bugün

------------------------------------------------------------------------------------------------------------
yazarın ilk notu :

- bu bir söykü hikayesidir.
- aşağıdaki hikayede geleneksel islam inancında olanları rahatsız edebilecek cümleler vardır.
rahatsız olabileceğini düşünenler okumazlarsa rahatsız olmazlar.
- bu hikaye gerçekliliği tartışılabilir ama bazı islam alimlerince gerçek olduğu söylenen bir
hikayeden yola çıkarak ve tamamen kafadan atarak kurgulanmıştır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Kandillerin yağını bir kez daha kontrol ettim. işim neredeyse bitmişti. Temizlik için getirdiğim
kovamı ve deve tüyünden dokunmuş temizlik bezlerimi topladım. Her zaman ki gibi Menat önünde
eğildim ve akşam için dua ettim ama bu akşam fazladan dua etmeliyim. Peki kime? Uzza, o benim
her duamı dinler. Ona yöneldim :

-Uzza, yüce tanrıçam. Sen ki çöllerin tek hakimi.Sen ki bize çölden hayat getiren ve çölde bize yol
gösteren. Sen ki çölde ki vahaların, kervanlarımızın ve develerimizin koruyucusu. Yüce tanrıçam
şimdi etrafımızı çeviren, senin sahibin olduğun çölden üzerimize gelen bu acımasız belayı yok et.
Koruyucu kuşlarını yeniden gönder. Bir kez daha yağsın gökten taşlar. Bu belayı rüzgarınla
dağıttığın çöl kumları gibi dağıt.

Çıkmadan önce arkamı dönüp her şeyi tekrar kontrol ettim. Evet her şey olması gerektiği gibi. Her
yer temiz ve bakımlı. insanların pek azı bu mevsimde bu odaya uğrar. Ama benim için bu oda her
an gerdeğe girecek olan gelin gibi. Hep temiz olmalı. Hep güzel ve eksiksiz.
Bu akşam ise daha önce yaşadığım tüm akşamlardan önemli çünkü belki de bu son akşamım.
Burada mı yatsam acaba. Dua mı etsem sabaha kadar ilahlara. Karım benim için endişelenir. Zaten
tüm şehir korkudan titriyor bu gün.

Kapıyı açtım ve temizlik eşyalarım elimde dışarı çıktım. Hava kararmış bile. Kapı önünde bekleyen
askerler, ellerindeki mızrakları bırakmadan arkalarını dönüp bana baktı. Yüzlerinde ki endişe
karanlıkta bile görülebilen göz beyazlarından belli. Her ikisi de köle askerlerden. Simsiyahlar. Kapı

dışındaki her iki şamdanın da ateşini yaktım. Askerlerden birinin omzuna hafifçe dokunup
aralarından geçerek evime yöneldim.

Meydanın hemen ortasında toplanmış olan kalabalığın yanından geçerken hepsinin kitlenmiş bir
şekilde baktığı yere doğru bakmam ile dizlerimin bağının çözülmesi bir oldu. Bu nasıl bir felaketti.
Şehrin etrafında ki tüm tepelerde binlerce ateş böceği bir araya gelmiş gibi yanan kamp ateşleri.

Kaç kişiydi ki bunlar. Dünya varolduğundan beri bu kadar büyük bir ordu toplanmışmıydı?
Dünyada bu kadar çok değil asker , insan varmıydı? Bu bozguncuları, ilahlarımızı reddeden bu
insanları buradan attığımızda bunlar yüz kişi bile değildi. Şimdi nasıl oldu bu ?

Kalabalık giderek artıyordu. Düşman ordusunun ihtişamını görmek isteyen herkes bizim
bulunduğumuz ve tepeleri en iyi gören meydanın bu köşesine doğru geliyordu. En arkalardan
insanları yararak koşan bir genç herkesin ona bakmasına neden olan şu cümleleri haykırıyordu:

- Sufyanın oğlu onlara katılmış. O ve karısı onlara katılmış!

