bugün

soğuk bir vücut. bulmaca çözüyor mutfak masasında. dışarda hava bulutlu, içeri pek güneş girmiyor. ışığı da yakmamış anne. loş ışıkta yazıları okumaya çalışıyor. bedeni soğuk. baba dediğiniz adam soğuk bırakmış o teni. ruhunu küstürmüş, enerjisini soldurmuş, kadınlığından nefret ettirmiş. bulmaca çözüyor mimikleri donuk o kadın. anne o. yanına gidip sarılmak istediğim, ama ne desem hiçbir şeyi düzeltemeyeceğim anne o. sesi geldi o ara. evladına kek yapmak istemiş. kek kalıbını dolaptan indirmemi istedi. gittim ve ona kek kalıbını indirdim. soğuk teninden gelen yalnızlık, ama ona rağmen ona kattığım mutluluk kokusu sindi burnuma. her şeye rağmen mutluydu, ben olduğum için mutluydu. bunca yalnızlığına rağmen onu mutlu etmek ağır geldi bana. ağır geldi, içim titredi kesik kesik. ben de üşüdüm o an. üzerimdeki ağırlıktan üşüdüm. ne vardı dedim, ne vardı kocası omzunda uyutsaydı annemi de her koca gibi. ne vardı ağladığında başına omuz olsaydı. ne vardı kadınlığını unutmasaydı benim annem de, sadece anne olarak kalmasa, kocasının ara sıra şımarttığı gülücük dolu bir kadın olsaydı. şimdi tebessümlerinin arkasındaki kanı bile görüyorum siluetinden.
öpmek istedim o an onu. eğilip alnından öpmek istedim. her şey güzel olacak demek istedim sessiz çığlıkları bozmak istercesine. ama düşündüm de sadece çığlıklara ses olurdum o an konuşsam. ve sustum. öpmemek için içeri geri döndüm içim acıyarak. yoksa öpmeli miydim? yok, öpünce yüzünde açacak gülücüklerin arkasındaki kan kokusu gelecekti yine burnuma. yaklaşamadım. odama gittim. öpemediğim için ağladım. saatlerce ağladım. uyumuşum. annem geldi:
"anne, üşüyorum, hırka ver bana."
anne bu. verir elbette. ve kendisi soğuk olsa bile, yavrusunu ısıtır.