bugün

sadece biyolojik ömrü sona ermiş bir beden değil taşıdığım. o dünyayı elleriyle havaya kaldırmış biri.

uzun süredir tetikteydik kötü haber için. bir yanımız huzura kavuşması için can atıyor, diğer yarımız ayrılmak istemiyordu ondan.
als yani amyotrofik lateral skleroz.

hep merak etmiştim ufakken dedem nasıl bu kadar kuvvetli diye. 3 erkek kuzen her bir araya gelişimizde tabiri caizse dalardık dedeye.
ve her seferinde perişan halde kan-ter içinde yerde uzanıyor olurduk. meğerse gençliğinde devlet demir yollarında çalışmış dedem. biz biraz daha büyüyünce fotoğrafları çıkarırdı albümden. çok fazla fotoğrafı da yoktu ya hani. ama yine de biz heyecanla beklerdik o anın gelmesini.
o fotoğraflardan birinde plajda amuda kalkmış bir adam, dedemin anlatışıyla dünyayı kaldıran adam.
anlam veremezdik neden böyle söylediğini ama inanmış gibi yapardık her seferinde. dedem benim senden kıymetli değil ya.

gündüzleri bahçesindeki çiçekleriyle ilgenen geceleri isse yemekten sonra hemen koltukta uyuyakalan dedelerdendi bizimkisi.
gel zaman git zaman yaşlandı tabi raif efendi. önce bahçe işlerinden çekti elini ayağını, sonra evden çıkamaz hal aldı. sonra doktor dayımdan öğrendik ki als denilen bir hastalığı varmış dedemin. parkinsonunu biz zaten biliyorduk. onca zaman ağır işte çalışmanın getirdiği bir hastalıktı o. ama diğerini ilk kez duyuyorduk.

işte ilk defa o gün dedem ölecek diye çok korkmuştum. o da anlıyordu yüzümüzden.
bir akşamüstü yanına çağırdı;

-bak evladım. ben bu yaşıma kadar anasız babasız geldim. hep kendi ayaklarım üzerinde durdum. evimi kendim yaptım, çocuklarımı kendim okuttum.
kendimden başka kimseye de yük olmadım şimdiye kadar. hani o size gösterdiğim fotoğrafı hatırlıyor musun?
-dünyayı kaldıran adam.
gülümsedi birden. uzun süredir ilk kez böyle gülerken görmüştüm dedemi.
-bir gün gelecek sende dünyanın yükünü sırtına alacaksın yavrum. hazırlıklı ol!

o günlerde çok düşünmüştüm ne demek istediğini ama aklımın bir kenarına itivermiştim insanlık hali.

5 şubat 2009 - saat sabaha karşı 5 suları

sabaha karşı çalmıştı telefon. tüm aile bu telefonun ne anlama geldiğini hemen anlayıvermiştik. son zamanlarında çok hastalanmıştı dedem. elden ayaktan kesilmiş, özel bir yatakta yatıyor,ağzından beslenemediği için tıbbi yardımla midesine giden bir hortumla besleniyordu.
arayan dayımdı. dedemin vefat ettiğini bize haber vermek için aramış. ailecek apar topar yola koyulduk ve yaklaşık 25 dakika içinde yanına varmıştık dedemin. hala özel yatağında yatıyordu. üzeri örtülüydü ama bu sefer. ağlayacak gibi oldum ama orada metanetli olmam gerektiğini biliyordum. telefonlar çaldı, gelen giden derken sabah oldu. cenaze işlemleri için dışarıda olan dayım ve babam cenaze arabasıyla birlikte evin önüne geldi.

dedemler kendi yaptığı 3 katlı müstakil evi 3. katında oturuyordu.
zemin katta teyzemler, en üst katta ise dayımlar vardı.

tabut merdivene geldiğinde kolay çıkartılıp indirilemeyeceği çok belliydi.
herkes hem acı kaybın verdiği üzüntü ile ne yapacağız derken cenaze arabasını kullanan şahıs lafa giriverdi;
- birinin naaşı aşağı indirmesi gerekli.

o anda nasıl bir mesuliyetin altına girdiğimi bilmez şekilde atlayım verdim ortaya.
- ben indiririm.

yukarı çıktığımda o dünyayı kaldıran adam kefenin içinde yatıyordu hareketsiz şekilde.
gözümü kararttım ve dedemi zemin katın girişinde bulunan tabuta kadar sakin ama emin adımlarla indirdim aşağı.

cenaze namazı kılındı, defin işlemleri gerçekleşti. sonra tüm vecibeler yerine getirildikten sonra eve dönüş yolu başladı.

işte o yol hayatımın en zor yolculuğu oldu benim için.
dedemin cansız bedeni kollarımdaydı hala sanki. dünyayı kaldıran adamın naaşını kaldırmak.
dönüp geri "dünyanın yükünü artık kaldırabilirim dede" demek geldi içimden ama boğazımda düğümlendi.
ağızımdan çıkan tek şey "rahat uyu" olabildi.