bugün

uyarı : fena halde propaganda (!), provokasyon (!), iftira (!), yalan (!) içerik ihtiva eden bir fethullah gulen iyi guler entrysidir.

1919 yılında mustafa kemal ataturk'un samsun'a ayak basmasıyla başlangıcını yaptığı milli mücadele emperyalizme karşı çelik bir yumruk gibi inmiş, sömürgeci devletler açısından adeta tsunami etkisi yaratmıştır.

kahraman ve vatanperver türk halkı büyük azmi ve gayretiyle devrin en modern ordularına ve en büyük ekonomilerine sahip, ezilen halkların şerefsiz sömürücülerine karşı büyük bir istiklal harbi başlatmış, ardından işgalcileri topraklarından kovarak muhasır medeniyetler seviyesinde bir ülke kurmak için elinden gelen bütün gayreti ortaya koyarak büyük bir çaba sarf etmişti.

pek tabi daha sonrasında yapılan halk devrimi neticesinde toplum içinde ayrıcalıkları bulunan zümrelerin bütün çıkar ve menfaatlerinin cumhuriyet hükümeti tarafından halk yararına kullanılıp eski ve geri kalmış bütün kurumların tasfiye edilmesiyle birlikte, beklendiği üzere eski düzenin geri zihniyetlerinin birçoğu homurdanmaya, huysuzlanmaya başlamıştı.

yeni devlet mekanizması büyük bir adamın liderliğinde bir çok yenilik yapmış ülkeyi son sürat modernize etmeye başlamıştı.

eskiyen ve işlemeyen devlet kurumlarını ve halkın maneviyatları üzerinde otorite kuran allahsızları tasfiye eden, bilim ve teknikten uzak eğitim kurumlarını kaldırıp yeniliyen, uluslar arası ekonomik ölçütlerden uzak Takvim, saat ve ölçülerde değişiklik yapan, Şapka ve Kıyafet inkılâbını yerleştiren yenilikçi bir fikir külliyatının eserleriydi bütün bunlar.

Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922)
Ankara'nın başkent olması (13 Ekim 1923)
Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923)
Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)
Çok partili rejim denemeleri (1924 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası)
Kadınların seçme ve seçilme hakkının tanınması (1930 belediye, 1933 muhtarlık, 1934 meclis)
Şapka ve Kıyafet inkılâbı (25 Kasım 1925)
Lâkap ve Unvanların Kaldırılması (26 Kasım 1934)
Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)
Laiklik (1928)
Takvim, saat ve ölçülerde değişiklik (26 Aralık 1925 - 26 Mart 1931)
Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması
Medreselerin kapatılması (1924)
Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)
Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun (1926)
Millet mekteplerinin açılması (1928)
Harf Devrimi (1 Kasım 1928)
Güzel sanatlarda yenilikler (1928)
Türk Tarih ve Dil Kurumlarının kurulması (12 Nisan 1931, 12 Temmuz 1932)
Dil Devrimi (1932)
Üniversite reformu (1933)
izmir iktisat Kongresi (1923)
Aşar vergisinin kaldırılması (17 Şubat 1925)
Çiftçinin özendirilmesi (1925)
Örnek çiftliklerin kurulması (1925)
Tarım Kredi Kooperatifleri'nin kurulması (1925)
Kabotaj Kanunu (1 Temmuz 1926)
Sanayi Teşvik Kanunu (28 Mayıs 1927)
Toprak Reformu (1929)
I. ve II. Kalkınma Planları (1933, 1937)
Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün kurulması (1933)
Ticaret ve Sanayi Odalarının kurulması (1935)
Teşkilât-ı Esasîye Kanunu (1921)
Anayasanın kabulü (1924)
Şer'iyye mahkemelerinin kapatılması (1924)
Mecellenin kaldırılması (1926)
Türk Kanunu Medenisi (1926)
Türk Ceza Kanunu (1926)

bütün bu devrim ve yeniliklerin hepsi kemalist ideolojinin eserleriydi. peki bütün bu yeniliklere neden ihtiyaç duyulmuştu?

Osmanlı Devleti içte ve dışta saygınlığını yitirmiş, vatandaşının sorunlarını çözmekten uzak hale gelmiş, ekonomisi bozulmuştu. Büyük devletler, Osmanlı Devleti'ne verdikleri borçların karşılığı olarak, üretilen malların çoğuna el koymaktaydılar.

Birbiri ardı sıra yapılan savaşlar ve ayaklanmalar halkı bezdirmiş, toplum düzeni bozulmuştu. Vergiler adaletsizdi. Kanun karşısında kimseye eşit davranılmıyor ve halk gittikçe daha da fakirleşiyordu.

Atatürk'e göre bu devrimlerin amacı; Türk Milletinin son asırlarda geri kalmasına neden olan bütün kurumları kaldırarak yerine milletin karakterine, şartlara ve çağın gereklerine uygun ve ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmak ve Türkiye'yi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkartmaktır.

tabikide beklendiği üzere karşı devrimciler isyanlar tertiplemiş (bkz: şeyh sait isyanı), suikastler yapılmaya kalkışılmış (bkz: izmir suikasti) ve bir nevi evrimleşme süreci sonrasında irtica tekrar gün yüzüne çıkmıştı. (bkz: menemen olayı)

türkiyede rejime karşı demokratik taleplerin tarihsel süreçte evrimleşerek irticai faaliyetlere dönüşmesine kim ortam hazırlamıştır işte irdelenmesi gereken mesele budur.

bütün bunların yanı sıra birde kemalist denen bir zümre vardır ki dadından yenmez. çökmüş osmanlı rejimine karşı muhalefetten doğup yeni bir devlet kurmuşlardır.

