bugün

entry'ler (80)

tanrı nın varlığından kuşkulanmaya başlayan ateist

ateist tanrıyı reddedendir, dolayısıyla varlığından şüphe eden kişi; vicdanlı ya da vizdansız farketmez ateist olamaz ayrıca ateistlerin bir gün inançlı olabileceğine dair farazilerinizden vazgeçiniz.

yeni başlayanlar için uzak mesafe ilişkisi

ihtiyacın olduğu anda yanında olamıyorsan, birlikte paylaşımlar ve yaşanmışlıklar biriktiremiyorsan bunun adı ilişki olmuyor, gözden ırak gönülden ırak bütün direnmelere rağmen anlamını buluyor.

hacettepe üniversitesi bahar şenlikleri 2012

ezginin günlüğü dışında dinlenilebilecek bir programa sahip olmayan şenlik.

(bkz: bir odtü şenliği kadar olamamak)

miharbi

sakatlar hakkındaki düşünceleriyle moron olduğunu kanıtlamış olan yazarcık. engelli ve oldukça entellektüel bir arkadaşa sahibim ve onla gezmekten, görüşmekten çok zevk alırım. senin gibi dışı sağlam ancak zeka özürlü biriyle gezmektense engelli biriyle gezmek sanırım çevrendeki herkesin yeğ tutacağı bir durumdur.

vicdani ret haftası

vicdani ret birilerinin söylediği gibi insanlık suçu değil aksine insani bir haktır zira ahlaki ve dinsel inançlar doğrultusunda eline silah almayı reddeden toplulukların insan öldürmeye karşı çıkmalarıyla beraber doğmuştur. bir çok ülkede yasal bir haktır ve yaygara koparıldığı gibi bunu kabul eden ülkelerin hiç birinde kıyamet kopmamıştır nitekim askere gitmek istemeyenler kadar gitmek için can atanlar da oldukça fazladır. insanların düşüncelerine ve insan öldürmeye karşı olmalarına saygı duymak gerekir.

vicdani ret haftası

barış için sözü olan herkese...

15 Mayıs Platformu, 12-20 Mayıs tarihleri arasında 9 günlük bir toplantılar dizisi düzenliyor. Dokuz gün boyunca savaşın çocuklara etkisi, islamî açıdan vicdani ret, vicdani reddin hukuki boyutu, TCK 318, esir politikaları, şüpheli asker ölümleri, militarist eğitim sistemi, kadınlar açısından vicdani ret ve savaş, militarizm ve güvenlik politikaları tartışılacak.
Vicdani ret haftasının programı şöyle:

12 Mayıs 2012 13:00

TOPLU BROŞÜR DAĞITIMI
GALATASARAY LiSESi ÖNÜ

12 Mayıs 2012 15:00

PANEL: SAVAŞ VE ÇOCUK
TMMOB Makine Müh. Odası istanbul Şubesi
Beyoğlu

Film gösterimi: Ölüm Kervanı
(18 dakika) Yön: Arşad Narçin

Konuşmacılar:
Nazan Üstündağ (Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Ercan Aktaş (Barış için Vicdani Ret Platformu)
Serdar Değirmencioğlu (Çocuklar için Adalet Takipçileri)

TÜM HAFTA
SERGi: FOTOĞRAFLARLA 15 MAYIS
KAFE 26A, istiklal Caddesi Tel Sok. No: 26/A Beyoğlu

14 Mayıs 2012 19:00

PANEL: iSLAMi AÇIDAN ViCDANi RET
Mazlumder istanbul Şubesi, Fatih
Sema Erdoğan Başaran (Özgür Açılım)
Nebiye Arı (vicdani retçi)
Enver Aydemir (vicdani retçi)
Muhammed Serdar Delice (vicdani retçi)

15 Mayıs 2012 19:00

SÖYLEŞi: ESiR POLiTiKALARI
KAFE26A, istiklal Caddesi Tel Sok. No: 26/A Beyoğlu
ibrahim Yaylalı (1995 yılında esir düşen, 18 ay sonra serbest kalan askerlerden biri)

16 Mayıs 2012 18:00

PANEL: HUKUK VE ViCDANi RET
istanbul Barosu Orhan Adli Apaydın Konferans Salonu, Beyoğlu
Av. Davut Erkan (Barış için Vicdani Ret Platformu)
Serkan Köybaşı (Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi)
Oğuz Sönmez (Barış için Vicdani Ret Platformu)
Av. Güray Dağ (Çağdaş Hukukçular Derneği)

