bugün

sevgili eşimin zoruyla utanarak yaptığımdır. beni bilen bilir son yazımdan. karımdan dayak yemiştim, hastaneden yeni çıktım. bir hafta kadar oldu. çıkar çıkmaz da "kalk lan iyileştin artık sünepe, iş bul kendine!" sözlerini kafama kafama yemeye başladım. sünepe demesine tam tepki gösterecekken yine dayak yiyip hastanelik olabileceğim ihtiamli geldi aklıma ve vazgeçtim. "tamam karıcığım" diyebildim sadece. kahvaltıda, eşimin arasına 2 dilim tulum peyniri koyduğu yarım ekmek ve çay (sıcak şekerli su) ile karnımı iyice doyurduktan sonra iş aramaya hazırdım. "ben hazırım karıcığım, bugün kesinlikle iş bulacağım" diyerek göğsümü şişirdim. "hep aynı terane amk" sözü ile göğüsümü bırakınca balon gibi sindim. çok sinirlenmiştim sevgili karımın benimle küfürlü konuşmasına lakin o malum konu geldi aklıma tekrar.
en sevdiğim gömleğimi ve pantolonumu giyip kapının önüne geldim. ama o da ne? ayakkabılarım... iki senedir hiç yenisini almadığım, değiştirmediğim, sürekli kullandığım fare ölüsü kokusunu kıskandıran kokusuyla nam salan ayakkabılarım yoktu piyasada. doğru ya! üç gün önce cuma namazında çaldırmıştım güzelim ayakkabılarımı. kim benim pis kokulu ayakkabımı çalar hala anlamış değilim. iş görüşmesine camiden getirdiğim takunyalarla da gidemezdim. bu iyi bir bahaneydi aslında yeni ayakkabı almak ve bugün iş arama derdinden kurtulmak için. tüm cesaretimi toplayıp, sonradan balon gibi sineceğini bildiğim göğsümü şişirerek karımın karşısına çıkıp "ayakkabılarım çalındı biliyorsun, neyle gideceğim ben iş görüşmesine? bana ayakkabı al, gideyim iş bulayım hatun" dedim. bunu derken de hınzırca bir hallederiz kadir gülüşü attım. içten bir hafize ana gülüşü atan karıcığım ise (şaşırmıştım) takunyaları ve sadece bakkala ekmek almaya giderken kullandığım boyacı terliğini gösterek "bunlarla git ne olacak hem yaz ayındayız hava da sıcak dedi." "bunlarla iş görüşmesine mi gidilir hayatım? illa ayakkabı olacak, al gideyim." diyerek küçük bir çocuk gibi sitem ederek naz yaptım. hiç tepki ve cevap vermeden odaya gitti ve iki dakika sonra bir dişi kırılmış kramponu mu getirdi. 2-3 ayda bir adam eksik olunca çağırdıkları halısahada giydiğim adadis (evet adidas değil, adadis) ayakkabılarım. "ben bunlarla gidemem" dedim iş aramaya. "gideceksin ulan şerefsiz köpek..." diye başlayınca tamam tamam bunlar güzel, bunlarla giderim dedim. "heh şöyle" dedi. utana sıkıla saat 10:00 sularında dışarı çıktım. nereye gideceğimi, nasıl iş bulacağımı bilmeden direkt bir parktaki gölgelik, boş bir banka oturup düşünmeye başladım. " olum nasıl iş bulcam, bu ayakkabıyla ansıl iş isticem lan? mağazarlardan falan iş istesem krize girerler..." düşünceleri içerisindeydim ta ki yanıma 19 yaşlarında genç bir çocuk oturana kadar. nasıl olduysa aramızda birden sohbet başladı ve konu buraya kadar geldi. internetten iş bulma fikrini soktu çocuk aklıma. bu yeni nesil harbiden akıllıymış.