Türk toplumunda cumhuriyetin ilanıyla birlikte ortaya çıkmış kesimdir kemalistler. peki kimdir bunlar, amaçları nelerdir ?

başlangıcı milli mücadele yıllarına kadar uzanır bu zümrenin kökü. samimi ve tertemiz duygularla ulusal kurtuluş savası'nın kazanılmasında büyük rol oynamışlardır.

sonraki sürecte ilan edilen cumhuriyetin de temel ilkelerini can-ı gönülden kabul etmişlerdir. atatürk devrimlerinin en büyük savunucuları olmuşlardır. en baştada laikliği savunmuşlardır.

peki ama neden laiklik ??

cevabı aslında çok basit.

aydınlanmak için, ilerlemek için, bilimsellik için, gelişmek için, vicdani hürriyet, inanç özgürlüğü için...

peki bu devrimciler laikliğe neden bu kadar sahip çıkıyorlar?islamiyetle bilim bir arada yürümez mi ?

din kavramı ve kuralları ilahi bir kuvveti refere ettiği için kesindir. genelde değiştirilemez bu hususlarda tartışılması talep dahi edilemezdir.

bilim de ise bunun tam tersi gecerlidir. soru sorar, inceler ve kesinlik yoktur. dogru ancak yanlışlığı kanıtlanana kadar gecerlidir.

yavuz sultan selim'in sayesinde abbasilerden halifeliği devralan osmanlı toplumunda da bu tarihten itibaren dinin politika ve devlet işlerindeki etkisi günden güne arttı.

reklam filmlerine ilham kaynağı olan hezarfen ahmet çelebi'nin galata kulesi'nden üsküdar'a kadar uçtugunu, neticesinde padişah tarafından 1 kese altınla ödüllendirildiği hepimiz biliriz ama, hemen arkasından bu icadı geliştirmek için ugrasırken, dönemin seyhülislamının büyük etkisiyle sürgüne yollandıgını pek umursamayız...

ilk olarak uygurların hayata gecirdigi matbaanın yüzyıllar sonra almanya'da geliştirilip jean gutenberg tarafından ortaya çıkarıldıgını biliriz, ülkemize getiren ibrahim müteferrika'yı da duymuşuzdur ancak aradaki 200 yıllık farkı nedense (!) es geçiveririz. bunca zaman zarfında gavur icadı, şeytan işi olarak nitelendirilmesinde dönemin seyhülislamlarının sıg düşüncelerini (kuran-ı kerim'in gavur icadı bu aletlerle basılıp, yayınlanmasının büyük günah olması, okur-yazar zümresinin artarak; dinin gerçek emirlerinin, yasaklarının öğrenilmesinin getireceği prestij kaybı vs.) tartışmayız.

ya da

timurun torunun oğlu olan semerkant kentinin hükümdarlarından uluğ bey'in 1424-1429 yıllarında kurdurduğu semerkant rasathanesinin 1449 da dinci fanatikler tarafından yıkılıp tamamen yok edilene kadar dünyanın en iyi gözlem yapan rasathane olduğunu görmezden geliriz...

hepimizin tarih kitaplarında jön türkler adıyla gördüğümüz kişiler, eğitim amacıyla gittikleri yurtdışından ve özellikle o sıralarda dünyadaki en önemli süper güç olan, demokratik sistemi bir asırı aşkın süredir meşruti monarşi olarak uygulayan fransa'dan ve diğer avrupa ülkelerindeki fikir hareketlerinden oldukça etkilendiler.

doğal olarak yurda dönüşlerinde bu fikirlerini paylaştılar ve osmanlının tekrardan büyük ve saygıdeğer milletler arasında yerini alabilmesi için osmanlı'nın da bu sistemleri benimsemesi gerektiğini sesli düşünmeye başladılar.

ancak bu tartışmalar hep istanbul cevresinde sınırlı kaldı. tarım ve hayvancılıkla ugrasan, eğitimsiz anadolu nüfusu; avrupalı çağdaşları sanayi devrimini gerçekleştirmişken, tüm bu olanları sadece ve sadece izlemekle yetiniyordu. tekrardan saygın bir millet olmak ülküsüne ulaşabilmek için osmanlı toplumunun büyük bir kısmında zerre çaba yoktu.

daha sonra balkan savaşlarıyla türk milliyetçiliği patlaması, yükselişi olmuş, ancak turancılık ve yeniden büyük osmanlı hayali 1.dünya savaşı süresince emperyal düzenin ağababaları tarafından dövüle dövüle, tokatlana tokatlana yavaş yavaş yıpratılarak sindirilmişti.

işgal altına alınarak, direnişi organize edebilecek tüm merkezileri ele geçirilmiş olan türk milleti mustafa kemal adında çanakkale, kafkasya ve suriye cephelerinde önemli başarılar elde etmiş, halk tarafından tanınan sarı saçlı mavi gözlü bu büyük lider komutası altında tekrar dirilmişti.

diyarbekirin kürt aşiretlerinden dersimin zaza aşiretlerine kadar ankaranın hacı bayram veli tekkesinden, konya mevlana tekkesindene oradan hacı bektaş dergahına kadar, halkın çoğunluğunun milli değerlerine uzak kalmış bütün topluluklarında tek çatı altında birleşip milli mücadeleyi başlatması sonucu emperyalizm resmen osmanlı tokadı yiyordu.

işte ne olduysa bundan sonra oldu, saltanatı kaldırarak başagelen idare, kısa bir süre sonra hilafeti de kaldırdı.

bu sırada devrim kendi ilkelerini halka uygulamaya başladı. yeni ekonomik tekniklerle zenginleşen kemalist burjuvanın halka zorla dayattığı ve kabullenmesini istediği bazı ilkeler vardı.

peki neydi bu dayatılan ilkeler ???

soyadı kanunu, kılık kıyafet kanunu, alfabenin ve ölçü birimlerinin değişmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılması, secme ve secilme hakkı vs.
yani bugun bizi alsınlar diye kapısında 40 takla attıgımız avrupa'nın ya da başka deyişle muasır medeniyetlerin seviyesine çıkma çabaları idi.

laiklik kavramı da işte bu noktada ortaya çıkıyor. din odaklı meydana gelebilecek irticai faaliyetleri, devletin muhafazakarlaşmasını engelleme çabalarının önünü alabilmek amaçlı olarak devlet mekanizması içerisinde yerini alıyordu. beklendiği üzere demokrasi aşığı çakma vatansever bir çok liboşunda sorduğu gibi;

'' efendim, yapılacak devrimler yapıldı, cumhuriyet kuruldu artık bu ilkelere ne gerek kaldı ??''