Bu, herkesin de bildiği gibi teslim olduğumuz anlamına gelen bu bağırışlar, artık bana bu
meydanda yapacak bir şey kalmadığını da söylüyordu. Evime gitmeliydim artık. Kaderimizin ne
olacağına bundan sonra ilahlar değil O verecekti. O onların muzaffer komutanı. Bozguncuların başı.
Eskiden de tanıdığım o genç, çulsuz olarak çıktığı bu şehre bir komutan olarak geri
dönüyordu.Karım ve ben artık yaşlıyız ama oğullarım ve damatlarım orduda. Torunlarım babasız mı
büyüyecek ?

Sabah gündoğumu ile birlikte binlercesi şehrimize girdi. Sıra sıra askerler kimi beyaz bir peçe ile
yüzleri örtülü, kimi ise kendince gururlu yüzü görünsün diye çöl peçelerini açmış ve mağrur bir
şekilde gülümsüyor. Yollarda onları karşılayan ve bazıları bu bozguncuların akrabaları olan kadınlar
bağırış çağırış içinde onlara su ve yiyecek veriyordu. Benim penceremden gördüğüm kadarı ile
yağmacılık henüz başlamamıştı. intikam almak için önce şehrin tüm sokaklarını zapt altına almayı
bekliyorlar sanırım.

Kovamı, bezlerimi, kandiller için yağ testimi ve anahtarlarımı aldım. Karım anlamsız bir şekilde
bana bakıyordu. Gitmem lazım dedim. Delimisin dedi. Seni öldürecekler!
Ben yaşlı bir adamım. Son kırkyıldır ne yapıyorsam gene onu yapacağım. Sanmıyorum ama beni
öldürecek olsalar gelir evimde de öldürebilirler. Kim karşı koyacaktı onlara?

Evimden çıkıp meydana yöneldim. Evimden meydana doğru giden sokakta sonu gelmeyecek gibi
uzun bir kalabalık oluşturan işgalci askerlerin yanından - yalan değil kafam da önümde - onların
yürüdüğü yöne doğru yürüdüm. Onlar hedeflerine gidiyordu, ben ise işime. Elbette ki korkuyorum.
işgalcilerin arasında beni tanıyanlar da var. Bana bakmasınlar istiyorum. Beni farketmesinler.

Meydana çıkmadan hemen önce bir çocuk bana doğru bağırarak koşuyordu :

-Şeybe, Şeyybeee !

Bir an etrafımdaki herkesin bana baktığını sandım. Ama kimse ne bu çocukla ilgilendi ne de benle.
Çocuk yanıma geldi:

-Şeybe, seni çağırıyor
-Kim?
-O, seni çağırıyor. Muhammed seni çağırıyor.

Ama nasıl olur. Koca bir şehir onun önünde ve hiç bir direnç göstermeden eğiliyor. Ama o intikam
almaya benden mi başlayacak. Şehri yöneten, onu buradan kovalayan, onun akrabalarına,
yandaşlarının akrabalarına türlü işkence yapan o kadar çok insan varken neden ben.

Peki madem beni öldürecek neden hızlandı ayaklarım. Neden onu bekletmeyi göze alamıyorum.
Neden önümden oğlak gibi seke seke giden bu çocuk ile aram fazla açılmasın diye kendimi
yoruyorum. Çünkü korkuyorum. O anda bu şehirde bu ordudan ve kumandanından korkan herkesden
daha çok korkuyorum, çünkü o herkesden önce beni çağırdı. Bu kendi ölümüme neden olacak ama
bekletemem. Çünkü beklettiğim için sinirlenir ve bana daha fazla kızarsa bana ölümden daha fazla
ceza verir diye korkuyorum.

-Şeybe bu, şeybe geldi, Muhammet onu çağırdı, açılın !

Çocuk bu çağırışlarla kalabalığı yardı. Ben de arkasından. Evet işte şimdi bana yol açmak için
kenara çekilen herkes gözleri ile dimdik bana bakıyordu. Kapının önüne geldik. işte O karşımda ve bir
devenin üzerinde. iki kişi O na yardım etti ve devesinden indi. Bana doğru bir kaç adım attı ve elini uzattı:

-Anahtarlar.

