bugün
- anın görüntüsü17
- filistin'in türklere ihanetleri sıralı tam liste20
- nişanlı kalmanın saçma olması13
- bir müslüman olarak filistin benim meselem değil20
- bu başlıkta konya'yı övüyoruz12
- icardi190515
- akp chp yakınlaşması12
- tayyip erdoğan'ın israil anadolu'ya girecek demesi21
- ileride evleneceğiniz kişi şuan ne yapıyor8
- beni özlediniz mi8
- okula bikiniyle gelen kız8
- kahverengi gözlü olmanın hiç bir işe yaramaması16
- 19 mayıs 2024 galatasaray fenerbahçe maçı21
- 15 mayıs 2024 türkiye japonya voleybol maçı13
- karşı cinse giyim önerileri16
- iyi bir insan olmak için ne yapmam lazım20
- türklerin çok kolay devlet kurması9
- karadeniz bölgesinde yaşamak11
- maca sekiz13
- türklerin ingilizce konuşamama nedenleri22
- en obez özelliğiniz17
- mauro icardi'nin karısı9
- larisalisa'nın parayla şukulatması8
- namuslu erkek bulmanın çok zor olması16
- herkesin merak ettiği o piç erkeğim soru alayım18
- 13 yaşındaki kıza tecavüz eden 28 kişi18
- sütyen takmaktaki inanılmaz mantık hatası19
- şampiyonluk için yanak okşatmak52
- gençler iş beğenmiyor8
- sevdiğiniz sözlük yazarları16
- kızılcık şerbeti dizisi12
- iki adım atınca kan ter içinde kalmak8
- embesil yazarlar8
- öpüşme ile bulaşan hastalıklar8
- en nefret edilen yazarlar8
- hangi sözlük yazarı ile uyumak isterdin14
- kaç yaşındaki insan evde kalmıştır14
- larisalisa15
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri16
- aç karnına poğaça yemek11
- otoyol ve köprü geçiş ücretlerinin zamlanması19
- jose mourinho28
- en dindar özelliğiniz12
- chat sitesi kurmak9
- yaz aşkı varda kış aşkı neden yok11
- en taşaklı kızların bizim sözlükte bulunması16
- en havalı erkek meslekleri16
- her erkeğin unutamadığı bir kadın vardır10
- burçlara inanmak9
- kezo dili ve edebiyatı8
Hadîs-i şerifte "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer" Risale-i Nur'da o saat var; çalış, o saati bul...
-Kastamonu Lâhikası.
-Kastamonu Lâhikası.
''Bir saat tefekkür bin saat nafile ibadetten daha hayırlıdır'' başlığı hadisin aynıyla açacaktım fakat malum karakter sınırı yüzünden biraz kısaltmak zorunda kaldım...
Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki, hadis kriterleri açısından bu hadis zayıftır. Ancak bu mânâyı ifade eden Kur'ân-ı Kerim'de şöyle bir âyet var: "Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, tefekkür eden insanlar için elbette birçok ibretler (ve dersler) vardır." * Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde "Kim bu âyeti okuyup da tefekkür etmezse ona yazıklar olsun!" buyurarak tefekkür etmenin önemi üzerinde durur. Ayrıca Ümmü Seleme ve başka bir rivayette ise Âişe Validelerimiz, bu âyet nazil olduğu zaman veya bu âyeti okurken Efendimiz'in ağladığını naklederler.
Tefekkürün mü'minin hayatında çok önemli bir yeri vardır. Ancak bunun için tefekkürün ne demek olduğunu bilmek gerekir. Tefekkür evvelâ bir ilk ve ön bilgiye dayanır. Âmice ve cahilane tefekkürler, kuru birer tahayyüldür ve zamanla bıkkınlık hâsıl eder, daha sonra da insan onu anlamsız görmeye başlar. Bu sebeple insanın evvelâ tefekkür edecek mevzuu bilmesi, yani onun önceden belli bir malumatının olması gerekir.
Ayların ve yıldızların dönüşünü, onların insanla münasebetini.. insanı teşkil eden zerrelerin deveran ve cereyanını bilmek, tefekkür adına bir adımdır ama ayın ve güneşin harekâtına bakıp kâinatın baş döndürücü güzellikleri karşısında şairane ilhamlarla coşmak tefekkür değildir. Bu şekilde düşünen, hayallere dalan mâlul, yalnız ve garip bir sürü natüralist şair vardır. Onlar, mütefekkir değil, içlerini ve kalblerini kaybetmiş, gönüllerini Mefisto'ya kaptırmış hayalperestlerdir.