''o zaman da (tarihte defalarca örnekleri görüldüğü üzere) dış güçler tarafından dini kavga ve mezhep çatışmalarının körüklenmesi gibi bir tehlikenin ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. bunun örnekleri de bu topraklar üzerinde sıkça yaşandı zaten hala daha da yaşanıyor (bkz: maraş katliamı). özetle laiklik, mustafa kemal ataturk tarafından çok akıllıca ve ileriyi görerek cumhuriyetimizin ilkeleri arasına sokulmuş bir kavramdır.''(bu paragrafcık alıntıdır.)

ve yine laiklikten en cok rahatsız olanlar;kemalist ilerici devrimin zaferinden itibaren bu konu üzerinden siyaset yapanlardır. çünkü toplumu gaza getirip sömürmenin en kolay yolunun mukaddes değerler üzerinden olacağını bilirler. islam dini gibi son derece bireysel, allah ile kul arasında ilişkinin ve yapılan bütün sevap ve günahların sadece ve sadece o kişiyi ilgilendirdiği ve bu durumda tanrıyla kul arasına kimsenin giremeyeceği bilinen bir din olmasına rağmen islam dininin simgelerini utanmazca, pişkince, ikiyüzlülükle;

kimi zaman;

her mahallede bir milyoner yaratacağız

kimi zaman;

herkese iki anahtar

kimi zaman;

bana sagcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz

kimi zaman;

türban konusu bizim namusumuzdur

şeklinde tamamen yüzeysel, teknik vasıtalarla somutlaştırılmış söylemlerle, göz önündeki durumu görmezden gelerek demagojik yaklaşımlarla, günlük politika malzemesi yaparak insanları kandırma ve dolandırarak oylarını alma amacını güderler.

çünkü varlıklarının devamı ancak bu hususi meseleler ve mukaddesiyet üzerinden mümkündür.

komşusu açken, tok yatan bizden değildir diyen bir dinin savunucusu olduklarını iddia ederler ama vatandasına senin çocukta işsiz kalsın derken yüzleri bile kızarmaz, ve bir de dürüstlüğün erdeminden dem vurup, hz. ömer'in adaletinden örnekler verirler. hiç de yüzü kızarmaz vücut alışmış olsa gerek.

işte şu ilerici kemalistler; bu ikiyüzlülere, riyakarlara, din tüccarlığı yapan kişilere karşı bu noktada ortaya çıkarlar. akıllı insanlardır onlar, dini bütün laik insanlardır onlar, bunu gösteriş malzemesi yapmanın dinen de günah oldugunu bilirler.

dinle ilgili hiç ama hiç bir sorunları yoktur, aslında tevhid dininin asıl koruyucu ve kollayıcısıdırlar. ve yine bilirler ki dinsiz toplumlar dejenerasyona mağruz kalmaya, yok olmaya mahkumdur. tek itirazları bunun politikaya alet edilmesidir hem de türlü iğrenç yollarla...

din tüccarları tarafından bu yolla çıkar elde edilip kendilerine karşı dinin bir kozmuş gibi kullanılmasına karşıdırlar, işte bu yüzden o büyük adamın idealleri doğrultusunda hareket ederler çünkü onlar zeki, çevik ve ahlaklılardır aynı zamanda.

o büyük adamın görüşlerini pasifize etmek isteyen şerefsizler bir çok kere din perdesi arkasına saklanmışlardır. hain emellerine ulaşabilmek için gerekirse lanetullah amerikayla dahi anlaşmayı göze almış, ulusal devlet politikasından yana atatürk milliyetçisi üniter devleti çökertmek için dünya hayatını ahiret hayatına tercih etmişlerdir.

her seferinde yürekli vatanseverler, bağnaz düşüncenin tekelleşmiş günlük hayatından, onları savunan aydınlar [ugur mumcu, ahmet taner kışlalı, bahriye üçok, mustafa yücel özbilgin,muammer aksoy] şehit edilir. suç yine onların üzerine kalır.

edit: devamı sonraya vesselam.
uyarı : fena halde propaganda (!), provokasyon (!), iftira (!), yalan (!) içerik ihtiva eden bir fethullah gulen iyi guler entrysidir!

tsk-gladio-gülen cemaati muhteşem üçlüsü

cumhuriyet rejiminin getirmiş olduğu kazanımları batılı ecnebi devletlere peşkeş çeken ve uluslar arası pazar ekonomisine karşı 80 yılda oluşturulan ulusal kaleleri teker teker özelleştiren ve bunu yaparken hiçbir milli hassasiyete önem vermeden icra eden demokrasi otostopçusu hükümetin ve emirlerini aldığı cemaatin karanlık yüzünü tam olarak görebilmek ve yapmış oldukları faaliyetleri anlayabilmek için ilk önce gladio'yu dolayısıyla özel harp dairesini öğrenmemiz gerekiyor.

peki nedir lan bu gladio?

Gladio, II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa'da gelecekte olması beklenen bir Varşova Paktı işgaline cephe gerisinde bir direniş başlatmak amacıyla italya'da NATO tarafından gizli olarak örgütlenen kontrgerilla (stay-behind) operasyonunun kod adıdır.

Örgütün italya'daki adı Gladio idi. Türkiye'de kontrgerilla, Yunanistan'da B-8 ya da SheepSkin, Belçika'da SDRA-8, Hollanda'da NATO Command, Batı Almanya'da Gehlen Örgütü, Stay Behind ya da Sword, Avusturya'da Schwert, Fransa'da Rüzgar Gülü, ispanya'da Anti-Terör Kurtarma Grubu (GAL), ingiltere'de ise Secret British Network olarak bilinir.

NATO bünyesindeki ülkelerde sol örgütlenmeye karşı oluşturulan yasadışı silahlı kuvvetler, Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliğinin işgal ihtimali bahane edilerek oluşturulan gizli örgütlenmeler, kuruldukları ülkelerde siyasi hayatı şekillendirmek için kullanılmıştır. Ülkemizdeki 12 Eylül Darbesi de bu kapsamda değerlendirilmelidir.

bu oluşumunun türkiyedeki adı kontrgerilladır.

Kontrgerilla, NATO bünyesindeki ülkelerde sol örgütlenmeye karşı oluşturulan CIA bağlantılı yasadışı Gladio örgütlenmelerinin Türkiye'deki adıdır..

NATO'nun Özel Harp talimnamelerine göre, üye ülkelerde kurulan NATO birimleri Türkiye'de 1952 ya da 1953'te önce Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla örgütlenmiş sonra doğrudan Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Özel Harp Dairesi çatısı altında ve bunun sivil uzantısı olarak faaliyet yürütmüştür.

Bülent Ecevit 1974'te dönemin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'dan Özel Harp Dairesi'nin varlığını öğrenmişti.

