Saat sabahın bilmem kaçı. Okyanus gibi bir düşün içinde arıyor gözlerim seni. Biraz uykusuzum hani, biraz da aşık. Burnumun dibinde kapalı duruyor gözlerin. Baktıkça görüyorum. Gördükçe bakıyor. Kollarımı uzatmaya kıyamıyor, dokunduğumu hayal ediyorum sana. Ellerim saçlarının üzerinde ıslak bir zeminden yumuşakça kayar gibi omuzlarına düşüyor. Omuzlarında bir yük yok, ben dokundukça hafifliyorlar, ağırlaşıyorum. Çenen bileklerime değiyor, ürperiyorsun. Yanaklarında müebbet bir kızarıklık doğuyor. Sevindiğini düşünüyorum. Bir düşün girizgâhı sanki bu. Ellerim tenini ezberlerken, sen de düşünde bana dokunuyorsun.
Dudakların hafif aralık, parmaklarımın ardından pembeye çalıyor. Ellerim titriyor. Sarsılıyor ruhum. Sonra boynuna düşüyor gözlerim. Usulca dokunuyor utanarak geçiyorum. Ve göğüslerin.. Göğüslerine dokunmayı düşlerken bile ellerimde bir çekingenlik, içimde bir arzu... Dokunuyorum göğüslerine. Boynunun hemen altındaki o ince çizgiden aşağı indikçe, bir salkım üzüm, bir tutam misk yahut bir yavru güvercin gibi ellerime doluyor göğüslerin. Sol göğsünün daha küçük olduğunu fark ediyorum sağ göğsünden. Kalbinin kırgınlıklarından olsa gerek diyorum. Göğsünün ucu parmaklarımın arasında kalıyor. incitmeye ürküyor ama arzuyla, istekle dokunuyorum. Avuç içim sarılıyor sana, aşkla...
Derken kolların boynuma dolanıyor. Uyanık olduğunu fark ediyorum, dokunmayı düşlemekten vazgeçiyor ve sarılmak istiyorum sana. Lâkin.. Lâkin... Ellerim boşluğu kavrıyor.
Bir düşün içinde başka bir düşe düştüğümü düşünüyorum. Bir karabasan olmalı bu, ellerini bulamıyorum.. Kan ter içinde doğruluyorum olduğum yerden. Gözlerimde iki damla yaşla anımsıyorum. Sen hiç benim olmadın ki... Düşlerime dönüyorum.