entry'ler (3)

youtuber olmak yerine 4 yil okuyup 2 k alan keriz

mantıklı bir atılımdır.

youtuber olmanın en güzel yönü birçok sektörün aksine girişte aman aman bir sermaye gerektirmemesidir. bilgisayarınız olduğunu varsayarsak 3000-5000 TL ile alınacak bir kamera ve mikrofon işinizi görecektir ancak sonrası biraz şansa, biraz youtube piyasasını analiz etmeye, biraz da kamerayla aranızdaki elektriğe bakıyor.

ancak her özel sektörde olduğu gibi youtube'un da belli başlı riskleri var. misal kendinizi güncel döneme uyduramazsanız geride kalabilirsiniz (bkz: burak şahin) (bkz: servet carey) (bkz: videoyun) veya internet ortamında yayınlanan bir hatanız için linç yeyip antipati toplayabilirsiniz (bkz: orkun ışıtmak) (bkz: logan paul) (bkz: ekin soyak).

tabii bu iş zaman da gerektiren bir iş. hemen girip popüler olmayı beklememek lazım. keza bunu elindeki sermayeyle uygulamaya çalışanlar genellikle "kim lan bu dalyarak?" denilerek pek iplenmemişlerdir çünkü youtube izleyicisi internette büyüyen, gelişen kişileri daha çok sever. bu bekleme sürecini azimle atlatan, belli bir sayıya ulaşan ve kendisini her zaman geliştiren kişilerin daha başarılı olacağını düşünüyorum.

kısaca youtuber olmak azim ve kendini her zaman geliştirmeyi gerektiren riskli bir iş bence. başarılı olanlara da helal olsun demekten başka denilecek bir şey yok.

aşk acısı

aşkı çiçeğe benzetirim. evet, bildiğiniz çiçeğe. neler olur çiçek oluşurken? tohum ekilir, sonra sularsınız o tohumu, güneş çıkar, ilkbahar gelmiştir ve çiçek açar. çiçektir işte, bildiğimiz; güzel kokan, güzel gözüken, güzel şeyler çağrıştıran...

zaman geçer, yaz biter ve o dönüm noktası gelir; sonbahar... o çiçek sonbaharda rüzgar yiye yiye kurur, yaprakları söner, kokusu kaybolur. işte sizin çiçeğiniz de rüzgar yiye yiye çürürse yapmanız gereken son şey onunla oynamaktır; çünkü çürümüş bir çiçekle oynarsanız onu yeniden diriltemez, ancak onu parçalara ayırırsınız, tıpkı benim yaptığım gibi.

ben çürümüş çiçekle oynayıp onu parçalamayı tercih edenlerdenim. hayatta "koy göte gitsin" mottosuyla yaşıyan aşırı rahat (belki biraz gevşek de denilebilir) bir insan olarak o çiçeğin solmasının üzerinden bir sene geçmesine rağmen halen bana onu hatırlatan en ufak şarkı sözünde içimde bir şeyler sızlıyor. benim bile içimde duygu patlaması yaşatıyor bu meret.

zordur kısaca; alışırsın, azalır ama hep bir yerlerde kabuk bağlamış bir yara olarak kalır. şu an bu başlığın altında yaptığım gibi onunla oynarsan da anca çiçeği parçalar, yarayı kanatırsın.

başlığa gelen herkesin gece geldiğini varsayarak herkese iyi geceler diliyorum.

winston red 9

bildiğin sarma sigara. winston beyaz filtreye girmesin lütfen bir daha.

edit: winston dark blue'yi denedikten sonra son cümlemi geri alıyorum.