerimizde senin 'kederli sevincini' paylaşıyorum. Eşininki kadar büyük kucaklamana, sıcak yüreğine, olgun aklına, bağışlayıcı burukluğuna, sabırlı vizyonuna, onurlu cesaretine, zarif isyanına ve güzel insanlığına, şah damarımdan vurulduğum için, aynı içtenlikle yazıyorum. Baktım ki, sen benim dilimde konuşuyorsun, ben de senin dilinde yazıyorum, insan kardeşim.
O gün üzerine daha çok konuşacak, yazacağız. Ama umarım artık sormazlar; o kadar insana, o adımları attıran, milyonlarcasını yerine mıhlayan neydi diye. Öksüz, yetim kardeşin halinden, gene en iyi, öksüz, yetim kardeş anlar, değil mi kardeşim? Biliyoruz bu ailede daha çok, niye terk edildiğini, aşağılandığını hiç anlamamış; kendini evinde evlatlık gibi hissetmiş; neyle suçlandığını bilememiş; içine kapanmış; örselendikçe bağışlamış; kendi kendine büyümüş; anababayı çoktan aşmış; onları da geliştirmeye çabaladıkça 'nankör' olmuş; kapıyı vurmuş; dünyanın her köşesine saklanmış; başarısına sevinememiş; dünya önünde horlanmış; umutla yaşlanmış; sevmekten yorulmamış; sevmiş ama beğenmemiş; eleştirmiş ama terk etmemiş... daha çok büyük kardeşler olduğunu, en iyi biz biliyoruz, değil mi? Ama eşini, seni, beni ve onu da örnek alarak büyümekte olan, küçük kardeşler daha çok bu toplumda. Gerçekten de, yetkinliği, önderliği, sevgiyi, dayanışmayı ölümsüz efsanelerde ve kahraman imgelerde değil; etten, kemikten ve ölümlü olan bizlerde; geçmişte veya sanal gelecekte değil, şimdide; dışarıda değil, içeride görmeye çok açlar onlar. Sevgiyi gördü mü tutunur; bilgiyi gördü mü içer; gerçeği gördü mü tanır; bilgeyi buldu mu anlar; farklı seslerin ahengine de hemen dans eder onlar. Ben en çok onlar için yazıyorum, olgun kardeşim.

Bir dönüm noktası
işte bugün yeniden (umarım ki naifçe olduğunu düşünmeyeceksin) umutlandım. istesek de istemesek de, o günü toplumlaşma serüvenimizde bir dönüm noktası yapmaktayız. Tıpkı emeklemekte olan bir bebeğin ilk adımını attığı gün gibi belki, o günü ve birey/toplumsal adımları hiç unutmayacağız. Bu 'çocuk', akranlarından 'geri kalmış' , 'hasta', 'özürlü' falan da değil! Kendi zamanında ve hızında, ama büyüyor. Kendi tanımladığı biçimdeki gelişmeye hazır. Demokratikleşmek arzusuyla öğreniyor. Öğrendikçe belliyor. Bellek geliştiriyor. Bilinçi oluşuyor. Bu, daha önceki tepkisel ve cılız iletilerine, düğmeyle oynayarak ışık yakıp söndürmesine benzemez kardeşim. Attığı her adımda artık kendi özgür istenciyle tanışacak. Daha çok düşüp kalkacak bu velet. Daha çok milatlar var önümüzde. Ama artık bu yolculuk arzu dolu! Sevgiyle ve bilgiyle kucak açmak yeter! Artık kendi adımlarının, kendinin geriye dönüşsüz kazanımları olduğunu anlayacak. 'Ayna'lı , 'aynasız', kendisiyle tanışıyor. işte onun için umutlandım. Bir büyük uğurlamayı, sevinçli bir buluşmaya dönüştürebiliriz; toplumumuzun geleceğine hep birlikte kucak açabiliriz diye yazıyorum, sabırlı kardeşim.
Sözünü ettiğim buluşma; solun sağla, ötekinin berikiyle buluşması da değil üstelik. Ne güzel söyledin, 'kimseye çarpmadan, kimseyi rahatsız etmeden, saygılı bir duruşla' diye. 'Pankartlar açmadan, sloganlar atmadan' da dedin. Alışkanlıkları bırakamayanlar gene olacak kardeşim. Varsın olsun. Akortsuz sesleri, kendi inisiyatifiyle yeni tanışmanın sevinç çığlıkları olarak duyanlar da olur. Elbet öğreneceğiz 'ağaç gibi tek ve hür, orman gibi kardeşçesine' yaşamasını!

