bugün

yıllar geçse de unutulmayanlardır.

ilkokul yılları. bayramlarda zorla evlerine misafirliğe götürüldüğüm, ellerini biraz harçlık almak umuduyla öptüğüm, elime harçlık yerine yanağıma öpüp de bıraktıkları tükürükleri sildiğim dönem.

yine aile meclisi toplanacak, kısırlar, poğaçalar ve peynirli maydanozlu börekler yenecekti. benim gibi çocuklara çay yerine kola ve fanta verilecek, ben ise hep kolayı içecektim. teyzemin düğün kasedini zilyonuncu kez izledikten sonra hâlâ ilk kez izleniyormuş gibi şen kahkahalar atılacaktı.

normalde anneannemin evinde toplanırken bu sefer daha büyük bir ev olan bizim evde toplanıyorduk. şimdi saymakla bitiremeyeceğim kadar çok akrabanın toplandığı bu ev; kuşkusuz ki dağ gibi bulaşıkların da habercisiydi.

annem beni çiçek gibi giydirmiş, tütün kolonyasıyla saçlarımı ortadan ikiye ayırırken; ben sadece misafirlerin geldiği zaman kurulan o büyük sofradan bir dolma kapıyor, o an çalan zilin heyecanıyla annemden kaçıyordum. annem misafirler için son hazırlık olan, hiçbir zaman ne işe yaradığını anlayamadığım kırlentleri düzeltiyordu.

kapıyı ben açtım. ilk gelen teyzemlerdi. eniştem hafifçe kilolu ve al yanaklı bir adamdı. misafirperver bir laf olan ''hoş geldiniz''i bugün ilk kez onlar için kullanmıştım. eniştem ''hoş bulduk'' dercesine saçlarımı okşadı ve içeri geçti.

hemen ardından gelen dayımlardı. dayım, yengem ve rıfat. akrabalar arasındaki en çekirdek aileydi. dayım iyi adamdı ama oğlunu hiç sevmezdim. piç rıfat! elimden az bilye çalmamıştır.

aradan biraz zaman geçip muhabbet iyice koyulaşınca kapının zilini ikinci seferde ancak duyabildik. bu kez gelen dedemlerdi. dedem her geldiğinde bana topitop getirirdi. bu sefer elinde bir kese kağıdı vardı. bir kaç dakikada kese kağıdının içinde ne olabileceğine dair türlü hayaller kurmuştum. ama en fazla içinde fındık olma ihtimalini sevmiştim. belki içinde biraz kuru üzüm vardı. kuru üzüm ve fındık benim için müthiş bir ikiliydi.

hemen elini öpmeye gittim. piç rıfat benden önce davranmıştı yine. dedem sanki beni bi ayrı severdi. hemen ardından ben de elini öpmeye gittim. yanağımı öpünce bıraktığı tükürükleri silemeden kese kağıdını bana uzattı ve ''al bunları rıfat'la beraber ye'' dedi. bu cümle bana bir emir gibi gelmişti. işin içinde yine rıfat vardı. kese kağıdının içinde ne olduğunu anlayamadan yanıma geldi rıfat. ''ne o? hadi yiyelim'' dedi, her zamanki yüzsüz sırıtışıyla.

işte o büyük an. kese kağıdını açtım. içinden çıkan sarı leblebiydi. mahalle düğünlerinde çekirdekle beraber harmalanıp dağıtılan leblebilerden. büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. ama yıllar sonra anladım ki sarı leblebi kuru yemişlerin hasıymış. bir de kuru üzümle beraber enfes bir ikili oluşturuyormuş. tabii ki bu o yıllarda bildiğim bir şey değildi.

leblebileri rıfat'a verdim. hepsini yedi. üzerine soğuk su içti. ataride oynadığımız dövüş oyununda onu art arda yenmemi hazmedemeyip atarinin kolunu kırdı. çok güzel kaza süsü verirdi ama ben almadım. allah belanı versin rıfat!
Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı. Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. Hatta babamın bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi. Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki... En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. "Sokakta oynamak" diye bir kavram vardı yani. Cafelerde, alış-veriş merkezlerinde buluşmazdık. Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya-zıplaya yürüyerek gelirdik eve...

Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi. Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar, oyuna bile dalardık...

Annelerimiz bu durumu bildiklerinden, kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi. Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik. Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatılır, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik... Kısacacı içimizden evine gidip gelen (ki sadece çişi gelen giderdi evine) elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.Bu bazen bir kurabiye bazen bir meyve olurdu... Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar, oyun bitince geri alırdık. Çok garip ama kimse almazdı...



Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi. Düşünce kaldırılır, kavga edince barıştırılırdık.

Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı... Sonra kavgalarımız da öyle usturayla falçatayla olmazdı, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi; en fazla birbirimizin saçından çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık...

Birbirimizin suyundan içer, elmasından dişlerdik. Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık. Azar işitip, acillere taşınmazdık... Düşerdik kafamızı çarpardık, ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik... Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim. Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki... Komşumu tanımıyorum ama evinin camında temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum. Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem... Evimizi kendimiz temizlerdik, hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri...

Evlerimiz var içinde yaşayan yok. Parklarımız var içinde oynayan çocuk yok. Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler ve buralara girip çıkan yapay insanlar...

Ruh yok, buz gibi; bu biz değiliz... Tahta iskemlelerimiz de oturan yaşlılarımız; onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu. Ben kapılarında ''vale''lerin, ''badigard'' ların beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir. Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana. Benim değildir bu kültür. Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder. Nedir bunlar? Reklamlarla desteklenen beyni ve ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk. Birbirimize yabancı, alnızlıklarımızla yaşar olduk. iyi de neden böyle olduk? (Alıntıdır. Anonimdir.)
bakkaldan üç ekmek, bi küçük yoğurt alıp para üstüyle çikolata almayı beklerken para üstü kalmamasıdır.
günlerden 23 nisan *;

daha okula gitmiyorum,* kızılay a gittik o gün hep beraber. orada tanıdıımız büfesi var. oraya bi uğrayalım dedi babam. neyse gittik, onlar muhabbet ederkene birden kendimi o güvenparkta heykelin dibinde buldum *... neyse o heykelin ayaklarına falan baktım, biraz inceledim geri geldim büfenin önüne. baktım bizimkiler etrafta yok, abimi gördüm, daha bişey demeden nerdesin sen dedi direk... kayboldu zanettmiş meğer, sonra annem geldi, en son babam geldi...

korkudan titriyorum ama, hiç dövmedi, kızmadı ama sinirlenince çok korkardım *mübarekten... neyse nerdesin sen diye bağırdı, cevap veremeden bi tane patlattı yanağıma... hayatımda ilk kez babam bana vurmuştu, hem de 23 nisan da... o yüzden sevmiyorum 23 nisan ları sözlük...
biz çocukken şimdiki aklımız yoktu, ama şimdi de çocukluğumuzun saflığı yok...*
en sevilen kıyafetinin içine artık giremiyorsun diye elinden alınması ve hiç sevmediğin kuzenine verilmesi..

bahane hazır hemen: "sen artık büyüdün."

içten içe üzülürdüm. ne içten içesi, yüzüm sirke satardı. yine de önüne geçemedim bu durumun. şimdiyse küçüklüğüme ait hiçbir kıyafetim yok. olsaydı, koklasaydım fena mıydı?
hep derdik ki 10 numara bizim çocukluğumuz. düşününce anlıyoruz, hatırlıyoruz, öyle değildi. bakkala ekmek almaya giderken annemiz para üstüyle kendinize max alın derdi. bir giderdik ki max 50 kuruşken 60 kuruş olmuş.

amca, hala, dayı misafirliğe gelirdi, heves yapardık, acaba bizim karnemizi sorup ödüllendirecekler mi diye. ödüllendirmezlerdi. ödüllendirseler bile annemiz cezalandırırdı, alırdı parayı elimizden, sen şimdi harcarsın olmaz derdi. ses çıkarmaz, gün gelince o parayı alacağımızı düşünürdük.

hep bizden varlıklı birkaç arkadaşımız olurdu, hava atarlarken ağzımız açık dinler, vay anasını diye iç geçirirdik. gün gelirdi, aynı eşyalardan alırdık belki, anamız babamız zam alırdı, borçlar çıkardı ortaya, yokluk çekerdik yine.

