bugün

karacadağ eteklerinde, ceylanpınar ovasında, cudi'de, şengal dağı'nda, şeyh adi'de yaşanmış, dengbejler tarafından söylene söylene günümüze kadar gelmiş gerçek bir aşk öyküsüdür.

dewrêş ile adûlê dendiğinde aklıma dewrêşin babası evdi'nin vakt-i zamanında aşık olduğu rihmê'nin öldüğünü öğrenmesi üzere, mezarını açıp o ölü kokusunu içine çekmekten zevk alarak mazoşist duyguların tavan yaptığı bölüm aklıma gelmiş olup aşkın tanımını yeniden düşünmeme neden olan kitap gelir. aynı zamanda sırf êzidî oldukları için soydaşları tarafından dışlanması hatta öldürülmek istenmesi de bana atalarımızın o ünlü '' kurd dijminên qewmê xwenin'' ( kürtler kendi soyunun düşmanıdır ) veya ''kurmê darê ji darêye'' ( ağacın kurdu ağaçtandır) sözlerinin ne kadar yerinde olduğunu kanıtlar niteliktedir.
osmanlı devletinin son dönemlerine tekabül ettiği anlaşılan, yezidi dewrêş ile yine aynı aşiretten olup fakat islamiyeti kabul etmiş ailenin kızı olan (ki aile, aşiret reisinin ailesidir) adule'nin aşkını konu edinmiş hikayedir.

halen bölgede varlığını devam ettirebilen dengbêjlik ( meseleleri, sözlü ve nameli, ahenkli bir şekilde seslendirme) geleneğinde yeri olan bir sevda öyküsüdür.
sevda öyküsü olmasına rağmen olayların cereyan ettiği sosyolojik ve politik zeminden dolayı aynı zamanda tarihsel bir kesit olarak da değerlendirilebilecek bir öyküdür. ki aktaranlar da bu minval üzere konuyu ele alır ya da seslendirir.

derwêş'in yiğitliği ve adule'nin güzelliği, aralarındaki sevgi, adule'nin savaş alanında can çekişen derwêş'in başını kucağına alarak yaktığı ağıt ve nasip olmayan kavuşma gibi unsurlar dahi, ilk bakışta hazin bir sevginin emareleri gibi görünse de, aslında bunların herbiri başlıbaşına felsefik ve sosyolojik birer mesaj mahiyetindedir. bu sevginin inşa edilmeye çalışıldığı politik ve sosyolojik zemin ise işin bir diğer boyutudur. ve kendi içinde başka başka mesajlar taşımaktadır. ( geniş kapsamlı bir konu olduğu için ve entry mahiyetini ziyadesi ile aştığından bu konuya girilmeyecektir. ve trollerin ve de cahillerin ziyadesiyle bulunduğu bu ortamın seviyesini de ziyadesiyle aştığı için konuya değinilmediği de ayrıca bir hakikattir.)

kanaatimce bu hikayeye sevda niteliğini kazandıran husus, derwêş ile adule'nin aşkı değildir. derwêş ile adule daha ziyade sosyolojik birer misal mahiyetine dönüşmüşlerdir. asıl sevgi motifi, derwêş'in babası evdi ile rihmê hatun arasında yaşanan ve yine kavuşamamak kaderi ile acıyı yüklenen bitimsiz aşktır. hikayede kısaca değinilen bir sahne vardır ki, aşk ile bağlanmak nedir sorusunu tekrar sordurtacak niteliktedir. bu çarpıcı kısımda, başkası ile evlenmek zorunda kalan rihmê hatun'un üç günlük gelin iken ölmesi ve evdi'nin o mezarı ziyaret etmesi anlatılır.

anlatılanlara göre evdi, iki oğluyla birlikte mezarın başına varır. epey zaman geçmiştir aradan. zaman geçmiştir geçmiş olmasına da, evdi'nin yüreği halen o har ile dağlanmaktadır. mezarın başında evlatlarına rihmê hatundan bahseder, içindeki acıyı döker. mezarla dertleşir. lakin yüreğindeki ateşin harını söndüremez. evladından ister; evladım der, şu mezarın üstündeki kayalardan birini kaldır da dünya gözüyle rihmê yi son defa göreyim. derwêş bunun uygun olmadığını, bu istekten vazgeçmesi gerektiğini ne kadar anlatmışsa da babasını vazgeçiremez. mecburen mezardaki taşlardan birini yerinden söker. taşı yerinden sökmesi ile birlikte sinekler ve kurtların gümbürdeyerek mezardan çıkmasına şahitlik eder. o manzaradan ve etrafa yayılan ağır kokudan dolayı koşarak mezardan uzaklaşır. fakat dönüp arkasına baktığında babasının kabre eğilip rihmê hatunla dertleştiğini, ağladığını ve misk amber koklar gibi o ağır kokuyu derin derin soluduğunu görür.

derwêş uzaktan babasına seslenip yaptığı şeyin divanelik olduğunu söylediğinde babası şöyle mukabelede bulunur:

--spoiler--
yavrum sen ne cahilsin...
senin başına gönül merakı ve aşk ateşi musallat olmadı daha.
aşkın ne olduğunu bilemezsin.
yavrum, ben bu mor saçların sahibini unutamam.
ta ki başımı kabir toprağına indirene dek...
--spoiler--

bu nasıl bir ateştir ki, ruhun kimyasını değiştirip çürümüş bir cesedi dilruba eyleyebiliyor!
bu nasıl bir tutkudur ki, ölümün mengene kollarını büküp ölümü dize getirebiliyor!
ve bu nasıl bir sevgidir ki, yaşamın dışına taşmış bir doğumun türküsünü terennüm ettirebiliyor!