Sözcükler insanı katlediyor
iyi söyledin, 'büyük doğulmadığını, büyük olunduğunu'. Bir daha yazalım, hangi ırktan, renkten, cinsiyetten, coğrafyadan, vb. bir insan (üremiş bir biyolojik tür) olarak doğmuş olsak da, bir insan (kültürel değer olarak üretilmiş) olmanın büyük emek istediğini. Hiç olur mu, onurlu kardeşim: zerre kadar sorumlu olmadığın, katkı payının olmadığı, seçmediğin şeyler yüzünden övünülür mü? Utanılır mı? Özür dilenir mi? Önce kendin olmadan, bir gruba ait hissedilebilir mi? Grup (okul, takım, parti) kimlikleri üzerinden kişilikli, kendilikli olunabilir mi? insani sorumluluklar üstlenmeden ve birey/toplumsal görevlerini yerine getirmeden, insani haklar kazanılabilir mi hiç? insan hakları günün kutlu olsun, duyarlı kardeşim!
Sloganlarla, reklamlarla kitleleri sürüklemek kolay. Danışman söylemleriyle siyaset yapmak da kolay. Hele sözcük katletmek en kolay. Ama artık sözcükler insan katlediyor! Bunu en iyi sen bilirsin, söylemek de bana düştü kardeşim. işte benim de imge ile söylemi, söylem ile eylemi, ince ayrıntıları önemsemem; azdaki çoğu görmem, bu yüzdendir, bağışla kardeşim. Her gün, her saniye, her davranışla, tek bir sözcükle bile yığınla seçenek arasından özgür seçimlerimizi yapmaktayız. Her an, yarınımızı yeniden-kurarak, eylem yapmaktayız. 'Bizim gerçeğimiz de böyle' derken, gerçeğimizi biz yeniden -böyle- yapmaktayız! Her an, işte O an! Bırak iki seçim arasında kimin aklı tutulursa tutulsun. 'iki-seçim tutulması'nı artık kim bekler, seçmen kardeşim?

Kalemize kaç gol atalım?
Kendimize daha ne kadar çelme takalım? Kalemize daha kaç gol atalım? 'Gel herkesin hakkını herkese verelim'. Neden endişelendiğimize bakalım. Hele önce bir yaygarayı kesip, sorumlu yayın yapalım. Eski umacıları hortlatıp, yeni canavarlar yaratmayalım. Karanlığı damıtılmış bilgiyle aydınlatalım. Yavrumuza güvenelim; kendimize güvenelim; insana güvenelim! Kendimizi aklımızla savunalım. Silahı sözle susturalım. Üretmek için çalışalım. Karnımızı, cebimizi, ruhumuzu hakça doyuralım. E mi, benim emsalsiz, edepli, entelektüel, edebiyatçı, eğitimci, emekçi, emekli, endüstriyel, emniyetçi, er, evdeki ve e-kardeşim? Onuncu köyü biz burada kurarsak, kim kovabilir bizi evimizden, doğrucu köylü kardeşim? 'Göksel cenneti' neden doğaya saygı ile yer yüzüne indirmeyelim? Göğü delip, yere düşen cehennemi kin ve nefret ateşini, serinkanlı sevgiyle neden önce biz soğutmayalım, inançlı kardeşim?
Kim demiş duygunun zayıflık olduğunu? Eller mi bilirmiş benim duygumun aklımdan ayrışık olduğunu? Eril bağnaz zihniyet, neyin özel (mahrem), neyin kamusal olduğunu; kadını nerede açıp, nerede kapatacağını; metin-içindeki, -dışındaki duyguyla nasıl başa çıkacağını hâlâ sökedursun! O ne coşkulu 'aşk mektubu'ydu, ne yürekli ağıttı öyle? Benim çağlar aşmış dişil kardeşim! Sen her 'Sevgilim' dedikçe, içimiz huşuyla titredi. Yer yerinden oynadı. Kadın erkek, kadınlığına erkekliğine ağladı. Utandırılmadan utanmayı; utanmadan soyunmayı; birbirine güvenmeyi; kendine güvenmeyi; hesap sormayı; hesap vermeyi; şeffaflığı gösterdin. 'Aşk'ı hatırlattın!