bilgisayarımız vardı mesela , biz şanslıydık. paintte çizim yapardık, 1 saat sonra annemiz gelir, bilgisayarı kapardı terlik zoruyla. şifre koyarlardı bilgisayara, açamazdık, orada tozlanırdı bilgisayar, monitörün üstüne dantel koyulurdu.

televizyonu rahat izleyemezdik, gece oldu mu herkes uyur, tek biz uyanık kalırdık, korkardık o saatte oynayan filmlerden, korkardık yüzüklerin efendisi'ndeki sauron'dan. gece zor uyurduk. sonra sabah geç uyanır, çizgi filmleri kaçırırdık, iş değildi, annemiz yine başlayacakmış diye kandırırdı bizi.

terlik zoruyla sebze yerdik. ıspanak, pırasa vs. yerken hep gözümüz kapalı, suratımız buruşuk olurdu, annemiz koca yemek kaşığını zorla ağzımıza sokarken. sevmediğimiz yemekleri hep yavaş yerdik, ödev yapmaya vakit kalmazdı, bir de sofrada uyuyakalırdık. babamız tehdit ederdi, annene mutfağın kapısını kitletirim bak diye. tamam baba, derdik hep sıkardık kendimizi.

babamızın arabası olurdu, bir hevesle kucağına oturur, arabanın direksiyonunu biz kontrol ederdik, öyle sanardık aslında, babamızın yandan eliyle destek verdiğini görmezdik. 5 dakika sonra, hadi oğlum yeter bu kadar derlerdi, üzüle üzüle yan koltuğa geçerdik, trafik cezası yediğimizde polislerin silahlarını merak edip dışarı çıkar, babamızın pantolonunu emerdik, polis emmiler gülüp birşey derdi, cevap verirdik, onları kapak ettiğimizi sanar, üstüne "kapaaak!" diye bağırırdık.

çay içemezdik, sıcak olurdu, dilimiz yanardı, suyla paşa çayı yapar, babamızdan hızlı bitirir, artislik yapardık, sonraki bardağı da sofraya döker, sinirleri hoplatırdık. karpuz yerken oramızdan buramızdan karpuz suyu akardı, ama anamızın babamızın midesi hiç bulanmazdı, sevimli olurduk, evlattık çünkü.

akşamları tüplü televizyon karşısında çerez yenirdi. çekirdek çitlerken tüm parmaklarımız salya olurdu, yine de parmakları daldırırdık tabağa. antep fıstığı varsa hepsini kendimiz yemeye odaklanırdık, kimisini açamazdık, tırnaklarımız kırılırdı. kabak çekirdeklerini kabuğunu soymadan yerdik katur kutur aşağıya inerdi o, yemek borumuzu çizip geçerdi.

babamıza özenirdik hep. o arabada müslüm gürses dinlerdi, biz de dinlerdik, severdik. zara dinlerdi, sesine hasta olurduk. amcalar sorardı

-oğlum sen ne müzik dinliyorsun?
+arabesk amca.
-neey? bu tarz saçma diyaloglara yol açardık.

abilerimiz top oynardı, izlemeye korkardık, bir tanesi şefkatli olurdu, gel eksik var oyna derdi, yok abi beceremem derdik. 3 dakika sonra girmediğimize pişman olurduk.

pişman demişken, bir pişmaniye yiyişimiz olurdu, pamuk şeker de aynı şekilde, elimizden ağzımıza kadar yapış yapış olurdu her şeyimiz.

abiler, amcalar, dayılar, babalar, yengeler sigara içerdi, iyi birşey olduğunu sanar, lolipop kamışlarını sigara yapardık kendimizce. sonraları kokusundan nefret ederdik.

halı kenarları otoban olurdu, takılırdık arabalarımızla. ama ilerde gerçek arabalara bindik, hiç o zevki vermedi mesela...