Türkiye'de 1980 darbesinin ardındaki zamanın Genelkurmay Başkanı Kenan Evren Türk kontrgerilla stay-behind örgütlenmesinin bir üyesidir.Türkiye'de de stay-behind gruplardaki liderlerin yasal görevlerde bulunma çakışması yaşanmıştır.kontrgerillanın türkiyedeki yapmış olduğu yasa dışı faaliyetlere örnek olarak ;

Kanlı Pazar
12 Mart Muhtırası
12 Eylül Darbesi
Kızıldere olayı
Kanlı 1 Mayıs
16 Mart Katliamı
Bahçelievler Katliamı
Maraş katliamı
Savcı Doğan Öz cinayeti
Bedrettin Cömert cinayeti
Abdi ipekçi suikastı
Kemal Türkler suikastı
Ecevit'e yapılan suikast girişimleri
Özal Suikastı

gösterilebilir.

bütün bu faaliyetleri icra eden illegal yapılanmalar ise özel harp dairesi altınad tek çatı altında toplanıyordu.

Özel Harp Dairesi, Soğuk savaş dönemi Türkiye'sinde, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde ABD'nin gizli servisi CIA ve NATO işbirliği ile kurulduğu ileri sürülen gizli örgüttür.

Avrupa'da II. Dünya Savaşı'ndan sonra muhaliflerin (o dönem komünistlerin) iktidara gelmesini önlemek için kurulan "Gladio" adlı kontrgerilla örgütünün Türkiye'deki uzantısına siyasi literatürde Özel Harp Dairesi, eylemleri gerçekleştirenlere ise Kontrgerilla denmiştir.

NATO'nun Özel Harp talimnamelerine göre, üye ülkelerde kurulan NATO birimleri Türkiye'de önce Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla örgütlenmiş sonra doğrudan Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Özel Harp Dairesi çatısı altında ve bunun sivil uzantısı Kontrgerilla olarak faaliyet yürütmüştür.

tüm bu yazılanlardan çok rahat bir şekilde anlaşıldığı üzere derin devlet yani gladio dediğimiz yapılanmanın tek amacı vardır o da solun ırzına geçmektir.ancak bütün bu faaliyetlerin rahat bir şekilde yapılabilmesi için belli bir kamuoyu desteğine herzaman ihtiyaç duyulmuştur.

işte gayri nizami harp ve gladionun asıl tertipleri bu noktada yoğunlaşıyor.yarım yamalak eğitim almış, siyasetçiler tarafından tavuk gibi yaşamaya ve düşünmeye mahkum edilmiş aziz nesinin %60 dediği mallaştırılan halk kontrgerillanın tam istediği kamuoyu desteğini oluşturuyor.

zaman zaman alevi sünni zaman zaman türk kürt yoğun olarak ise türk islamcılar ile sosyalist-ulusalcı chp'lileri birbirlerine kırdıran bu anlayış toplumdaki tüm bu farklılıkları sonuna kadar kullanıyor ortaya çıkan kaos durumunu incelemek isteyen hakimler, savcılar resmi bir kurum olan türk halkının en yüce devlet teşkilatı kabul ettiği tsk'nın eteklerine kadar uzanan bu terör örgütünü görünce ya araştırmaya devam ederken şüpheli bir şekilde öldürülüyor yada tehtide dahi gerek kalmadan kendi istekleriyle tsk gibi prestiji yüksek bir kurumla çatışmayı milli duygularından ötürü kabul etmedikleri için geri basıyorlar.

türk silahlı kuvvetleri çatısı altında yuvalanmış bu örgütün genelde eylem kadrosu ve yüksek sorumluluklara sahip görevlileri ise sivillerden oluşmaktaydı.soğuk savaş öncesi yoğun bir şekilde ülkücüleri ve 2. çoğunluk olarak cemaatleri kullanan, koruyan ve kollayan tsk zamanla tutum değiştirerek amerikanın izni olmadan görev değiştirmişti.(buraya biraz ileride değineceğim)

türkiyede 2.komünizmle mücadele derneğini erzurumda açan genç bir din adamı olan fethullah gülen ileride anti emperyalist milli, devrimci, islamcı çizgideki milli görüş ve necmettin erbakan'ın bitirilmesi için ordudan sonuna kadar destek alacak 1990'ların başında şeriat isteriz diye bağıran yobazlara karşılık ordu tarafından ılımlı islamcılar geliyor diyerek selamlanacak alkışlanacaktı.

tsk ile cemaat arasında bir antlaşma yapıldı. fethullah gülen cemaati cumhuriyet ilkelerine karşı yıkıcı,bölücü,delici ve prestij kaybına uğratabilecek bütün hareket ve söylemlerden kaçınacak ve ilaveten ordunun bütün gayri nizami harp politikalarına(gladio yani) kayıtsız şartsız destek verecek ve bu politikalara toplumda kabul görecek islami söylemler üretecekti buna karşılık ordu tarafından, gülen cemaatinin toplumun genelindeki yaygınlaşma ve örgütlenme siyaseti basit incelemeler dışında görmezden gelinecekti.

bu antlaşmanın hükümlülüklerini yerine getirmek için saidi-kürdi cemaati ve dolayısıyla gülen grubu yoğun bir anti komünist propaganda başlatmış sızıntı dergisi aracılığıyla derginin neredeyse her sayısında artık ordu görevini icra etmeli, rayından çıkmış demokrasiyi düzeltmeli ve erbakanın başında bulunduğu milli selamet partisinin atatürk ilkeleri ve dahilinde cumhuriyet rejimi açısından son derece tehlikeli safhalara gelmiş olan islamcılık oyununa son verilmeliydi.

partiler üstü nihat erim ve ferit melen hükümetleri döneminde milli demokratik devrimci ulusalcı-atatürkçü çizgideki(deniz gezmiş dahil), dünyadaki sosyalist devrimlerden etkilenen vatansever gençlik hareketinin katliamlarla, idamlarla ve hukuk dışı uygulamalarla ezilmesinden sonra türkiyedeki gençlik hareketi rayından çıkarak meydanlara atatürkün nutuk kitabıyla çıkmaktansa, komünist manifesto ellerinde, dillerinde ise enternasyonal olduğu suretle çıkmayı tercih etmişti.

nur cemaati orduyla işbirliğine giderek ecevit'in iktidarı kurmasını sağlayan erbakana ve milli selamet partisine kısa sürede sırt çevirdi.kıbrıs barış harekatıyla birlikte tsk'nın milli değerler ile şeref konusu olan haysiyetli davalar bünyesinde gerekli haklılığından doğan uygulamalardan şüphelenen amerika ordu içerisindeki bazı subayları ve generalleri elerken aynı zamanda türkiyeye ağır bir ambargo koyarak chp iktidarını düşürmeye ve bu yolla orduya bir mesaj verme çabası içine girmişti.

sokaklarda,meydanlarda,üniversitelerde her yerde anarşi ve ideolojik çatışmalar son sürat artarken cemaat sol karşıtı eylemlerde bulunuyor hızla artan imam hatipler sayesinde gülencilik günden güne güçleniyordu.12 eylül darbesine çok büyük şakşakçılık yaparak darbe anayasasının %90 dan fazla oyla kabul etmesinde büyük rol oynayan gülen cemaati ordu tarafından ödüllendiriliyor, emniyette ileride ordunun başını ağrıtabilecek şekilde yapılanmalarına göz yumuluyordu. nede olsa cemaat benim tarafımdandı tamamen bana bağlı bir emniyet olsa da iyi olurdu diye düşünüyordu ordu.