Bunlar da bazen düşünüp kâinatın güzelliklerinden bahsedebilirler. Dünyevî güzellikler onların ifadelerinde öyle destanlaştırılır ki, onların bu beyanları karşısında insan, Cennet'in güzelliklerini duyuyor, dinliyor gibi olur. Bazen suların şakır şakır akması, yağmurun şıpır şıpır yağması, ağaçların hemhemesi, kuşların demdemesi hakkında öyle destan tuttururlar ki, insan kendisini cennetlerin ortasında zanneder. Ancak bütün bunlar tefekkür olmadığı gibi kalbî ve ruhî hayat adına da hiçbir şey vaad etmezler. Bunlar, hiçbir adım ileriye gidememiş ve tenteneli perdenin verâsına geçmemiştirler. işte bu tefekkürün hiçbir faydası yoktur. Ne kadar derin hülyalara dalınırsa dalınsın böyle bir tefekkürün insana bir şey kazandırmadığı bir vâkıadır.
Yukarıda da ifade edildiği gibi tefekkür etmek için evvelâ icmalî bir malumatın olması şarttır. insanlık, hâlihazırdaki ulaştığı ilim itibarıyla, bu ilk bilgi sayesinde yeni terkipler, yeni tahliller yapacak, onlar üzerinde derinleşecek ve daha değişik hükümlere varacaktır. Vardığı bu hükümleri de, ileride varacağı daha başka hükümler için mukaddime yaparak bundan yeni yeni neticeler çıkaracak, çıkarıp tefekküründe derinleşecek, tek buudlu tefekkürünü çok buudlu yapacak ve muzaaf tefekküre ulaşacaktır. Bütün bunlarsa, malumattar olmaya vâbestedir. Malumatsız insanın tefekkür etmesine imkân yoktur. Bunun için bol bol kitap okuma çok önemlidir. Daha sonra ise tefekkür yolunun ve usûlünün öğrenilmesi ve son olarak da şeriat-ı fıtriyenin ve âyât-ı tekvîniyenin mütalâa edilmesi gerekir ki, sabit ve sağlam düşünebilme imkânı doğsun.
insan, bir saat sağlam tefekkür ederse, o insanda erkân‑ı imaniye (iman esasları) inkişaf eder. Daha sonra o insan, Allah'ı sever ve kalbinde derin bir muhabbet-i ilâhiye belirir, derken zevk‑i ruhaniyeye ulaşır ve ötelere doğru kanatlanır gibi olur.
işte böyle bir tefekkürle bazen insan gider, bin sene ibadet yapıp da ancak bu türlü bir tefekkürden mahrum kimselerin varabildiği ufka varır. Böyle bir anlayış ve şuur içinde, Rabbine teveccüh etmeyen biri, bin sene bir yerde dursa da düşünüp derinleşemediğinden katettiği mesafe bir saat tefekkürle kazanılan mesafeye müsavi gelmeyecektir. Ancak bu, onun bin sene yaptığı ibadetin boşa gittiği şeklinde de kesinlikle anlaşılmamalıdır. Zira Allah karşısında ne bir rükû, ne bir secde, ne bir kavame, ne de bir celse boşa gider. "Zerre ağırlığınca hayır yapan onu bulur. Zerre ağırlığınca şer yapan da onu bulur."*âyet-i kerimesinin ifadesiyle, herkes kazancına göre bir kısım şeylere mazhar olur. ibadetlerini yerine getiren bir insan, vazife-i ubûdiyetini eda etmiş olur, ne var ki o, tefekkürden hâsıl olan derinliği elde edemez. işte bu mânâdaki tefekkür, bin sene ibadete mukabil demektir.
Belli vird ve zikirler de, insanın tefekkürünü geliştirir. Ancak bu vird ve zikirlerin Türkçemize yeterince intikal edip etmediğini bilemiyorum. Bugün Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait bir kısım me'sûrâtın kolu kanadı kırık tercümeleri bulunsa da, selefin tefekkürünün esası sayılan evrâd ü ezkâr, dua ve münacatlarının, tefekküre esas mülâhazalarının dilimize kazandırılıp kazandırılmadığını bilemiyorum. Ancak Arapça metinlere bakanlar bile, onlarda insanı tefekküre götürecek pek çok ifadenin olduğunu göreceklerdir. Yine o metinlere şöyle bir göz gezdirenler, Şazilî gibi, kâinatın zerratıyla Allah'ı tesbih eden insanlarla karşılaşacak, Şâh-ı Geylânî gibi kâinatın zerratını ve daha küçük parçacıkları, tesbih daneleri gibi değerlendirdikleri ile karşı karşıya kalacak ve asla onları okumaya doyamayacaklardır. Arapça'yı bilenler bunlardan belki daha derince istifade edebilir. Ancak bilmeyenlerin de bunlardan duyup hissedeceği çok şey vardır.