çocukken sık sık düşüncelerimiz değişirdi, arkadaşlarla aramız bozulurdu, ama sonrasında en iyi arkadaşı bulur, hayatımızın baş köşesine koyardık.

ilkokulda hep sevdiğimiz olurdu, aşktı sözde, aynı mataradan su içerdik, bakışırdık, oturur konuşurduk sarhoşluk içinde. silgi paylaşırdık, beraber gülerdik derslerde. ara sıra ilerleyen kankalarımız olurdu, abileri vardı onların, onu yap bunu yap derlerdi, onlar da kızı yanağından öper, hamile kaldı lan diye bize hava atar, sonraki gün ulan ben nasıl bakarım o çocuğa diye ağlardı, yanında biter, biz teselli ederdik ameleyi.

daha bunlar gibi birçok şey yaşadık çocukluğumuzda, hepsini anlatmaya sözlük dayanmaz, moderatör kardeşlerimiz falan ağlar şimdi, olmaz, vebalini yüklenemem...

Edit: eksileyen birader niye eksiledi ki acaba? okumadı mı tamamını?
arkadaşlarının hepsi sokakta top koştururken onları pencereden izlemektir.
eve geç geldim diye ertesi gün dışarı çıkarmazlardı ben de evden kaçardım. vay be ne günlermiş bak efkarlandım.
ben daha küçücük bir çocukken kendimden daha minikcesini iküselli* binim ile sevindirme çabamda ona çikolata alırken bakkalda ki teyzenin cep kısmına kolumun çarpması sonucu oluşan şeydir bu burukluk..
teyze bakkaldan çıktı.sonra tekrar girdi.sen çaldın dedi.neyi dedim.üstümü aramaya başladı.ağlamaya başladım.allahtan evimin yakınlarındaydım bakkalda beni tanıyordu.ben ağladım minik kadir ağladı.ben çalmam diye ağlıyordum.
akkal bekir abi sağolsun arayayım telefonuzu numaranızı verin dedi.arandı.telefonu evde çıktı sevgili bayanın *.özür diledi.ağladım ben yine ve yine ağladım.sonra eve gittim.küçüktüm hepsi bu.diziden bir sahne de değil.küçük olduğum için bu kısa olay bile beni sarsmıştı. hala insanlara yanlışlıkla dokunmaktan korkarım. kabinlerde ilk kontrol ettiğim şey başkasının eşyası var mı yok mudur.bu olay olurken bandocular geçiyordu. bayram değildi. sanırım hazırlanıyorlardı. bandoculara da garezim var o günden sonra. korkmuştum. küçüktüm. ne yapayım..
Ebeveynin, kardeşleri daha çok sevdiği hissine kapılıp bu durumu ortadan kaldırmak için taktik arayışına girip sonuçta hüsran yaşamak.
sene 1990, yaz tatilindeyiz insanların arabalarına atlayarak güney sahillerine konaklaya konaklaya gittikleri zamanlar öyle tatil köyü falan daha yok varsa da çok revaçta olmadığı seneler..

o zamanlar kullandığımız emektar murat 124 ile edirnenin enez ilçesinden antalyaya gitmek gibi çılgın bir plan yapmış aile bireylerim benim haberim yok *yaşta epey küçük o zamanlar ablamla ikimiz arka koltukta kalan boş bir yere sıkıştırılmış vaziyette * annem ile babam ön koltuklarda tıngır mıngır yolculuğa başladık emektar murat 124 bir kaç kere su kaynattı bir kaç kere tekledi ama antalyaya çok ta büyük bir arıza çıkarmadan geldik...

bilen bilir 90'lı yıllar enez tam bir mahrumiyet merkezi sınır bölgesi diye yabancı turistlere kapalı 2500 nüfuslu çok affedersiniz bülbül büzüğü kadar bir yer ne bir yayın yapan radyo, ne bir kasetçi ne de bir kaset var müzik olarak komple kör bir durumdayım yani müzik zevki muhteşem olan babamın bir iki kibariye bir kaç tanede deli selim kasedinden başka kaset görmemişim..

antalya da dolaşırken her kasetçinin önünden geçerken "bir gün olur her yer sen olur" diye bir şarkı çalmakta duydukça da kesiyorum dükkanları aşkın nur yengi isimli birinin kasedi çıkmış böyle sezen aksu gibi birşey ama müzikte çok hoşuma gidiyor bu arada..
arabadan indiğimiz gibi ilk hareketimi yaptım hemen, "ben kaset almak istiyorum" dedim anneme..