1987 yılında çıkarılan kanunnameler sayesinde polis kolejlerine ve akademilerine çok rahat bir şekilde kayıt olan ve şaibeli seçim yollarıyla girmeyi başaran ve bu yolda anap iktidarının kayıtsız şartsız desteğini alan cemaat büyük metropollerde ise gençliği kazanmak için ışık evleri vasıtasıyla beyin yıkama siyaseti güdüyordu.bu şekilde 90 lı yılların başlarına kadar rahatsız edilmeden örgütlenen cemaat karşılarına çıkan ozaman emniyette çoğunluk olan atatürkçü polisleri anap iktidarının son dönemlerine sıkıştırarakta olsa elemeyi başarıyor ve emniyetin en önemli şubelerini(başta emniyet istihbarat olmak üzere) teker teker ele geçiriyordu.

anap ve dyp gibi klasik sağ partilerin halk nezdinde büyük güven kaybına uğraması ve sol partilerin shp chp ve dsp olarak 3 parçaya ayrılması sonucunda anti emperyalist siyonizm karşıtı milli görüşçü erbakan önderliğindeki refah partisi çok büyük bir ivmeyle güçleniyordu.ancak büyük kısmını refah partili üyelerin oluşturduğu katliam mangalarının toplumun belli kesimlerine yönelik giriştiği bir dizi saldırılar(sivas katliamı) toplumun bir diğer kesimini rahatsız etmekte dolayısıyla ordunun teşvikiyle gülen cemaatininde yoğun bir biçimde desteklediği, refah partisini yok etme çalışmaları gerçekleştirilmekteydi.

bir taraftan klasik alışılagelmiş politikalarla yoğun olarak solu ve solun dsp kanadını ezmeye çalışan ordu, bir diğer taraftan amerikan karşıtı söylemleriyle dikkat çeken refah partisini pentagondan gelen ''lan bunlar irticacı silin bunları sonra sizi yağlı kazığa oturturlar'' emriyle milli görüşe karşı müthiş bir karşı propaganda başlatıyordu.

amerika refah partisini israilin ortadoğuda güvenliği ve türkiyenin ikinci bir iran olmasa bile dış diplomaside anti amerikancı çizgiye geçmesinden korktuğu için ezmek istiyordu.tsk ise refah partisinin laiklik karşıtı söylemleri ve direk gladio yapılanmasında görev almış komutanların gayri nizami harp gereği refah partisini silmek istemesi ve refah partisinin hergün başka bir mallıkla gerçekten büyük haksızlıklarla kendilerinden olmayanlara saldırması hatta hz.peygamber yaşasaydı refah partili olurdu söylemleriyle aynı demokrat partinin ve demirel'in yaptığı gibi insanların maneviyatları üzerinde oterite olma çabaları toplumda şiddetli bir huzursuzluk yaratıyordu ve orduyu haklı duruma getiriyordu.

sonuç olarak asker ile hükümet masaya oturmuş türk ordusu müthiş bir kamuoyu desteğiyle erbakanı siyaset sahnesinden siliyordu.
(buda hoca efendi 28 şubatı desteklemedi diyenlere girsin http://www.youtube.com/wa...MgyVA&feature=related +)

Kızıl kuşağa karşı yeşil kuşak projesi

Türkiye'de başarılı darbelerin tümünün arkasında büyük sermaye ve
emperyalizmin olduğu gerçeğinden hareketle, 12 Eylül 1980 darbesinin sadece IMF'nin 24 Ocak 1980 tarihini taşıyan, geniş yığınları daha da yoksullaştırmaya dayalı ekonomik programını uygulamak ve büyük sermayenin krizini çözmek için değil, Türkiye'yi küresel sermayenin çemberine dâhil etmek ve ABD'nin
Ortadoğu'daki ileri karakolu haline dönüştürmek amacı taşıdığı olgusal bir gerçek. Ancak bu tespiti yaparken 12 Eylül darbesinin temel Saiklerinin arasında Türkiye'deki sosyalist devrimci mücadelenin yükselişinin
durdurulamaması gerçeğini de görmek gerekiyor.
Bu tehlikenin tam da sermayenin çıkarları doğrultusunda tehdit olmaktan çıkarılması gerekiyordu ve gereken12 Eylül günü yapıldı.Ülkenin üzerinden bir silindir gibi geçen 1980 darbesi sonrasında, tek tehlike olarak görülen solun pasifize edilmesi için, islamcı cenahın alkışlarla karşıladığı darbeyi yapanlar komünizm tehlikesini bertaraf etmek için ABD üretimi kızıl kuşağa karşı yeşil kuşak projesini hayata geçirdi. inşa edilecek yeni sistemin adı Türk-islam senteziydi. Sol kadroların ordu içinde bile örgütlendiğini gören cuntacılar, daha 12Eylül öncesinde kendi kurumlarında başlattıkları milliyetçi ve dinci düşüncelerin gelişmesi çabalarını darbe sonrasında devletin tüm kurumlarında ve ülkenin dört bir yanında hayata geçirdi. Din ve islam'ın, sol sosyalist fikriyatın egemen olmasının engellenmesinin en önemli aracı olarak kullanılmasında elbette ki islamcıların devlet tarafından kullanılmaya açık ve hazır olmaları gerçeği de vardı. Tarafların birbirlerini karşılıklı olarak kullanmasına dayalı dogmatik bir çıkar ilişkisiydi bu.
( bu paragraf ahmet şık imamın ordusu kitabından alıntıdır.)