Sevmeyi öğrenmeden şiddet bitmez
Cinselliği saldırganlıktan ayrıştırmadan; daha sevmeyi, sevişmeyi öğrenmeden, öğretmeden; (bireyselmiş, toplumsalmış; örgütlüymüş, örgütsüzmüş) şiddet önlenebilir mi? Önce erkek ve kadın olmadan, insan olunabilir mi hiç? Erkek ve kadın denk güçlerde olmadan, sevgi olmadan, bilinçli emek olmadan, sabır olmadan, saygı olmadan, toplumcu taahhüt olmadan, bebekten insan yaratılabilir mi? Dileyen muhbir avlasın, dileyen interneti suçlasın, dileyen yasa yazsın, sorusturma açsın. 'Bebekten katil', ama deli ve yurttaş yaratmayı da; davranışlarının sonuçlarını öngörebilen, özgürce düşünebilen, sevebilen, bağışlayabilen, kendini uygarca ifade edebilen, sorumluluk alabilen, ahlaklı, yetkin ve yetişkin insan yaratmayı da sorgulamanın alternatifini, bir de biz anlatalım! Sevgililer günün de, kadınlar günün de, anneler günün de, öğretmenler günün de kutlu olsun, benim tutkulu kardeşim!

Birbirimizi ve kendimizi bulalım
Varlığımızı salt deprem, darbe, savaş, terörle fark ediyorlar diye, kendimizi katlederek, katlettirerek mi hatırlatacağız? Böyle mi anlatacağız meramımızı? Davet mi bekleyeceğiz kardeşim, kendimiz olmak için? Her şeyin iyisini, doğrusunu hep öncüller bilseydi, nasıl öncel olunurdu? Önceller olmadan insanlık nasıl gelişirdi? 'Olmuşlar, olanlar' kin tutmadan nasıl hatırlanır; kime, ne, nerede, ne zaman ve nasıl anlatılır; onu da biz hatırlatalım. Ah, zaten kartallardan, akbabalardan, horozlardan, papağanlardan çok sıkıldık, bunaldık, 'ey bülbül'! Sen ki Cudi'nin eteklerinden kalkıp, gönül bahçemdeki yaraya kondun, gel artık biz ötüşelim! Gel arkamızda bırakalım çileli masalları, altın kafesli öyküleri. Gel yeni anlatılarla yarınlara birlikte uçalım, yaratıcı kardeşim! Gel kemikleşmiş devlet-baba, ana-vatan, yavru-vatan, toprak-ana, ana-yasa,.. söylemlerimizi kadınadamakıllı gözden geçirelim. Gel hep birlikte ulus-anamızı kuralım! Gel kendimizi, birbirimizi bulalım. Gel kendimiz olalım, benim dönüştürücü yeniliklere açık kardeşim! Bak gör o zaman bu toplum nasıl 'benzeşik değil, ama bütüncül' olacak. Demokratik, uygar ve dünyaya açık ulusuyla nasıl yıpranmış devletini de yeniden-tanımlamış ve diriltmiş olacak. Kendi ayakları üzerinde özerk bir ulus-devlet olarak bak o zaman nasıl koşacak, coşacak. Onlar, doğum sancıları çekerek öldüler! Ama bizi de bize bıraktılar! Ne yetimiz, ne öksüz, ne yersiz, ne yurtsuz! Doğum günümüz kutlu olsun, kardeşim!
Not: Ne, kimlerden olduğumuz, kimin neyine? Biz bu şeylerle özdeş miyiz be kardeşim?"

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=212102