annem ayıptır söylemesi biraz haindir benim belli bir yaşa gelene kadar her isteğimin önüne bir takoz koymayı becermiştir, klasik "paramız yok oğlum" dedi ama bu bana engel oldumu hayır tabiki "benim param var" dedim cebimden biriktirdiğim paralarımı çıkardım öyledir böyledir derken babamın desteğini de arkama alınca annem pes etti tamam dedi girdik kasetçiye babam aşkın nur yenginin posterini göstererek "bu kızın kasedini almak istiyoruz" dedi aldık çıktık ama dünyalar benim o anda arabanın arka koltuğuna gömüldüm o an arabanın içindeki sıcak falan hiç bir şey kalmadı jelatinini açtım yazılarını falan okudum arabanın teybine koymadım ön taraf dolu çünkü bir yerde mola verdiğimizde ön koltuğa kendim oturup müzik ziyafeti çekeceğim kendime niyetim o...

bizim murat 124'te de böyle garip bir teyp var yanlış hatırlamıyorsam markası sanyo olması lazım hani iki tane büyük çevirmeli düğmesi olup birinden sesin açılıp kapatıldığı diğer düğmeden de radyo frekanslarının ayarlandığı eskilik bir şey ki hatırladığım üzere babam bunu enezdeki aygaz bayiinden almıştı benim bile o zamanki mantığıma ters gelmişti "baba tüpçü teyipmi satıyor niye teyp aldın oradan" diye sormuştum

bir yerde durduk bizimkiler arabadan malzemeleri indiriyorlar ben büyük bir hızla annemin koltuğuna kuruldum kaseti teybine sokayım mı sokmayım mı düşünüyorum cesaretimi topladım kasedi teybe kaktım çalmaya başladı sevindim hatta şimdi bile hatırlıyorum sevincimi, ilk şarkının ortalarında falanız "işte o zaman var ölouöourm beööen" gibi sesler eşliğinde "brulooup" dedi kaset sardı, başımdan aşağı kaynar sular döküldü teybi kapattım hemen çıkarma düğmesine bastım ama çıkaramadı kasedi hain teyb, ağlamaklı oldum içerdeki çırpınmalarımı gören babam "kafasını uzattı ne oldu ulan üç kağıtçı " dedi benim çakmak çakmak gözlerimi görünce "çekil bakayım kenara" dedi bir iki zorlamadan sonra kaseti vermeye razı oldu adi teyp tabi sardığı kısımlar içeride olmak suretiyle bağırsak gibi uzanmış kısımları ile babam bana baktı "olmaz bu kopar oğlum" dedi iyice büktüm dudaklarımı adam öyle uğraştı böyle uğraştı olmadı en sonunda "çıt" diye koptu o zamanki mutsuzluğumu da hatırlarım öyle kopuk kaset elimde boynumu büktüm oturuyorum gözlerim bir yaşarıyor bir sakinliyorum falan annem "bak çarçur ettin paranı boktan boktan bir şeye " dedi *bu benim için son damla oldu başladım ağlamaya ağlıyorum burnum akıyor burnumu siliyom elimin tersiyle falan babam şöyle sertçene baktı bir anneme, çadır kuruyor o anda işi bitince "kambercan22 gel bakalım seninle bir yere gidip gelelim" dedi bindik 124'e antalya ya döndük geri, babam bir kasetçinin önünde durdu arabadan indi kasetçiye girdi iki dakikada geri geldi "al bakalım" dedi baktım yeni bir aşkın nur yengi kasedi sevinçten havalara uçtum tabi geri döndük annem bir şey demedi bu sefer ama gel gör ki az önce yaşadığım acı tecrübeden sonra bir daha kasedi teyb'e koyamadım antalya yı gezdik geri dönüş yoluna çıktık kaset hep cebimde arada çıkarıp albüm kapağına bakıyorum şarkı sözlerine falan bakıyorum hiç okumadıysam 50 kere okumuşumdur ancak enez'e vardığımızda evdeki teyp te dinleyebildim zaten 1-2 sene de başka kasedim olmadı bunca sene geçti kaset hala bende durur gördükçe hep aklıma kasetin nasıl koptuğu ve babamın bana kıyamayıp yenisini aldığı aklıma gelir arar hatırını sorarım babamın hey gidi..
orta okul zamanlarım, halimiz vaktimiz yerindeydi gayet istanbul'da oturuyorduk. sonra oturduğumuz ev satıldı ve taşındık. babamın işleri de ters gitti. ama ne oldu da bu kadar parasız kaldık hiç hatırlamıyorum. annemin yağmurlu günlerde balkona şişe astığını hatırlıyorum. iç burkan detay dediysem de öyle değil aslında, gülümseyerek hatırlıyorum.
kenar mahallede çocukluk yaşamışsanız hakim saç ve ten rengi koyuysa sarışınlığı zenginlik alameti sanırsınız. en azından ben öyleydim. liseye kadar sarışın insanların hep zengin ve güzel olduğunu düşünürdüm. gerçi hala da düşünürüm ya neyse.
Okula giderken ilk zamanlar annem bize kahvaltı hazırlardı.
Sonra zamanla kahvaltı hazırlamamaya başladı. Evimizde kahvaltılık birşey kalmamıştı.
Bazı günler ekmeğin arasına bayatlamış lokum koyup onu kahvaltılık diye veriyordu bize.
Bazı günler babam bize 50 bin verirdi. -Madeni para olur hani büyük- Abimle okul kantininden tanesi 25bin den 2 simit alırdık.
Sınıfımda yavuz diye bi çocuk vardı.Babası polis.Her gün okula 250 bin kağıt parayla gelirdi.
Bizim günlük ekmek paramızdı 250 bin.
Çok sefer , yağmur yağdığında evimizin içine su girer üstünde uyuduğumuz yataklar bile ıslanırdı.