Nur Cemaatinden gelen itiraf

Akit Gazetesi, 28 Şubat 2000

Nur Cemaatinin önemli isimlerinden olan Yeni Asya gazetesinin sahibi, Mehmet Kutlular devletin islamcıları kullandığını, islamcılarında bunu kabul ettiğini Ruşen Çakırla yaptığı röportajda şöyle itiraf ediyordu: Derin Devlet denen şeye dayanıyor bunun ucu. 1980'den sonra devletin politikası değişti. Eskiden anarşist ve Marksistler tehlikeliydi, sonra dindarlar oldu. Öyleyse bu dindar gruplarla temas kurmak, onlarla beraber çalışmak gerekecekti. Amaç onları devletle barıştırmaktı. Bu amaçla görevlendirdikleri insanlar cemaatlerin ilerigelenleriyle temas kurdular. Cemaate (Fethullah Gülenciler) daha ziyade istihbarattan olanlar gitti. Bana da geldiler; Yurtdışında MilliGörüş ve Süleymancılar'a karşı birlikte çalışalım dediler, ama ben reddettim... Bu derin devlet dediğimiz büyük ölçüde bütün islami gruplarla anlaşma içine girdi. Burada menfaatler karşılıklıdır. Her iki tarafın maksadı ayrıdır. Devlet bu gruplara, Atatürk';e saygılı olun biz de size yardımcı olalım demiştir. Bakın bazı islami gruplara, 12 Eylül'den sonra birden palazlandılar. Acaba kendi güçleriyle mi palazlandılar. Hayır.
Bu konuyla ilgili benzer bir tespiti yapanlardan biri de Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet inseldi. Taraf Gazetesinden Neşe Düzel'le yaptığı
ve AKP hükümetinin demokrasi karnesini değerlendirdiği söyleşide insel, Devlet
kadroları özellikle mi milliyetçilerle dolduruluyor? sorusuna, Doldurulmuştu zaten. Şuanda yönetici ve seçici kadrolar onlar. Zaten bugün Milli Eğitim Bakanlığı'nda Alevilerin Sünni islam içinde nasıl misyonerce eritilmeye çalışıldığını görüyoruz. içişleri Bakanlığı'nda da aynı kadrolaşma var. Poliste Fethullah Gülen çevresinin kadrolaşması var. Adalet Bakanlığı'na da kısmen girdiler. Ve askerler, denetim elimizden gidiyor endişesiyle bunları 28 Şubat'ta biraz temizlemeye kalktılar.Çünkü kendi yarattıkları ucubeden korktular yanıtını veriyordu. Bunun üzerine Neşe Düzel'in, Derin devletin yarattığı ucube Fethullahçılar mı? sorusunu da insel şöyle yanıtlayacaktı: Evet. Çok açık bir biçimde 1970'lerde desteklenen ve 1980'lerde güçlenmesi için adımlar atılan bir mekanizma bu.Desteklenenler arasında sadece Fethullahçılar yok. Türk islam sentezinin başka unsurları ve başka tarikatlar da var. Bu çevreler kendileri için çalışır hale geldikleri için şimdi askerlerle çatışır durumdalar. Bunların hepsi milliyetçidir. Fethullah Gülen milliyetçidir.Komünizmle mücadele derneklerinde yetişmiş ve siyasallaşmış birkişidir. 1960'ların komünizmle mücadele derneklerinin bir ürünüdür Gülen. Derin devlet, kendi denetimi altında oldukça herşeyi makbul görür. Birşey onun denetimi dışına çıktığı anda tehdit unsuru haline gelir. Gülen'in altın nesil yetiştireceğiz diye bir iddiası var. Burada inanılmaz bir Müslüman Türk elitizmisöz konusu. Aynı Cizvit papazları gibi Biz okullarda altın nesil yetiştireceğiz. Sonra bu elit nesille dünyaya hâkim olacağız, dünyayı yöneteceğiz düşüncesi bu.

Milliyet Gazetesi, 26 Haziran 1999 Taraf Gazetesi, 14 Ocak 2008
( bu paragraf ahmet şık imamın ordusu kitabından alıntıdır.)

28 şubat ve fethullah gülen

cemaat günün şartlarına göre Bülent Ecevit'i bile desteklerken islami partileşme sürecinin mimarı Necmettin Erbakana sırtını dönerek 28 Şubat 1997darbesinin yanında saf duracaktı.AKP iktidarıyla birlikte yürütülen ve Türkiye'de bir derin devlet temizliği yapıldığına inanmamız istenen Ergenekon soruşturmalarının bugün itibarıyla geldiği nokta devletin bağırsak temizliğinden çok 28 şubat'ın rövanşıdır aslında. ilginç olan ise bu rövanşist operasyon ve soruşturmaları yürütenlere yönelik Fethullahçılık suçlamaları yapılmasıdır. Konunun ilginçliği Fethullah Gülen'in 28 Şubat darbesinde takındığı tutumdan kaynaklanmaktadır. Çünkü 28 Şubat'a islamcı kesimden destek verenlerin başında, kuşkusuz ki ABD menşeli ılımlı islam'ın temsilcisi Fethullah Gülen Cemaati bulunuyordu. 12 Eylül darbesini de alkışlarla karşılamış olan Gülen, askerden kendisinden daha fazla yararlanmasını ister sözlerle adeta cadı avıyaşanan o karanlık günlere ilerlenirken 28 Şubat sonrasında televizyon ekranlarında MGK'nın ağzından Erbakan';a sesleniyordu. Bir televizyon kanalındaki programa konuk olan Gülen'in söylediği Hükümet gitsin sözleri ertesi gün tüm gazetelerin manşetindeydi. Erbakan hükümetinin beceremediğini söyleyerek gitmesi gerektiğini vurgulayan Gülen programda şunları söylemişti: Şimdi Türkiye'yi idare edenler, ekonomi ve anarşi konusunda ve dış politikada başarılı olsalarda, muhalefetle iyi geçinmeyi becerememişlerdir. Dini, şov malzemesine çevirip istismar etmişler ve ülkeyi gerilime sürüklemişlerdir.Türkiye'de Kâhtı Rical (yetişmiş ve yetenekli yönetici) kıtlığı çekilmektedir. Bu hükümet derhal bırakıp gitmelidir...
Şeriat Kuran'da sadece bir yerde geçmektedir. Şeriatın % 95'ni oluşturan iman, ibadet ve şahsi muamelat kısımlarını bugün Türkiye'de tatbikini engelleyen bir durum yoktur. Geri kalan %4-5 kadarı da hukuk kısmıdır ki bu sadece idarecileri ilgilendirir. Fertle alakalı değildir...
Kesintisiz 8 yıllık eğitim zannedildiği gibi bir tehlike değildir. isteyen ortaokuldan sonra da imam Hatipe gidebilir. Bu girişim şer gibi görünse de ileride belki de hayırlara vesiledir. Sadece Erbakan'ın Başbakanlığı döneminde tek bir imam Hatip açılmamıştır. Bu bir nasip meselesidir. Diğer bütün başbakanların

