bugün

karakolda ayna var

Bu Efsane şarkının 2 ayrı hikayesi var. Hangisi doğru bilinmez.

Efsane 1

“Kız kolunda damga var” mısranın gerçek bir olaya dayandığını, adı “Fosforlu”ya çıkan Cevriye’nin “Yiğidim ismini bağışla bir yol hele!” bile diyemediği kabadayıdan irice, balıkçıdan dirice bir palabıyıklıya gönül düşürdüğünü; başında kavak yelleri esen ve Karaköy ile Üsküdar arasını haraca kesen palabıyıklının gözünü açıp da Cevriye’ye bakacak yerde itin, uğursuzun peşisıra kaçakçılık gibisinden lüzumsuz işlere bulaştığını, bulaştığı yetmezmiş gibi bir de enselendiğini ve soluğu Paşakapısı Cezaevi’nde aldığını; bunu duyan Cevriye’nin yemeden içmeden kesilerek günlerce ağzına Çerkes peyniri bile koymadığını, derdinden delilendiği bir gün soluğu Yüksekkaldırım’ın arka sokaklarındaki Ermeni bir dövmecinin kapısında aldığını ve zayıflıktan ergenliğe adım atmamış bir körpenin bileklerine dönen bileklerini uzatarak, “Her birine birer kelepçe vur bre çorbacı, her birine birer kelepçe vur ki, gören görmeyene, duyan duymayana söyleye de gidip çalına yiğidimin kulağına” dediğini bilmiyorduk doğrusu...
       Bunun üzerine istanbul’un semt semt, kahve kahve, hamam hamam, karakol karakol, bohçacı bohçacı “Fosforlu Cevriye”nin derdinin telaşına düştüğünü; hüznünü bir zırh gibi kuşanıp Beyoğlu sokaklarını arşınlayan Cevriye’yi gören kabadayı esnafının saygıda kusur etmediğini, lakin Cevriye’nin kara sevdasından günden güne karardığını, Allah için bir tek o koyu gergin ısırgan otlarını andıran gözlerinin alev alev direndiğini, peşisıra seğirten mahalle itlerinin bile “Gözlerinden bellidir Cevriyem, sende kara sevda var” makamından havladığını, Reşat Ekrem Koçu üstadımızın ağzı fermuar tutmayan tilmizlerinden duymuşluğumuz da vardı...
       Fakat Cevriye’nin, Boğaz’ın kendi gibi yakamozlu sularına doğru kayıp gittiğini ve o günden sonra bu şarkının beyhûde bir dünya için beyhûde bir direnişten vazgeçmeye aracı kılındığını bilmiyorduk doğrusu...
       Keşke hiç bilmeseymişiz..

Efsane 2

1940’lı yıllarda istanbul’un kenar semtlerinden birinde,  semtine göre güzel  ve değişik giyinen, ilgi ve dikkat çekici, havalı,  güzel  bir kadın yaşarmış. ismi Cevriye olan bu kadına mahalleli  “fosforlu Cevriye”   lakabını yakıştırmış ve zaman içinde Cevriye ile ilgili dedikodular almış başını gitmiş. Cevriye’nin evine sık sık misafir kabul ettiği, mahallenin namusuna söz getirmekte olduğu yolunda şikayetler yoğun  hale gelip bir mahalle baskınından söz edilir olmuş. Suçları olmadan önce önlemek  asli görevi olan semt karakolu ve polisi burada devreye girerek  Cevriye ile ilgili gerekli gözetleme ve takibi yapıp  iddiaların ciddi olabileceği kanaatine varınca  Cevriye   karakola getirilmiş…

O tarihler yokluk dönemi… Şimdiki gibi hemen her yerde, herkeste değil  her evde bile ayna bulunmamaktadır… insanlar durgun su yüzeyine veya kalaylı parlak kaplara bakarak kendilerini görmeye çalışmaktadır.

Hayatında ilk  kez karakol gören  Fosforlu Cevriye, karakol girişinde Çekingen, tedirgin, ürkek ve de korku içinde  beklerken birden karşısında karakol amirinin oda kapısı yanında asılı duran büyücek aynada kendisini görür, kendini tutamaz,  heyecanla bağırır…

“AAA  KARAKOLDA  AYNA  VAR !”

Cevriye’de  bulaşıcı  ürolojik  bir hastalık bulunup bulunmadığının, topluma bulaştırma ihtimali olup olmadığının belirlenmesi  için doktor muayenesinin yapılması gerekmektedir. Bu işlem için doktora sevk edilecek kişilerin koluna  (onun yerine başkası doktora görünemesin diye)  mühür basılmaktadır. işte bu nedenle Cevriye’nin de koluna bileğinin iç kısmına karakolun mühürü tatbik edilir ve doktora gönderilir… Böylece türkü devam eder…

“ KARAKOLDA AYNA VAR, AYNA VAR

  KIZ KOLUNDA DAMGA VAR, DAMGA VAR

  GÖZLERiNDEN BELLiDiR CEVRiYEM, SENDE KARA SEVDA VAR

  HANi YA DA FOSFORLUM, SENDE DE KARA SEVDA VAR .”

Bilindiği gibi türküler anonim eserlerdir. Yani yazarı ve sahibi genellikle belli değildir. Toplumun ortak malı olarak değerlendirilirler. işte bu türkünün hikayesi de böyle başladıktan sonra halk tarafından eklemeler yapılarak biraz daha uzun hale getirilmiştir diye düşünülebilir  ise de ;

Hikayemiz bana kalırsa hayalimdeki şekli ile  şöyle devam etmektedir.

Cevriye’nin sevgilisi  More Hasan muhtemelen Rumeli kökenli  olup denizcidir. Uzun süredir denizlerdedir. Cevriye’nin hasreti ile yanıp tutuşmaktadır. Sefer dönüşü bir an önce kavuşmak, hasret gidermek amacı ile Cevriye’nin evine koşar, kapıyı çalar. Heyhat… Kapı duvar olmuştur, açılmaz… More Hasan yıkılmıştır, hayal kırıklığına uğramıştır. Kapının önüne kaldırım taşına çöker ve kendi kendine bilmeden türkünün ikinci bölümünü seslendirir.

“DENiZLERiN KUMUYUM, KUMUYUM

  BALIKLARIN PULUYUM, PULUYUM

  AÇ KOYNUNU BEN GELDiM CEVRiYEM, BEN DE ALLAH KULUYUM.

  MORE DE FOSFORLUM

  BEN DE ALLAH KULUYUM.”
güncel Önemli Başlıklar