işte bu şekilde herkes vird ve zikirle tefekkür yönlerini genişletmiş, Cenâb-ı Hak'la münasebetlerini kuvvetlendirmiş olur. Kim bilir, bu sayede belki onların bize vereceği heyecanla, biz de kendimizi yenilemeye muvaffak oluruz. Allah, içimizi, dışımızı ıslah etsin!
son olarak "Tefekküre sevk eden âyetler ve sessizce yapılan dualar tefekkür yerine geçer mi?" deniliyor. Bu tür ifadelerin mânâsı anlaşılmıyorsa sevap olur ama tefekkür olmaz. Zira tefekkür, fikretmeden gelir ve dünkü vak'alarla yeni vak'aları bir araya getirme, terkipler yapma ve çok defa bir şeyin sebebi ile neticesi arasında münasebet kurma demektir. Allah ile münasebetlerimizi perçinleştirme ise bunun en önemli semeresidir. Buna götürmeyen evrâd ü ezkâr da olsa, Kur'ân-ı Kerim de olsa, hatta o Kur'ân'ı bizzat Cibril'in ağzından da dinlesek sevap olur fakat tefekkür olmaz. Tefekkür olabilmesi kafayı yormaya, üzerinde durmaya, ciddî araştırmaya, Rabbimiz'le münasebetimizi derinleştirmeye ve kuvvetlendirmeye bağlıdır.
Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki, hadis kriterleri açısından bu hadis zayıftır. Ancak bu mânâyı ifade eden Kur'ân-ı Kerim'de şöyle bir âyet var: "Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, tefekkür eden insanlar için elbette birçok ibretler (ve dersler) vardır." * Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde "Kim bu âyeti okuyup da tefekkür etmezse ona yazıklar olsun!" buyurarak tefekkür etmenin önemi üzerinde durur. Ayrıca Ümmü Seleme ve başka bir rivayette ise Âişe Validelerimiz, bu âyet nazil olduğu zaman veya bu âyeti okurken Efendimiz'in ağladığını naklederler.
Tefekkürün mü'minin hayatında çok önemli bir yeri vardır. Ancak bunun için tefekkürün ne demek olduğunu bilmek gerekir. Tefekkür evvelâ bir ilk ve ön bilgiye dayanır. Âmice ve cahilane tefekkürler, kuru birer tahayyüldür ve zamanla bıkkınlık hâsıl eder, daha sonra da insan onu anlamsız görmeye başlar. Bu sebeple insanın evvelâ tefekkür edecek mevzuu bilmesi, yani onun önceden belli bir malumatının olması gerekir.
Ayların ve yıldızların dönüşünü, onların insanla münasebetini.. insanı teşkil eden zerrelerin deveran ve cereyanını bilmek, tefekkür adına bir adımdır ama ayın ve güneşin harekâtına bakıp kâinatın baş döndürücü güzellikleri karşısında şairane ilhamlarla coşmak tefekkür değildir. Bu şekilde düşünen, hayallere dalan mâlul, yalnız ve garip bir sürü natüralist şair vardır. Onlar, mütefekkir değil, içlerini ve kalblerini kaybetmiş, gönüllerini Mefisto'ya kaptırmış hayalperestlerdir.
Bunlar da bazen düşünüp kâinatın güzelliklerinden bahsedebilirler. Dünyevî güzellikler onların ifadelerinde öyle destanlaştırılır ki, onların bu beyanları karşısında insan, Cennet'in güzelliklerini duyuyor, dinliyor gibi olur. Bazen suların şakır şakır akması, yağmurun şıpır şıpır yağması, ağaçların hemhemesi, kuşların demdemesi hakkında öyle destan tuttururlar ki, insan kendisini cennetlerin ortasında zanneder. Ancak bütün bunlar tefekkür olmadığı gibi kalbî ve ruhî hayat adına da hiçbir şey vaad etmezler. Bunlar, hiçbir adım ileriye gidememiş ve tenteneli perdenin verâsına geçmemiştirler. işte bu tefekkürün hiçbir faydası yoktur. Ne kadar derin hülyalara dalınırsa dalınsın böyle bir tefekkürün insana bir şey kazandırmadığı bir vâkıadır.