17 Mayıs 2012 19:00

PANEL: ŞÜPHELi ASKER ÖLÜMLERi
TMMOB Makine Müh. Odası istanbul Şubesi, Beyoğlu

19 Mayıs 2012 13:00

SÖYLEŞi: NE OKULA NE KIŞLAYA
KAFE 26A, Vicdani retçi liseliler savaş ve militarizm görüntülerinden oluşan bir kolaj izledikten sonra okullardaki militarizm üzerine konuşacak

19 Mayıs 2012 18:00

PANEL: KADINLAR SAVAŞIN NERESiNDE
TMMOB Makine Müh. Odası istanbul Şubesi, Beyoğlu
Ayşe Gül Altınay (Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Remziye Suver (Vicdani Retçi inan Suver'in eşi)
Dilek Taş Delice (Vicdani Retçi Muhammed S. Delice'nin eşi)
Canan Soylu (Vicdani Retçi Kadınlar)
Barış Annesi

20 Mayıs 2012 13:00

Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi / TÜNEL
SERGi: FOTOĞRAFLARLA 15 MAYIS

PANDOMiM
ilker Kılıçer

20 Mayıs 2012 13:00

BARIŞ iÇiN SÖZÜMÜZ VAR
Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi / TÜNEL
Kışlada öldürülen erler Uğur Kantar, Eren Özel ve Sevag Balıkçı’nın aileleri,
Roboski’den Garipe Ürek,
Sivil ölüm yaşayan vicdani retçi Necip Fazıl Kocaoğlu,
Liseli retçi Abdülmelik Yalçın

20 Mayıs 2012 14:00

PANEL: MiLiTARiZME "GÜVEN" OLMAZ
Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi / TÜNEL
Sabahat Tuncel (BDP istanbul Mv.)
Foti Benlisoy (Yazar)
Hale Akay (Bilgi Üniv. Öğretim Görevlisi)

20 Mayıs 2012 17:00

ViCDANi RETÇiLER YÜRÜYÜŞÜ
TÜNEL'den TAKSiM'e

20 Mayıs 2012 18:00

TOPLU RET AÇIKLAMALARI
TAKSiM

"Ne mutlu kardeşim diyene" diyoruz ve halaylarımızla, horonlarımızla, her dilden ezgilerimizle retlerimizi açıklıyoruz.
Sizi de bekliyoruz.
Reddet, diren, hayır de! Askere gitme, kardeş kanı dökme!

okeyde herkesin ıstakalarını devirerek el açan tip

herkes konsantre olmuşken yapıldığında çok zevk veren bir eylemdir.

türk solunu ateist sanmak

ecevit'i türk solu sanmaktan kaynaklı yanlış bir açıklamadır.

deniz gezmiş neyi devirecekti sorunsalı

silah kullanmadığını söylemek yanlış olur, Deniz Gezmiş THKO militanı idi, olması gerektiği gibi dağda da silahlı mücadelesine devam etmiştir zira silahlı olmayan bir devrim mücadelesi hayal olur. amacı daha güzel, daha yaşanılası bir dünya sistemi idi ancak komünizmin eşitliğini, adaletini vs savunduğu bütün doğruları bu uğurda yapılan mücadeleden ayrı tutmak mantıklı bir yaklaşım değildir. iktidar hiç bir zaman size eliyle yönetimi devretmez, onlar için işçi, köylü ezildikçe ezilmesi mübah sayılan sınıftır. deniz, yusuf, hüseyin onların amacı halka doğrultmak olamazdı o silahı, halkın kurtuluşu için iktidarı elinde bulunduran erke karşı idi.

deniz gezmiş

Zamanın gündüze çaldığı bir şafak, ilkbaharı sonbahara cevirdi 6 Mayıs ...
Dünya'nın dönüşüyle ölüme aktı zaman ...
Güneş süsü verilmiş cellat bembeyaz karanlığa alıp götürdü canları ...
Ve üç Deniz, üç Yusuf, üç Hüseyin, üç yürek, üç can SONSUZ ...
Yürüdüler dar ağacına korkusuz ...
Adımları hapsedilsede yargısız asılır mı bu üç yürek, asılır mı bu üç heval sorgusuz ...
Denizler'in, Yusuflar'ın, Hüseyinler'in türküsüdür bu ...
Dalgalar, meydanlar ve dağlar söyler bu türküyü ...
Baldırandır yüreğimizdeki ey yoldaş... Gölgesiz ve kefensiz gidenlerin türküsüdür bu ...
Ağıtsız, ağlamaklı, halaylı, türkülü uğurlarız gidenlerimizi ...
Şimdi ... şimdi savurup bütün hüzünleri köhne bir zamana ...
Meydan okumak zahir aynalara ... ilkbaharda kanayan bir yaprak misali ...
Savrulmak özgürlüğe esen rüzgarla ...
Bir şarkı , bir şiir , bir ıslık ve bir rüzgar selamıyla gidenlerin ...
Denizler'in, Yusuflar'ın, Hüseyinler'in türküsüdür bu ...