büyük bir hevesle daha yeni kepengleri açılan internet cafeye gidip masa dokuzun açılmasını bekledim. adamın ilk müşterisiydim ve bana çay ısmarlamıştı, demli çay. sıcak şekerli değildi. zaten o gelmesin diye dua etmiştim, keşke başka bir şey dileseydim.
internet explorer dalgasına giriş yapıp iş ilanlarına bakmaya başladım. kariyer.net tarzı sitelere üye olup işlere başvurdum. telefon numaramı yazdım sitelere...
ben hala iş başvurusu yaparken, iş koştururken telefonum çaldı. iş görüşmesine davet ediliyordum sevinçten havalara uçacaktım. hemen geliyorum dedim. 4 lira 15 kuruş ödeyip kesin gözüyle baktığım yeni iş yerime yürümeye değil, adete koşmaya başlamıştım. telefonda konuştuğumuza göre özel bir şirkette güzel bir pozisyonda yer bulacaktım. lakin ben ortaokul mezunuydum, nasıl olacaktı ki? telefonda bunu kendisine de söyledim fakat tahsil önemli değil dedi. saçlarını yana taramış, yeni sakal traşı olmuş ben iş görüşmem için sabırsızlanıyordum.
sabırsızlıkla şirketten içeri girdim. girer girmez de o meşhur ıslık melodisini yaptım. danışmaya doğru yürüdüm. müdürün odasını sordum katı söylediler çıktım ve sekreterle karşılaştım. "niçin gelmiştiniz?" dedi. iş için gelmiştim dedi. "randevunuz var mıydı?" dedi. müdür bey davet etti yaklaşık 45 dakika önce dedim. şöyle bir baştan aşağı süzdü, ayakkabılarıma fal taşı gibi açılan gözleriyle tekrar tekrar baktı ve yanakları şişip, kıpkırmızı oldu. sanırım gülmemek için tutuyordu kendini. dakikalarca bir şey demesini bekledim ve " müdür bey sert biridir. içeride ciddi olursanız sizin için iyi olur" sözleri döküldü ağzından. korkmuştum. müdür beyin odasının kapısında biraz bekleyip, sonradan balon gibi sineceğini bildiğim göğsümü şişirerek kapıyı çaldım. " gel" dedi. girdim içeri "sen kimsin lan" dedi. "benim efendim iş için aramıştınız ya" dedim. he gel dedi ayakta bekle. "oturma götün pistir amk" dedi. "sikerim lan senin işini orospu evladı" diyerek adama bir kafa atıp orayı terkettim, demek isterdim ama biliyorsunuz işte sevgili karım, iş falan... tekrar bahsetmeye gerek yok herhalde. müdür beye bakıp sırıttım sadece. önündeki evrakları imzalarken gözü bir an ayakkabılarıma takıldı, 2-3 kere baktı. sonrası öyle sert bir adamdan bekleyemeceğim bir kahkaha sesi... yarım saat boyunca ayakta gülmesinin sona ermesini bekledim ve sona erdi. " artık sen bu şirketin çaycısısın lan, günlük 50 lira. sabah 8 akşam 4 çalışacaksın, cumartesi pazar tatil sigortan her şeyin var ama bu kramponlarla gelmezsen seni işten kovarım piç herif hahaha " dedi. sekreterle bir şeyler imzaladık. o da şaşırmış. sonunda yeni işim hayırlı olsun. patronumdan ilk 50 liramı da kaptım avans olarak. karım çok sevinecek ve artık ben dayak yemeyeceğim.

olayı kavramak adına diğer olaylarım;

(bkz: 41 yaşında bir işsiz olmak)
(bkz: 41 yaşındayken 13 yaşında bir çocuktan dayak yemek)
(bkz: 41 yaşında karısının aldattığından şüphelenmek)
(bkz: 41 yaşında karsının yanında osuran erkek)
(bkz: 41 yaşındayken tarz sahibi olmak)
(bkz: 41 yaşında otobüste tacizci damgası yemek)
(bkz: 41 yaşında iş görüşmesine kramponla gitmek)