döneminde açılmıştır. Şu anda imam Hatiplerde ihtiyacın çok üzerinde bir yığılma görülmektedir. Bu ihtiyaç fazlası farklı merkezlere yönelerek rejim için tehlike arz edebilir. Rejimi korumakla görevli kurumların haklı hassasiyeti de bu yüzdendir. Cumhuriyet ve laiklik şimdiye kadar hiçbir dönemde bu denli tehlikeye girmediği için, onu korumakla görevli kesimler, haklı olarak sesini yükseltmektedir. Millî Güvenlik Kurulu bir anayasal kurumdur ve kendi içtihatları gereği ülke ve rejim için tehdit ve tehlike gördükleri hususlarda tedbir ve teklif getirmeleri elbette sorumlulukları gereğidir ve bu içtihatları yanlış bile olsa kendilerine sevap getirir. Bu konuda daha çok söylenecek söz vardır. Ama toplumun bazı kesimleri bunları

hazmetmeye henüz hazır değildir.
( bu paragraf ahmet şık imamın ordusu kitabından alıntıdır.)

Fetullah Gülen in Refah Partisi zamanında 16 Nisan 1997 de Kanal D de Yalçın Doğan a mülakatı
http://www.youtube.com/wa...Opca0&feature=related +
(bkz: vay anam vay serhat neler dönmüş ya)

abd güdümlü çılgın şeriat takımıdır.
ülkeyi kendi çıkarları doğrultusunda dışa kapalı hale getirmeyi düstur edinmişlerdir.
ancak olanca olumsuzluğa rağmen abd güdümünden ötürü sonları usame bin ladin gibi olacaktır.
Geçmişten bir haber;

Fethullah talebelerinden biriyim. Aşağıda anlattıklarımı bizzat yaşadım. Sizinle paylaşmak için yine kendim yazdım.
Fethullah şebekesine, düne kadar dinsel bir cemaat olarak bakıldı, hatta bu bakışın içinde biraz hoşgörü ve sempati de vardı!!! Ama zaman içinde takke düştü kel göründü!!

içlerinde gerçekten inanmış saf Müslümanları bir kenara ayırırsak, Fetullah’ın Müslümanlıktan öte islam’ı yok etmek için organize edilmiş bir ajan olduğunu görürüz!!
Bizim gözden kaçırdıklarımız zamanla, daha bariz olarak ortaya çıktı!

Gördük ki; salt dinsel inançlarını yaşamaya çalışan bir cemaat değildir. Uluslararası alanda at koşturan, son derecede tehlikeli bağlantılarıyla, ekonomik kaynakları ile, eğitim kurumlarıyla, ülkemizin yüz yüze olduğu tehdit ve tehlike dizinidir..
Fetullah şebekesi, “ABD ve iNGiLiZ ALAŞIMLI” oralarda dizayn edilmiş, islam’ın içini boşaltıp Türklüğü acz içine düşürmekle görevlendirilirmiş bir Vatikan kuklasıdır!!

Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana, eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler.

— TSK’ya sızmakta zorlanan ama buna rağmen yılmaksızın girişimlerini sürdüren fethullahçılar, istihbarat birimlerindeki kadrolarını, alternatif silahlı kuvvetler olarak algılamaktadırlar. Bununla birlikte adliye ve mülkiye kadrolaşması ise, bu gücü daha da pekiştirecek ve devletin içten ele geçirilmesini ya da bir başka ifadeyle devletin kansız teslim alınmasını temin edecektir.

polis okullarına ve polis akademisi’ne sızarak burada kadrolaşan ve daha sonra personel, eğitim, bilgi-işlem, terörle mücadele, istihbarat gibi birimlerde kökleşmeye çalışan Fethullahçılar, istihbarat birimlerinin yanı sıra, var oldukları her yerde ve ortamda, şeyhleri F.Gülen’in kaset ve kitaplarındaki “tedbir ve temkin”,”taktik ve strateji” içeren direktiflerinin gereğini yerine getirerek bugünkü güç düzeylerine erişebilmişlerdir.

Ankara DGM, F. Gülen iddianamesi’nde şöyle denmektedir:

“F.Gülen gurubunun başta milli eğitim ve emniyet teşkilatı olmak üzere bütün devlet kadrolarına sızma çalışmaları yaptığı ve önemli ölçüde muvaffak olduğu bilinmektedir.”

istihbarat Daire Başkanlığı’nın 10 Mart 1992 gün ve 1992/79 sayılı yazısında şöyle denilmektedir:

“…Ankara polis koleji öğrencilerinin % 50'sine yakın bir kesimi ile çeşitli şekillerde temas kuran örgüt elemanları, kendilerine yakın olanlar üzerindeki ajitasyon çalışmalarını sistemli olarak yürütmektedirler.”
Yukarıda belirtilenlerin büyük bir bölümü gerçekleşmiştir!!

“…Gelecekte Emniyet Teşkilatı’nın bürokratlarını oluşturacak Polis Koleji öğrencilerinin, koleje seçiminden itibaren her aşamada sistematik bir çalışmanın yürütüldüğü görülmektedir.”

Emniyet Genel Müdürlüğü’nce yayınlanan istihbarat bülteninin 70 no’lu nüshasından bir alıntı:

“GURUBA AiT, ÜLKEMiZDE FAALiYET GÖSTEREN EĞiTiM-ÖĞRETiM KURUMLARINDAN BAZILARI AŞAĞIDA BELiRTiLMiŞTiR:

izmir Yamanlar Fen Lisesi,
istanbul Fatih Koleji,
istanbul Safiye Sultan Kız Lisesi,
Mersin Yıldırım Han Lisesi,
Ankara Samanyolu Lisesi,
Van Serhat Lisesi,
Denizli Server Lisesi,
Erzurum Aziziye Lisesi,
Erzincan Otlukbeli Lisesi,
Eskişehir Ertuğrul Gazi Lisesi,
Sakarya Işık Lisesi,
Manisa Şehzade Mehmet Türk Lisesi,
Aydın Nizami Erkek Lisesi,
Fatih Üniversitesi.”

YAYIN ORGANLARI

Gurubun yayın organları arasında “Sızıntı Dergisi, Yeni Ümit, Aksiyon, Zaman Gazetesi, Samanyolu TV”, kuruluşları arasında da “Akyazılı orta ve yüksek eğitim vakfı, Türkiye Öğretmenler Vakfı, Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı” gösterilmiştir.
PAPAYA MEKTUBU
Pek muhterem Papa cenapları,

Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi
yaşanabilir bir mekan kılma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen
halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman
ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıalilerinize en derin
kalbi teşekkürlerimizi sunarız.

Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan
Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak
üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu
ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli
hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size
geldik.

islam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan
Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın
büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, islam'ın
asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkanını
bağrına basacaktır.

Beşeriyet, çelişen görüşler ortaya koydukları gerekçesiyle, zaman zaman
bilim adına dini, din adına da bilimi inkar etmiştir. Bilginin tamamı
Allah'a aittir ve din Allah'tandır. O halde bu ikisi nasıl çelişebilir?
insanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik dinlerarası
diyaloğa yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir.

Kendi memleketimizde şimdiye kadar çeşitli Hıristiyan mezheplerinin
liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını
acizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında
hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir. Bizler bir araya
gelmek suretiyle sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek
isteyen yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi,
isterseniz bariyerler gibi deyin, karşı durabiliriz.

Geçen yıl bazı ünlü uluslararası bilim adamlarının katıldığı
medeniyetlerarası barış ve diyalog konulu bir sempozyum düzenledik. Bu
gayretin başarısından aldığımız teşvikle bu tür etkinlikleri tekrarlamak
istiyoruz. Halihazırda üç büyük dinin bağlıları arasındaki bağları
güçlendirmeye yönelik olarak dinler arası diyalog konusunda Vatikan'ın da
temsil edileceğini ümit ettiğimiz bir konferans düzenleme sürecinde
bulunuyoruz.

Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza
sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek
istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyanlığın üçüncü
bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle
Ortadoğu'daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere
müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlikler önermek istiyoruz. Bunu Sayın
Cumhurbaşkanımız Demirel'in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve mezkur
kutsal mekanları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat
addediyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve şevkle
selamlamayı hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog kurmak
suretiyle Kudüs'ü birlikte ziyaret etmemize davetiye çıkarabiliriz. Bu
ziyaret bu mübarek şehri Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların, hiçbir
kısıtlama, hatta vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği
uluslararası bir bölge olarak ilan etme gayretlerine yönelik dev bir adım
teşkil edebilir.

Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile, ilki Washington DC'de olmak üzere
muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin
gerçekleştirilmesini teklif ediyoruz. ikinci serinin zamanı için Hz. isa'nın
doğumunun 2000. yıldönümü ideal olabilir.

Bir öğrenci değişim programı da çok faydalı olacaktır. inançlı genç
insanların birlikte eğitim görmesi birbirlerine yakınlıklarını artıracaktır.
Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar
edilen Hazreti ibrahim'in doğum yeri olarak bilinen Urfa şehrindeki
Harran'da bir ilahiyat okulu kurulabilir. Bu, ya Harran Üniversitesi'ndeki
programların genişletilmesi suretiyle ya da üç dinin ihtiyaçlarını da temin
edecek şumullü bir müfredata sahip bağımsız bir üniversite şeklinde
gerçekleştirilebilir.

Önerilen programlar aşırı büyük işler gibi algılanabilir; ama bunlar
erişilmez değildir. Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini
topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu
kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün ilerlemeleri bu ikinci
tip insanlara borçludur. Onları yarattığı için Rabb'e şükürler olsun.

M. Fethullah Gülen / Rabb'in aciz kulu / 9 Şubat 1998
Fethullah Gülen-Papa Eli Öpme Merasimi

--spoiler--
papa hazretleri ile görüşeceğiz.
--spoiler--

http://www.youtube.com/watch?v=yPUVfxzIFNI
(bkz: seni çılgın hadi oradan)
Çılgın değil bu ülkenin çıbanlarıdır. Cemaat ve tarikat benzeri şeyler bu ülkenin içinde örgütlenirler. Hoşgörüden bahsederler ama fabrikası olan fetocular önce kendi cemaatine bağlı adamları çalıştırıp bağlı olmayanları işe almazlar (başıma geldi). Medyayı etkisi altına alıp propagandalarını yaptırırlar. Siyasetten bahsetmiyorum bile akp tamamen fethullah gülen güdümünde zaten. Sayıları fazlalaştıkça söz sahibi olmaları da artar. Namaz kılmak oruç tutmak zekat vermek için ihtiyacın mı var cemaate ? Ben birileri söz sahibi olsun diye onun maşası olamam. iyi şeyler yapmış olabilirler fakat zararları da akı bokunu götürmez safhasındadır. Ayrıca madem çok dindar açlıktan ölen afrika insanlarının ülkesinde yaşasın hocanız. Örnek müslümanlık amerika da keyif sürmekle olmaz. Amerika müslümanlığın 1 numaralı düşmanıdır. Ama hocamız orda rahat yaşıyor değil mi ? Açıkçası bir an önce soylarının tükenmesini diliyorum.
acaba yazdıklarıma şakirtlerin bir cevabı olabilecekmi merak ediyorum ?
e yani ortada bir suç unsuru varsa ve bu rejimi yıkmaya yönelik ise cumhurbaşkanlığı çalışma grubu direktifiyle genelkurmay bir çalışma grubu kurmuşsa gayet meşrudur.ancak ben cemaat ve tsk-abd-israil bağlantısı üzerine yazı yazmıştım.gerçek manada türbanlılara yapılan hak mahrumiyeti girişimlerini hiç bir zaman desteklemedim desteklememde ama gerçekten irtica olduğunu düşündüğüm bir yapılanma varsa tabikide kalkıp entry gireceğim hiç yoktan okusaydın.
türklükle ve islamla alakası olmayan amerikan maşası vatan hainleri.
budur diye sonlanırılabilecek entry'dir vesselam...
ayrıca 5 şubat 1937 tarihinde atatürk ilkelerinin anayasaya girmesiyle anayasanın laikleşme süreci tamamlanmıştır.
dinin devlet işlerinden ayrılmamasından çok güzel ekmek yeneceğini bilen fethullahçılar'dır.
- imam hatip ortaokulları yeniden açılmış, okul ve öğrenci sayısının hızla arttırılması için gerekli baskı grupları çalışmaya başlamış; tüm ortaokullar ile liseler, seçmeli ve zorunlu derslerle imam hatip okullarına dönüştürülmüştür.

- Kız çocuklarının ilk, orta ve lise eğitimleri sırasında türban takmalarının yolu açılmış; ergenlik çağına ulaşanların öğrenimi evde sürdürmelerine olanak sağlanmıştır.