bugün

dünya üzerinde olan olgu, kişi ve olaylara karşı hiçbirşey hissetmemekle başlayan nihayetinde kişinin bir saksı gibi yaşamasina sebebiyet verecek olan durumdur.

bunun olayın cereyan etmesinin sebebi kişinin şu hayat macerasında sık sık şapa oturması, binbir emekle binbir cefayla bokluklara katlanması ve bokluklardan süzdüğü tomurcukların elde patlaması ile oluşmaktadir.

önceleri hayal kırıklığının vermiş olduğu öfkenin ve nefretle dolu bir halde yaşarken hayatının mazotu olan ve kendisine faydasından çok zararı dokunan öfkeyi yok etmek için aldırmazlık zırhına bürünür. bu aldırmazlık zırhı önce değer vermemezlik sonra da adam sende mertebesine tahvil olur.

kişinin ne gideceği liman vardir ne de içinde bulundugu liman onu tatmin eder. hiç birşeyi merak etmez. sadece günü yaşamaktansa ömür takvimine bir centik atmak için öylesine doldur bosalt yapar.

dünyaya alaycılık adam sendecilik cercevesinden bakar. bir mucadeleye girmez. cünkü varolan mucadelerin çoğunun tatavalardan ibaret oldugunu bilir.

bütün bunlarin üstüne faniliğin hüküm sürdüğü bir deryada baki olmanin bir anlam muhteva etmediğini ve boşa kürek cekmenin sadece anlamsız olduğuna inanmıştır.

kıs kıs güler herşeye ama sadece güler. dünya yıkılsa değer vermediği için ha otobus geç kalmış ha bilmem nerede felaket olmuş onun için aynı şeydir.

hep bir söz duyulur ağzından 'beni enterese etmez'

belki de bu esas yasanmak istenen ama istenenlerin olmayan yasanilan sartlar memnun olmayan ve yenilgilerin kişide kendine kestiği faturadir.

bu kişiler zaten manevi ölümü tattiklari için çok geçmeden mechul bir aleme bedeni hicretlerine çok geçmeden baslarlar.

zaten yaşamak yavas yavas tükenmek değil midir? işte bazilari birden tükenir...

entryi victor hugo'dan bir şiirle bitirelim bakalım:

değilmi ki o derin acılarımla şimdi
buna destek olacak tek bir kolda yoksunum
ve çocuklara bile zorlukla gülüyorum
ve açmıyor içimi çiçekler renkleriyle
anlamalıyım artık: yaşadın yeterince!

değilmi ki ilkbahar kuşatınca her yanı
doğayı şenlik yerine çevirdiğinde tanrı
bu görkemli sevdaya aşksız bakıyorum
değilmi ki gün-gece ışıktan kaçıyorum
duyarak o en gizli kederi herşeydeki

değilmi ki ruhumda umudum yenik düştü
değilmi ki bu güller, kokular mevsiminde
sevgili kızım benim, içimde, ta derinde
yalnız senin yattığın karanlığa özlem var
mademki öldü kalbim, yaşadım yeterince!

yeryüzünde yükümü tek bir gün reddetmedim
arığım işte orda, burda başak demektim
yumuşadım gitgide, yaşama gülümsedim
ve yaşamın o büyük, dipsiz gizi dışında
dimdik durdum ayakta, kimseye eğilmedim

en iyisiyle yaptım yapabildiklerimi
ne çok uykusuz kaldım, ne çok hizmet götürdüm!
sonra acılarıma güldüklerini gördüm
nefretlerine hedef seçildikçe üzüldüm
anarak çalışıp çektiklerimi

tek kuşun uçmadığı şu dünya sürgününde
öyle bezgin, ışıksız, ellerimin üstünde
diğer tüm kölelerin alayları içinde
taşıdım ağlamadan al kanlara bulanıp
koparılmaz zincirden payıma ne düştüyse

şimdi bakışlarımın ancak yarısı bende
ötesi darmadağın acılı gömütlerde
dönüpde baktığım yok çağıran olsa bile
sersemlik ve sıkıntı yüklü bir uykusuzum
hiç gözünü kırpmadan kalkmış şafaktan önce

miskin karanlığımın orta yerinde şimdi
yanıt vermeye bile gönül indirmiyorum
canımı sıkıp duran o en günücü ağza
ulu tanrım gecenin kapısını aç bana
ki çekilip gideyim, dönmeyeyim bir daha!