bugün

simit'i yalnızca susamlı bir yiyecek olarak bilen arkadaşlarımız "ne ola ki?" tepkisi verebilirler bu tespite, hakları da var. ancak bilen bilir simit'in çocukluk yıllarındaki önemini, en uzun "simiiiit" diye çığıran çocukların ne denli rahatlıkla oynadığını bu oyunu. evet, simit oyununun en önemli özelliği nefesiniz bitene kadar 'simit' diye bağırabilmek.

bildiğimiz üzere bülent ersoy uzun havaları başarıyla icra etmesiyle, bitmek tükenmek bilmeyen nefesiyle attığı naravari namelerle meşhur. öyle ki kendisindeki ses, bill withers'ın klasikleşmiş şarkısı ain't no sunshine'daki "i know, i know, i know" lu bölümü 60-70 kez dillendirebilecek bir ses. hal böyle olunca bu sesin, sesin önemli olduğu her kulvarda başarılı olması kaçınılmaz. simit oyununda da bu böyle, sizce de öyle değil mi a dostlar? ama işin rengi biraz farklı.

düşünelim ki bülent ersoy ebe olmuş, yanlış anlaşılmasın oyunda ebe. biz de bekliyoruz. bülent hanım başlıyor "simiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiit" diye bağırmaya, biz de kaçıyoruz, çok tuhaf olurdu vallahi. gerçi iri cüssesiyle tek ayak üstünde zıplamaya çalışırken düşüp kalırdı ama çok eğlenirdik diye düşünüyorum. demek ki neymiş, ses her şey değilmiş!
(bkz: sözlüğün adamlardan çektiği)