Yukarıda da ifade edildiği gibi tefekkür etmek için evvelâ icmalî bir malumatın olması şarttır. insanlık, hâlihazırdaki ulaştığı ilim itibarıyla, bu ilk bilgi sayesinde yeni terkipler, yeni tahliller yapacak, onlar üzerinde derinleşecek ve daha değişik hükümlere varacaktır. Vardığı bu hükümleri de, ileride varacağı daha başka hükümler için mukaddime yaparak bundan yeni yeni neticeler çıkaracak, çıkarıp tefekküründe derinleşecek, tek buudlu tefekkürünü çok buudlu yapacak ve muzaaf tefekküre ulaşacaktır. Bütün bunlarsa, malumattar olmaya vâbestedir. Malumatsız insanın tefekkür etmesine imkân yoktur. Bunun için bol bol kitap okuma çok önemlidir. Daha sonra ise tefekkür yolunun ve usûlünün öğrenilmesi ve son olarak da şeriat-ı fıtriyenin ve âyât-ı tekvîniyenin mütalâa edilmesi gerekir ki, sabit ve sağlam düşünebilme imkânı doğsun.
insan, bir saat sağlam tefekkür ederse, o insanda erkân‑ı imaniye (iman esasları) inkişaf eder. Daha sonra o insan, Allah'ı sever ve kalbinde derin bir muhabbet-i ilâhiye belirir, derken zevk‑i ruhaniyeye ulaşır ve ötelere doğru kanatlanır gibi olur.
işte böyle bir tefekkürle bazen insan gider, bin sene ibadet yapıp da ancak bu türlü bir tefekkürden mahrum kimselerin varabildiği ufka varır. Böyle bir anlayış ve şuur içinde, Rabbine teveccüh etmeyen biri, bin sene bir yerde dursa da düşünüp derinleşemediğinden katettiği mesafe bir saat tefekkürle kazanılan mesafeye müsavi gelmeyecektir. Ancak bu, onun bin sene yaptığı ibadetin boşa gittiği şeklinde de kesinlikle anlaşılmamalıdır. Zira Allah karşısında ne bir rükû, ne bir secde, ne bir kavame, ne de bir celse boşa gider. "Zerre ağırlığınca hayır yapan onu bulur. Zerre ağırlığınca şer yapan da onu bulur."*âyet-i kerimesinin ifadesiyle, herkes kazancına göre bir kısım şeylere mazhar olur. ibadetlerini yerine getiren bir insan, vazife-i ubûdiyetini eda etmiş olur, ne var ki o, tefekkürden hâsıl olan derinliği elde edemez. işte bu mânâdaki tefekkür, bin sene ibadete mukabil demektir.
Belli vird ve zikirler de, insanın tefekkürünü geliştirir. Ancak bu vird ve zikirlerin Türkçemize yeterince intikal edip etmediğini bilemiyorum. Bugün Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait bir kısım me'sûrâtın kolu kanadı kırık tercümeleri bulunsa da, selefin tefekkürünün esası sayılan evrâd ü ezkâr, dua ve münacatlarının, tefekküre esas mülâhazalarının dilimize kazandırılıp kazandırılmadığını bilemiyorum. Ancak Arapça metinlere bakanlar bile, onlarda insanı tefekküre götürecek pek çok ifadenin olduğunu göreceklerdir. Yine o metinlere şöyle bir göz gezdirenler, Şazilî gibi, kâinatın zerratıyla Allah'ı tesbih eden insanlarla karşılaşacak, Şâh-ı Geylânî gibi kâinatın zerratını ve daha küçük parçacıkları, tesbih daneleri gibi değerlendirdikleri ile karşı karşıya kalacak ve asla onları okumaya doyamayacaklardır. Arapça'yı bilenler bunlardan belki daha derince istifade edebilir. Ancak bilmeyenlerin de bunlardan duyup hissedeceği çok şey vardır.
işte bu şekilde herkes vird ve zikirle tefekkür yönlerini genişletmiş, Cenâb-ı Hak'la münasebetlerini kuvvetlendirmiş olur. Kim bilir, bu sayede belki onların bize vereceği heyecanla, biz de kendimizi yenilemeye muvaffak oluruz. Allah, içimizi, dışımızı ıslah etsin!
son olarak "Tefekküre sevk eden âyetler ve sessizce yapılan dualar tefekkür yerine geçer mi?" deniliyor. Bu tür ifadelerin mânâsı anlaşılmıyorsa sevap olur ama tefekkür olmaz. Zira tefekkür, fikretmeden gelir ve dünkü vak'alarla yeni vak'aları bir araya getirme, terkipler yapma ve çok defa bir şeyin sebebi ile neticesi arasında münasebet kurma demektir. Allah ile münasebetlerimizi perçinleştirme ise bunun en önemli semeresidir. Buna götürmeyen evrâd ü ezkâr da olsa, Kur'ân-ı Kerim de olsa, hatta o Kur'ân'ı bizzat Cibril'in ağzından da dinlesek sevap olur fakat tefekkür olmaz. Tefekkür olabilmesi kafayı yormaya, üzerinde durmaya, ciddî araştırmaya, Rabbimiz'le münasebetimizi derinleştirmeye ve kuvvetlendirmeye bağlıdır.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar