entry'ler (616)

protein denince akla gelenler

açık ve net şekilde probis. (bkz: probis)

sözlük yazarlarının itirafları

son sözü "sevindim" oldu.

zamandan başka kaybedecek neyimiz var? aylarımı vermiş olmanın karşılığı "sevindim" mi? günler, saatler. rüyalarımda vardın sen. bunların karşılığı "sevindim" olamaz. gözyaşlarının karşılığı "sevindim" olamaz. iki yüzlülüğün, bencilliğin karşılığı "sevindim" olamaz. olmamalı.

bu gece bir şarap şişesine teslimim. o ne derse o. iç dedikçe devam.

bir fotoğraf karesi hayal edin. hep içinde olmak istediğiniz bir fotoğraf. 2 kişi olucak o karede. bi siz, bi o. yerini almış o çoktan. peki yanı? başka biri. hayallerinizi, umutlarınızı, ışığınızı çalan biri. o karede maviyle olmak için ödeyeceğiniz bedel sonsuzken, yerinizi üç kuruşa çalan biri var.

bu gece bir şarap kadehi uzaklığında tüm hayallerim. o kadeh bittikçe dolsun. dolsun ki hayaller var olsun.

bu gece millattır. bu gece, gündüze döndüğünde tüm mavilere düşmanım. gökyüzü, denizler en çok da gözlerine. düşmanım. yeşilin öfkesi maviyedir. her renk gibi mavi de soldu. içimde, kalbimde. bunu mavi istedi.

son sözü "sevindim" oldu. sevinilecek ortada bir şey varmış gibi...

sözlük yazarlarının itirafları

hayatımın belki de en kusursuz sevmesini gerçekleştirdim (mavi). her ayrıntısını, olması gereken tüm doğruları peşi sıra yaptım. anlaşılamıyorum. bakın anlatamıyorum değil. o kadar özene bezene seviyorum ki, bunu karşı tarafa anlatamamam mümkün değil. umursanmamak ya da görmezden gelinmek hiç hoş değil. kızamıyorum buna rağmen onlara. çok defa denedim. bir birinden farklı olduklarını düşündüğüm pek çok kıza anlattım kendimi. o yüzden tek bir kişiye bağlı değil bu anlaşılamama durumu.

mesela sonuncusuna (mavi) yani en kusursuz sevdiğime gelelim. şiir seven biri. şiir demek hassasiyet demek. okuyan, naif biri; kendisine naif ve zarif yaklaşan birini anlar diye düşünmüştüm. yok değilmiş.

pek çok alışkanlıklarım ister istemez iyi yönde değişti. yeni alışkanlıklar kazandım. sadece varlığıyla bile daha beni bu kadar etkileyen birine; kendimi anlatmam gerek. ama görmüyor, duymuyor.

ben karşılık beklentisinin insan doğasından olduğunu düşünen biriyim. birisi için iyi bir şey yapıyorsam mutlu olduğunu görmek isterim. kızdıracak bir şeyse yaptığım, sinirlenecek. eğer bu karşılık görmekse evet karşılık bekliyorum. reaksiyon görmek istiyorum. o kadar basit ki. etki-tepki. en basit iletişim. bunu göremeyince hevesim kırılıyor belki de.

aşk konusunda gururunu bastırabilen biriyim. ama içten içe o kadar kızıyorum ki, bunu mavi'ye belli etmemek adına içim içimi yiyor. bunu konuşmayı denedin mi? seslerini duyar gibiyim. evet denedim. problemin asıl sorununu da bu oluşturuyor.

bu satırlara başlamadan önce "özledim" temalı bir video çoktan onun bildirimleri arasında yer aldı. güneş doğsun öncelikle, belki ifade etmişizdir kendimizi. *

safe haven

2013 ABD yapımı romantik-dram ve aynı zamanda gizem türünde bir sinema filmi. the notebook romanının da yazarı olan nicholas sparks'ın bir başka romanından uyarlama.

filmin başrollerinde josh duhamel, julianne hough, david lyons, cobie smulders bulunmakta.

http://www.imdb.com/title/tt1702439/

combichrist

dmc: devil may cry oyununun soundtrackini de yapmışlardır.

cm101mmxi fundamentals

2 saat boyunca aralıksız gülmenin; vücudunuzda yarattığı etkileri (karın ve baş ağrısı, yanak kaslarında laçkalaşma vs.), salondan çıktığınızda görebileceğiniz cem yılmaz'ın film/stand-up gösterisi. belirtmek lazım "film" kısmı sadece sinemada izlenildiği içindir.

görülmüştür ki; cem yılmaz bu ülkenin en iyi komedyenidir ve üzülerek söylemek lazım; başka birinin cem'in yerini alması imkansızdır.

şimdi bu gösterinin sinemada yayınlanması dolayısıyla haliyle bir "gişe" beklentisi de oluştu. çok büyük ihtimalle; gişede hem rekorlar kırıp, hem de çok büyük hasılat elde edilecektir. şimdi işin trajik boyutuna gelirsek; bu "filmin" türkiye sınırları içinde en çok izlenen "türk yapımı" olduğunu iki dakika düşünelim. (olabilme ihtimali de çok yüksektir ayrıca) türk yapımı en çok izlenen film; bir stand-up gösterisi olmuş olacaktır. ironinin naifliğine bakar mısınız? yani türk sinemasının vah haline mi dersiniz, yönetmenlerin/ yapımcıların beceriksizliğinden mi dert yanarsınız bilemem.

sonuç olarak; 2 saat seyir zevkinin doruklarda gezdiği, 10 saniye bile dinlenmenize imkan vermeyen bir film/ stand-up. gidin, izleyin, izlettirin.

yazarların weavesilk com çalışmaları

ilk bakışta bir şeye benzemiyor gibi olabilir ancak manası derin.
http://new.weavesilk.com/?i6gq

beymen deki 575 liralık tişört

bu t-shirt'in 575 liralık fiyatının 25 lirası ürüne ait, 550 lirası "marka"ya aittir. markalaşma markalaşma diye yıllardır türkiye için bahsettiğimiz eksiklik budur.

cunda adası

kundaklamadan şüphelendiğim bir yangına maruz kalmış olan güzeller güzeli doğa harikasıdır. kundaklanmadan şüphelenme sebebim; bu tarz doğal güzelliği olan yerlerde ağaçlı alanlar bazı kişiler tarafından kundaklanıp, oralardan rant sağlamak amacıyla hotel inşaatına başlanmasıdır. * * *

eurovision 2012 tahminleri

ilk 5 "italya, Türkiye, Azerbaycan, isveç ve Güney Kıbrıs" olması gönlümden geçiyor. ancak birincilik adayım ise italya adına yarışan Nina Zilli.

tek kurşunla yapilabilecekler

(bkz: rus ruleti)

man on a ledge

başrollerinde Sam Worthington, elizabeth banks, ed harris'in olduğu 2012 yapımı suç ve gerilim filmidir.

bunu da ilk defa sizin kanalınızda açıklıyorum

(bkz: eto o bitmiş) en güzel örneğidir.

en iyi film müzikleri

(bkz: once) filmi bu konuda 1 numaralı filmdir.

http://www.youtube.com/wa...Etp3Y&feature=related

hakan şükür ün tbmm ye katkıları

T.B.M.M'nin kafa toplarındaki hakimiyetini arttırmıştır.

doğum gününde yalnız kalmak

yine o gecelerden bir tanesi daha. bu kendisiyle yüzleşmekten korktuğu yirmi üçüncü gece. yine ağlak bir gökyüzü, karanlığın gücüne güç katan kasvetli bir hava...çok azını seçebildiği solgun yıldızlar var. onlar da yorgunlar. dilek tutmasına bile fırsat vermiyorlar. böyle bir gecede hayal kurmak bile zor. sadece gerçekler görünür halde. o kadar sessiz ki bu yirmi üçüncü gece; yağmurlar bile usulca düşüyorlar yere. sessizliği bozmamaya yemin etmiş her şey.

yine o gecelerden bir tanesi daha. yirmi üç gecenin, sadece üçüne tanık olan bir ev var. duvarları sigara dumanından grileşmiş. her köşesinde farklı yaşanmışlıkları var. saldırıyorlar hepsi dört bir koldan. alabildiğine de acımasızlar. hangi birine baksa, en kötüyü hatırlatıyor; hangi birinden kaçsa, öteki hapsediyor; hangi birine teslim olsa, onlar vazgeçmiyor vurmaktan. kapıyı görüyor, çıkış yolu zannediyor, o da suratına kapanıyor. sıkışmışlığın, esaretin kalesi burası. çaresizliğin, teslimiyetçiliğin merkezi burası; bu ev...

yine o gecelerden bir tanesi daha. yanında olmayan insanlar görüyor. aynı yolda yürüdüğü ama yanında olmayan... maskelerinden simalarını tanıyamıyor. kalplerini görebiliyor sadece. kin, öfke ve kıskançlık bağlamış kalplerini. yüzleri gülüyor ama...sahte duygularını, saklıyorlar maskelerin arkasında.o da biliyor. gülüp geçiyor. sonrasını umursamıyor. sahte insanlarla, gerçek hayallerini paylaşıyor...

yine o gecelerden bir tanesi daha. yirmi üçüncü gecesinde yalnız bir çocuk var evinde. en zayıfında güçlü gözükmeye çalışan. sille dolu kül tablasıyla, damarlarında biraz alkolüyle, yıpranmış bedeniyle, saf duygularıyla, sil baştan yazdığı hayalleriyle... bir çocuk var gözü nemli. bir çocuk var yirmi dördüncü gecesinin diğerlerinden farklı olacağı ümidiyle yaşayan. avazı çıktığı kadar söylüyor şarkısını bu gece de. boğazını yırtarcasına, nefesinin sonuna kadar. amacı hem gecenin suskunluğunu bozmak, hem de sesini duyurabilmek kendisini anlayabilecek benzer gönüllere. ve her şeye rağmen bir çocuk var "yirmi iki sene önce bu gece doğan".

sözlük yazarlarının itirafları

artık 24 sene önce bugün dünyaya gelmem dışında bir önemi yok bu günün aslında. yok o "özel günleri umursamayan" tiplerden değilim. hiçbir zaman da öyle birisi olmadım. önemli günlerdir doğum günleri bilirim. kaldı ki benim doğum günüm; benim için 365 günün en önemli günüdür.

şimdi siz diyeceksiniz ki neden önemi yok bugün o zaman? işte ben de o noktayı sorguluyorum bugün. bildiğim şey ise; özel günlerin, yanında birisi varsa anlam kazanabildiğidir. şu dakikalarda etrafıma bakıyorum. duvarlar var. sadece duvarlar... üzerime üzerime gelen duvarlar. bunlar "yalnızlığımı yüzüme vuran duvarlar".

bildiğim bir şey daha var aslında. sahte yüzler görüyorum etrafımda. ışığı görüp de toplanan böcekler görüyorum etrafımda. gülüyorlar... mutlular. bana değer verirmişcesine yüzüme tebessüm ediyorlar. oysa ki ben görebiliyorum maskelerinin arkasındaki gözlerini onların. içinde kin var, kıskançlık var, nefret var. gülüp geçiyorum ben ise onlara. sonrasını düşünmüyorum.

24 senedir arkama hiç bakmadım. bugün yine değişmeyecek bu. yanımda olmayanlarla birlikte her zaman ki gibi aynı yolda yürümeye devam edeceğim. inanıyorum ki bir gün yollar ayrılır.

bugün benim için her günden farklı bir gün. bugün benim doğum günüm. bir şişeye koydum ümitlerimi; saldım yine okyanusun ortasına. elbet ulaşır beni anlayabilecek olanların gönüllerinin kıyısına. şarkımı söylemeye devam ediyorum bugün de. duyan olur elbet dünyanın bir ucunda. "doğum günüm kutlu olsun".

sözlük yazarlarından şiirler

ne değişti ki?
kar yağdığı için mi adı "kış" bu mevsimin?
gökyüzünde belirdiği için mi ay; gecedir yaşadığımız?
bir kaç damla alkol karıştığı için mi damarlarıma sarhoşum?
sensiz yapamadığım için midir bu bendeki hüznün adı "aşk"?
hayır...
sensizlikti; bu iliklerimi dondurup, mevsimimi kış yapan.
sensizlikti; güneşimi batırıp, zifiri karanlığa mahkum eden beni.
sensizlikti; yalpalamama neden olan.
sensizlikti "aşk".

ne değişti ki?
kaç kişinin kalbine dokunduğunda yandı elin?
kaç kişide üşüdü hislerin?
sende sevda denizlerinde boğulmadın mı?
düşürmediler mi gölge en güzel sevinçlerine?
pervasızca sürüklenmedin mi onca yelde?

ne değişti ki?
utanmadın mı yüzünün çizgilerinden ayna karşısında?
kızarmıyor mu artık baktığında çehren?
pencerende beklemedin mi giden onca kişinin ardından?
"cehennemin dibine" yolladıkların döndüler mi geri?
peki ya sen gidebildin mi peşlerinden?

çok şey değişmedi aslında.
akrep yelkovanla yol aldı hallice.
ocaktan aralığa iki-üç sefer değişti takvimlerin yaprağı,
iki-üç sefer de gördüm aynı mevsimi farklı zamanlarda.
sen de değişmişsin biraz.
değilsin anılarımızdaki gibi.
itiraf etmeliyim ki galiba her şey değişmiş.
ama birinden eminim değişmeyen;
sadece sensizliğin tadıydı aynı kalan.

onsuz hayat

ne değişti ki?
kar yağdığı için mi adı "kış" bu mevsimin?
gökyüzünde belirdiği için mi ay; gecedir yaşadığımız?
bir kaç damla alkol karıştığı için mi damarlarıma sarhoşum?
sensiz yapamadığım için midir bu bendeki hüznün adı "aşk"?
hayır...
sensizlikti; bu iliklerimi dondurup, mevsimimi kış yapan.
sensizlikti; güneşimi batırıp, zifiri karanlığa mahkum eden beni.
sensizlikti; yalpalamama neden olan.
sensizlikti "aşk".

ne değişti ki?
kaç kişinin kalbine dokunduğunda yandı elin?
kaç kişide üşüdü hislerin?
sende sevda denizlerinde boğulmadın mı?
düşürmediler mi gölge en güzel sevinçlerine?
pervasızca sürüklenmedin mi onca yelde?

ne değişti ki?
utanmadın mı yüzünün çizgilerinden ayna karşısında?
kızarmıyor mu artık baktığında çehren?
pencerende beklemedin mi giden onca kişinin ardından?
"cehennemin dibine" yolladıkların döndüler mi geri?
peki ya sen gidebildin mi peşlerinden?

çok şey değişmedi aslında.
akrep yelkovanla yol aldı hallice.
ocaktan aralığa iki-üç sefer değişti takvimlerin yaprağı,
iki-üç sefer de gördüm aynı mevsimi farklı zamanlarda.
sen de değişmişsin biraz.
değilsin anılarımızdaki gibi.
itiraf etmeliyim ki galiba her şey değişmiş.
ama birinden eminim değişmeyen;
sadece sensizliğin tadıydı aynı kalan.

before sunrise vs before sunset

sunrise viyana'da geçerken; sunset paris'te geçer. iki filmin tadı da çok farklı ve güzeldir.