arkeolog

Arkeologsanız, yere düşen peyniri yıkamaya bile gerek duymazsınız; yer topraktır, toprak şiirdir, şiir tarihtir, tarih burada olma sebebimizdir.. Arkeologsanız, mermer aslında bir tanrıçadır, gözlerine baktığınızda ne zaman ve kimin yardımıyla doğduğunu söyler. Arkeologsanız bir sürü kitap içinde boğulursunuz, aslında boğulan kitaptır, o anlatırken siz yaşarsınız. Arkeologsanız akşam şişmiş ayaklarınızla bulduğunuz, dokunduğunuz ilk yere uzanırken uyuyakalırsınız. Arkeologsanız rüyanızda bile arkeologsunuzdur...

bir gün boyunca mesaja cevap vermeyen sevgili

arada nefes almak için bir çok kişinin yapabilmesi muhtemel durumdur. insanlar sevgilisini mülkü gibi görmekten vazgeçip, her iki tarafında kendine ait farklı özel hayatları olduğunu kavrayıp bütün günü dipdibe geçirmekten vazgeçmelidir diye düşünmekteyim.

küçük arı

ulustlararası bestseller arasında yer alan chris cleave'in romanı. afrikalı mülteci bir kızın başına gelen olayları anlatırken hem siyahların yaşadığı sıkıntıları hem de kapitalist ülkelerin maden için yerli halklara yaptığı zulmü aba altından sopa göstererek anlatan okunmasını tavsiye ettiğim kitaptır. kitap kapağında yazdığı gibi; okuduktan sonra unutmanız hiçte kolay olmayacak...

tiyatro

yunanca theatron kelimesinden gelmektedir. sembolü olan gülen ve ağlayan yüz ise antik çağın en büyük iki melankolik isminden gelmektedir. herakleitos; ağlayan melankolik, domokritos; gülen melankolik. bu iki isim sayesinde trajedi ve komedi olarak ayrılmıştır ilk başta. aslında tiyatro yaman bir çelişki olarak komediyi içinde bulundururken bunu dönemin en büyük melankoliğinden alarak farklı duyguların birlikteliğinin en güzel örneğidir kanımca.

beni seviyor musun diyen bakire olmayan sevgili

insanın kişiliğine, karakterine değil de kendince namus saydığı bir zara bakarak kadını moronca değerlendirme şekli. erkekler onlarca kadınla birlikte oldukları halde iş kadına gelince adı fahişe oluyor, kenara atılabiliyor. bunu nasıl sakat bir mantıktır anlamam mümkün değil.

volkan

yanardağ olarak bilinse de ismin kökeni eskiye dayanmaktadır. metalin ilk keşfedildiği zamanlarda ilkel maden ocakları açan insanlar taş halindeki cevheri kayadan koparabilmek için sürekli olarak ısıya maruz tutmak zorundadırlar( ısındıktan sonra soğuk su dökülerek taşın çatlamasını sağlıyorlar). uzaktan bakınca ise sürekli ateş yanan bu maden ocağı yanardağı anımsatmaktadır. ama o yanardağ görünümlü maden ocağına volkan demelerinin sebebi antik roma'da ki demir tanrısının isminin volkan olmasından kaynaklıdır.

meral okay

Meral için...

Yazmam böyle şeyleri. Özel meseleler bunlar. Ama sanırım bu kez kayda geçmeli. Niye? Anlatacağım.
Sabah sekizdi galiba, belki daha erken. Uyuyorum. Telefon çalıyor, telefonda bir kadın hüngür hüngür ağlıyor:
"Yazını okuyorum şimdi onun mezarı başında. Bugün Yaman'ın ölüm yıldönümü."
Susuyorum.
Ağlarken şaşkınlığıma gülüyor:
"Meral Okay ben."

Yıl 2002'ydi. Irak'a savaş açacaklardı, Meclis'te harıl harıl fezleke çalışması. Mehmet Ali Alabora ile birlikte Savaş Karşıtları sözcüsü yaptılar ikimizi. Kafası kesik tavuk gibi koşturuyoruz, bir Ege Üniversitesi'ndeyiz, bir ODTÜ'de, hatta bir gece Ankara'da Roman mahallerinde davulcu zurnacı örgütlemekte. Geceleri sokaklarda binlerce insan beraber zıpladığımızı hatırlıyorum şimdi:

"Öldürmiycez ölmiycez! Kimsenin askeri olmıycaz!" Arjantin'den dönmüşüm. Kafam bir gönül meselesine bozuk, fena bozuk. O sebeple zaar, Arjantin eylemleri ile Irak işgali arasında, o hengamede yani, bir aşk yazısı yazmışım demek. Hatırlamıyorum şimdi hangi yazı. Bilmem numaramı nasıl buldu, telefonda Meral Okay o yazıya ağlıyor sarsılarak. Ben böyle tanıştım Meral'le. Aşk, o zaman, Yaman'a bir zamanlar yazdığı mektubunda söylediği gibi, "Her şeyin üzerinden atlayabiliyordu". Aşk yüksek atlayabildiği için belki, savaş Türkiye'yi geçip uzun atlayabiliyordu...

Aynı yıl. Sezen konserler veriyor. Ermenice, Yunanca ve Kürtçe şarkılar söylüyor, çocuklarla beraber sahnede. Yer yerinden oynuyor. Paşalar çıldırmış, vatandaş (!) ayakta. izmir'de konser verilmiş, istanbul'da verilecek. Fakat Sezen tedirgin. Bir yazı yazıyorum o zaman. Yazıyı sevmiş, Meral'den almış numaramı, Sezen arıyor bu sefer. Konsere davet ediyor. O günlerde de ne varsa, tansiyonum inip çıkıyor. Konser muhteşem. Meral kulise götürürken beni "Meral ben iyi değilim, tansiyonum yükseliyor galiba" dememle küüt! Kulisten içeri yuvarlanıyorum. Gözümü açtığımda sağ kolumda Sezen tansiyonumu ölçüyor, sol yanımda Cemil ipekçi nabzımı alıyor. Ayakucumda Mehmet Ali Birand, Zeynep Oral ve Güler Sabancı! Bir ölümlü bu ebatta bir absürdlüklükle sınanmamalı.

Ertesi sabah yine çok erken bir saatte -erken aramak bu ekibin huyu, böylece anlıyorum bunu- telefonda tanıdık bir ses:
"Bak ben sordum, keçiboynuzu yiyecekmişsin tansiyon için. Göndereyim mi keçiboynuzu!"
Duraklayınca ben:
"Sezen ben, Sezen!"
Çok güldüydük o telefonda ve sonra Meral'le. "Bana bunu yapmayın" dedim, "Gözümü açıyorum Sezen tansiyon alıyor, gözümü kapıyorum bir sabah sen arayıp ağlıyorsun! Sarsmayın beni arkadaş!"

Meral'in bütün gövdesini sarsan bir gülüşü vardı, dipten gelen. Yüzünün tamamıyla gülerdi...

O günler iyi günlermiş. Şimdi bakınca... Sonra Türkiye'ye ağır ağır bir şey olmaya başladı. Sinsi bir tür nefret başını çıkardı bütün duyguların arasından. Alaycılık bütün üslupların arasında belirginleşmeye başladı. "Başka şeyler söylemek lazım" diyenleri askerler değil, hayaletler kovalamaya başladı. Bizans entelejansiyası bir kalyon gibi gıcırdayarak yön değiştiriyordu. Meral, Yaman'ı anlattığı mektubunda söylemiş: "Herkes kendi bacağından asılan koyunlar tarifinde"! Sanki o gün yağan yağmurlar -bugünden bakınca bir kez daha- bu çamurları getirdi. Bu dönemi sonra anlayacağız. Şimdi anlamaya çalışanların başına iş geliyor, malum.

Yıl 2005. Beyoğlu'nda bir kahvede kırık Türkçeli bir adam yaklaştı. Gömlekli, kumaş pantolonlu ve gayetten özgüvenli. Beyefendinin sadece bir yıl sonra beni "Beynelminel" adlı filminde gazeteci rolüne çıkaracağını kim bilebilirdi? Sırrı, o filmde beni "artiz" yapıp, Meral'i de konsomatris rolüne çıkararak bir dönemi anlattı. Şimdi bakıyorum Meral'in yarım yamalak yazılmış biyografisine. Aceleyle hazırlandığı öyle belli ki. "12 Eylül döneminde yaşadıklarını Beynelminel filmine yansıttı" diyor biyografiler, kesip kesip yapıştırmış bütün siteler. TiP'in işyeri temsilciliğini yapmış, sonuna kadar her röportajında muhalif olduğunu hissettirmiş bir kadının, aşkını ve isyanını memleketiyle birlikte yaşadığı on yıllar öyle bir cümle ile... Neyse.

Sonra davalar başladı. Sonra Türkiye biraz daha değişti. Taşları bağladılar azizim, taşları sıkı sıkı bağladılar. O yüzden Meral ciğerinin derdine düşmüşken, o güzelim kadını, tehditler yüzünden ev taşımak zorunda bıraktılar. Muhteşem Yüzyıl'da Kanuni, Hürrem'i öptü diye ve bilmem hangi kutsallar zedelendi diye, kanser tedavisi sırasında Meral'i polis korumasına mahkum ettiler. Sübhaneke, dinimiz, amin. Taşları bağladılar azizim, geri kalan herkesi susturdular. Sadece ezberlettikleri şarkıları söyleyebilenleri ekranlara oturttular. Öpüşmeden aşık olanlar, kavga etmeden yenenler, cin olmadan adam çarpanlar ülkenin yeni kurallarını koydular.

"Bana bak! Söz ver bana. Konuşacaksın. Susmayacaksın"
dedi Meral. Şubat ayında, o delirmiş gibi kar yağan günlerden birinde, yine bir sabah telefonunda:
"Derhal buraya geliyorsun!"
"Kayda Geçsin" çıkmış, malum saldırılar başlamış. işsiz kaldığımda da aramış, ama Meral o günlerde kesinlikle daha yakın temas gerektiğine karar vermiş.
Eve girdim, elinde televizyon kumandası, ekranda iki soytarı "Türkiye'de demokrasi ne güzel! Ah ne güzel!" makamından analiz manaliz bir şey yapıyorlar. Meral küfrediyor:
"Kardeşim sen kendini daha beter mi hasta edeceksin!" dedim.
"Yok yok" dedi, "Bana iyi geliyor. Küfrediyorum bol bol."
"Anlat bakayım, ne oluyor?" dedi. Anlattım. "Delirtecekler beni Meral" dedim, o zaman işte "Bak ben kibarlıktan kanser oldum. Sus sus sus... Sonra böyle oldum. Bana bak! Söz ver bana..." Sonra 12 Eylül'ü anlattı. Biraz Yaman'ı. Ölüm tehditlerini anlattı. Cüppeli cüppesiz tehditleri... "Bir şey oldu bu memlekete. Kimse kimseyi sevmez oldu" dedi.

Sonra Meral gitti...

insanın en çok asaletini hırpalıyor memleketim. Ne ümidini, ne inadını ama en çok yasının asaletini... Eti parça parça koparan alıcı kuşlar gibi. Yaşarken onu kanser edenler, daha son nefesini verir vermez yağlı yağlı sırıtmaya başladılar internet sitelerinden. Bir araba irin. Ayıptı eskiden böyle şeyler. Ama Meral'in dediği gibi, "Bir şey oldu memlekete."

Onu ilk tanıdığım günlerde yüzbin insan yürüyorduk Ankara'da. "Savaşa hayır!" diyorduk. Gazetelerde harıl harıl savaşa karşı yazıyordu yazarlar. Yazmayanı çok ayıplıyorduk. Şimdi bakıyorum, ayıplayacak pek insan bırakmadılar. Şimdi bakıyorum da Meral'in kanseri, ayıplanacaklar karşısında kibarlık gösterip susmaktan olan kanseri yani, bu memleketle ilgiliydi. Meral'i uğurladığımız gün Suriye ile savaşın çıkmasından yakın bir ihtimal olarak bahsedildiği bir gün. Kimse yürümüyor sokaklarda. Yürüyenler ekseriyetle voltada. Sonra "Aşk niye yok?" diye sorarsanız diye Meral söylemişti mektubunda:

"Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.

Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.

Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara."

Yazmam böyle şeyleri, özel meseleler bunlar. Ama bu kanserin bu memleketle ilgisi var. Bu aşkın olduğu kadar...

Kederim sana nur olsun Meral.

Ece Temelkuran

kimlikteki resimlerin en kötü resimler olması

fotoğraftır o fotoğraf.

rastak ensemble

etnik müzik yapan ve soranice, kurmanci, farsça, arapça, azerice, ermenice dillerinde söyleyen enternasyonal kimliğe sahip müzik insanları. en güzel parçaları kanımca sowzaleh' tir. vurmalı çalgılar ağırlıklı muhteşem müzikleri vardır.

yemek yapan dikiş diken temizlik yapan erkek

kendi işini kendi gören, kadına hizmetçi muamelesi yapmayan takdir ettiğim erkektir. aslında olması gerekendir ancak böyle feodal bağları kuvvetli ataerkil bir toplumda az bulunan bu yüzden değerli olandır.