Ölmenin güzel yanını düşündüm. Öldüğünde ardında ne kalacağını, senden sonra ne olacağını
merak etmezsin, edemezsin artık. ilahın ile birliktesindir ve yeni yolculuğuna çıkarsın onunla.
Arkanda bıraktığını görmeden ve önemsemeden.işte bu yüzden bir insanın başına gelebilecek en kötü şey
değildir ölmek. Benim için bu hayatımda başıma gelebilecek en kötü şey şu an yaşadığım şeydir.
Dondum.

-Anahtarları ver !

Vermezsem ne değişir. Bende değil desem ne olur. O kapı kırılır. Bunu mu istiyorum peki.
Bu hayatımın en kötü günü. Gözüm gibi, hayır gözümden ve gözlerimden daha değerli, hatta
karımdan, çocuklarımdan, torunlarımdan ve sahibi olduğum herşeyden daha değerli olan bu
anahtarları ona vermek zorundaydım. Ben Osman bin Talha. Beş kuşaktır benim ailemde Talha oğullarında
olan emaneti devretmek , belki de benden önce yaşamış tüm atalarımın lanetini almak üzereydim..
Anahtarları uzattım ve onun eline bıraktım. Yavaşça arkadaki kalabalığa döndü.

-Abdullah ! ibn-i Abbas gel. Bu işi sana veriyorum.

Abdullah geldi ve anahtarlarımı aldı. Benim anahtarlarımı. Kapıya yöneldi ve dünyanın
merkezindeki odanın kapılarını açtı. Ama içeri girmedi. Muhammed onun arkasından kapıya yöneldi.
Ağır ağır içeri girdi. Arkasından da Abbas ve diğerleri. Kalabalık galeyana gelmiş bir şekilde kendi
ilahlarının adını ve komutanlarının adını bağırıyorken ben içeriden gelen yağma seslerini
duyabiliyordum. Yere düşen ilahlarımın kırılırken çıkardığı tok sesleri. Elahe, Lat, Menat ve Uzza ve
her bir kabilenin koruyucusu diğer ilahlar. Bizi affedecek mi?

Üzerimde ki ilgi bir anda bitti. Kalabalık kendi büyük zaferlerini kutluyordu. Bunu seyretmek
zorunda değildim. Evime geri gittim.

Ertesi sabah kapının çalınmasına kadar ne karımla ne de eve gelip "şimdi ne olacak, bizler ne
olacağız, yeni düzen nasıl kurulacak" konuşmaları yapmaya gelen dostlarımla hiç konuşmadım.
Bazıları ise üzülme dedi bana. Üzülmeyeyim öyle mi. işgalden hemen bir kaç saat sonra tüm
şehirde karamsarlık yerini sahte bir iyimserliğe bırakmıştı ama ben hariç. Kimsenin malına mülküne
kadınlarına dokunmadılar. Ben hariç. Herkes bunlar iyi insanlar diyordu, peki bunu bana nasıl
yaptılar. Evet ama hakları var diyorlar. Bana ne. işgalcisine neden sevgi duyar insanlar, sırf
onlara bir şey yapılmadı diye mi?

Kapıyı karım açtı, içeri bir çocuk girdi.

-Şeybe ! Şeybeee

Bu dünkü çocuk değil.

-Şeybe, O seni çağırıyor.

Ben bir gündür ilk defa konuşuyordum:

-Kim ?
-O , Muhammed seni çağırıyor.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yazarın son notu :
-Prof. Şaban Ali Düzgün ün iddiasına göre bu olaydan sonra nisa suresi 58. ayet Hz. Muhammede bildirlmiş,
gelen " işi ehline verin" emri mütakip O da kabe anahtarlarını amcası Abdullah ibni abbas tan alarak Şeybe ye geri vermiştir.
-Bu olaydan sonra Şeybe nin müslümanlığı kabul ettiği söylenir.