Ve daha tonlarca şey.

Ben fakir olduğumuzu ilk okul 3. sınıfta anlamaya başladım.
Ayakkabımın olmaması hiç üzmedi beni. Asla bisiklet istemedik babamızdan.
Bu yaşıma geldim hala babamdan para istemedim.
Her gece rüyada 'Halley' çikolatasını poşetinden çıkarıp tam ısıracakken uyandığım, rüyaların bile dalga geçtiği dönemdir.
ayşe ve zeynep'tir. bildiğin çük kadar veletken ikisinden de hoşlanıyordum. ama ikisi de başkalarından hoşlanıyordu. o kadar mı tipsizdim diye fotoğraflara bakıyorum bazen. ne kadar tatlıymışım. ama kıymetimi bilememişler ben de gerçekten tipsiz olmuşum sanırım. üzüldüm yine bak.
dolabı boş gördüğüm de yada babam arabanın benzini bitti dediğin de ağlarmışım. hatırlamıyorum o zamanları ama gerçekten düşünebiliyorum kendimi o halde. hala aynıyım benzin bittiğin de hala bir kötü olurum. az değil yani 200 liraya doluyor bir depo benzin. ağladığım kadar varmış. şu benzini falan bir düşürün mk benim gibi olmasın şimdiki bebeler yazıktır günahtır.
kızın biri beni babamın ingilterede pokemon fabrikası var diye kandırmıştı. bütün sene pesinden kostum kızın yaz tatilinde bana bir pidgeotto getirsin diye.ne salak cocukmusun amk.

(bkz: zalımsın dünya)
abimin ciyak ciyak bağıran furbymin en son bitkin düşüp uyumasıyla birlikte horlamaya başladığından babamın servet ödediği oyuncağı yere çarpa çarpa kırmıştı. Hakkını yememek lazım çok salakca bir ağlama ve berbat horultu sesi vardı.
anne sesi.
anne kokusu.
Atam izindeyiz'in çocukken cumartesi, pazar ve resmi tatillerde atatürke izinli oldugumuzu haber vermek için duvarlara asılan bir kalıp oldugunu sanmakta su günlerde oldukca icimi burkmaktadır.

(bkz: atam izindeyiz)
ayyaşların gelip içtiği bir manzaralı tepemsi bişey vardı.oradaki bira şişelerini toplar hergün eve ekmek falan alırdım.lakin şişeleri hiçbir arkadaşıma göstermeden satmaya çalışırdım.çok utanırdım o kadar zengin çocuğun arasında.
(bkz: i see dead people)
Başkalarının verdiği ayakkabılara ayağımı sığdırmak.